You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

TAYYİ MEKAN SAFSATASI-UÇMAYA KAÇMAYA KLONLANMAYA IŞINLANMAYA SON(Abdulhakem İzzetli)

TAYYİ MEKAN SAFSATASI-UÇMAYA KAÇMAYA KLONLANMAYA IŞINLANMAYA SON(Abdulhakem İzzetli)

General
TAYYİ MEKAN SAFSATASI-UÇMAYA KAÇMAYA KLONLANMAYA IŞINLANMAYA SON(Abdulhakem İzzetli)
TAYYİ MEKAN SAFSATASI-UÇMAYA KAÇMAYA KLONLANMAYA SON

Böyle bir şey gören - ya da gördüğünü söyleyenlere inanan bâzıları, bir kişinin aynı anda iki ayrı yerde olabileceğine inanmış, böylece de apaçık mâkul bir şeye aykırı davranmıştır.



Bunlardan bir kısmı, görüntünün, görülen şeyin cism-i lâtifi olduğu veya rûhâniyeti, ya da tecessüm etmiş mânası olduğu yanılgısına kapılmakta, bunun o görülen şahsın kılığına girmiş bir cin olduğunu anlayamamaktadırlar.

Görünenin melek olduğunu sananlar da vardır. Oysa melek, bir çok bakımlardan cinden ayrılmaktadır. Bir kere cin taifesi arasında kâfir, fâsık ve câhil olanları bulunduğu gibi, mü'min olup Hz. Muhammed (s.a.v.)'in yolundan gidenleri de vardır. Bunların cin ve şeytanlar olduğunu bilmeyen bir çok kişi onlara melâike gözüyle bakmaktadır.


وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ وَأَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ وَمِنَ الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِ وَمَنْ يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ

Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da bir aylık mesafeden gelen rüzgarı Suleyman'ın buyruğu altına verdik. Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık. (Sebe suresi 12.ayet)

Gördüğümüz gibi Allah peygamberine bile Rüzgarı emrine vermesine rağmen 1 aylık mesafeye 1 günde aldırırken , Hz. Muhammed (s.a.v.) ise Mekke'den Medine'ye hicretini günlerce çileli yürüyüş ile ulaştırıken bunları idrak edemeyen ehl-i sofiyye ise bu durumu "Allahın sevgili kulu , Allah istese ulaştırmaz mı" ya da "şeytanın aynı anda her yerde olabiliyor , Allahın velisi ise ondan aşağı mıdır" diyerek bu ışınlanmayı savunmaktadır .

Tayy-i Mekan iddiasını savunan, bu sebeble Kur'an-ı Kerim ve sahih hadis-i şeriflerden uzak, ehl-i hikaye we'l menkıbe mensubları, kendi aleyhlerine olmasına rağmen şu ayeti ileri sürerler;

"Kitaptan ilmi olan kimse ise, "Gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getiririm" dedi. (Suleyman) onu (Melike'nin tahtını) yanıbaşına yerleşivermiş görünce, "Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnidir, çok kerem sahibidir." (Neml surasi, 40. ayet)

Bu ayeti açıklama olarak ehl-i sunnet kaynaklarından, İbn Kesir tefsirine bakıyoruz :
"İbn Abbâs bu kimsenin, Hz. Suleyman'ın kâtibi Âsaf oldğunu söyler. Muhammed îbn İshâk'ın Yezid ibn Rûmân'dan rivayetine göre; bu, Âsaf ibn Berhiyâ'dır. Sıddîk birisi olup İsm-i A'zam'ı bilirmiş. Katâde der ki: Mu'min bir insan olup, adı Âsaf idi.

Ehl-i Sunnet Alimlerine Göre Taht Nasıl geldi :

Abdullah b. Şeddad dedi ki: Suleyman (a.s): "Kadının tahtını hanginiz bana getirebilirsiniz?" dediğinde Belkıs bir fersahlık uzaklıkta bulunuyordu, tahtını ise Sebe'de bırakmış, tahtı kırmızı yakut ve mucevherat ile süslenmiş, gümüş ve altından yapılmıştı. Tahtı o sırada üzerinde yedi kilit bulunan, içice yedi odanın içinde bulunuyordu, onu korumak için de muhafızlar görevlendirmişti.

«Gözünü açıp kapamadan ben, onu sana getiririm. (Gözünü kaldır ve güç yetirebildiğin kadarıyla gözünün uzanabildiği yere kadar bak. Sen gözünü daha kendine çevirmeden tahtı yanında hazır bulacaksın.)»
Vehb îbn Munebbih burayı şöyle açıklıyor:
Gözünü açıp uzaklara bak. Gözlerin, ulaşabileceği en uzak yere ulaşmadan ben onu sana getireceğim. Anlattıklarına göre; o kişi Hz. Suleyman'a, istenilen tahtın bulunduğu Yemen tarafına bakmasını söylemiş, sonra kalkıp abdest alarak Allah Teâlâ'ya duâ etmiş.

İbn Atiyye der ki: İnsanların çoğunluğunun kabul ettiği görüş şudur:
Bu kişi Âsaf b. Berhiyâ adında, İsrailoğullarına mensub salih bir kişi idi. Rivayete göre iki rekat namaz kıldıktan sonra Suleyman (a.s)'a şöyle demiştir; Ey Allah'ın peygamberi, uzağa doğru bir bak, o da Yemen'e doğru baktı ve tahtı önünde buldu. Suleyman daha gözünü kırpmadan taht yanında idi.

Mucâhid, onun duasında; 'ey Celâl ve İkram sahibi (olan Allah)', dediğini nakleder.
Zuhrî'nin naklettiğine göre ise: 'Ey ilâhımız, ey her şeyin tek olan ilâhı. Senden başka ilâh yok. Onun tahtını bana getir' demiş, taht hemen önünde belirivermiş.

Mucâhid, Saîd ibn Cubeyr, Muhammed İbn İshâk, Zuheyr îbn Muhammed ve başkaları şöyle diyor:
O, Allah Teâlâ'ya duâ edip Belkîs'ın tahtını getirmesini istediğinde, —ki taht Yemen'de, Hz. Suleyman ise Beyt-i Makdis'te idiler— taht kaybolup yere batmış, sonra Hz. Suleyman (a.s.)ın önünde ortaya çıkıvermiştir. Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eşlem der ki:
Hz. Suleyman nasıl taşındığını anlayamadan Belkîs'ın tahtının taşınıp önüne getiriliverdiğini görmüştür. (Hz. Suleyman (a.s.) orada olmasına rağmen nasıl taşındığını anlayamamasına rağmen, topal şeyhleri bile uçuranlar binlerce yıl sonrasından gördüklerini iddia edebilmekteler.)

Mufessirler, bu zatın "Kitaptan bildiği ilmin" ne olduğu hakkında da çeşitli rivayetler zikretmişlerdir. Bazılarına göre bu ilimden maksat, Allanın bir ismidir, onunla kendisine dua edildiğinde duayı kabul eder. Ancak bu ismin hangiisim olduğu bilinmemektedir.
Yüce Allah'ın kendisi anılarak istenileni verdiği, kendisi anılarak dua edildiğinde duayı kabui ettiği, yüce Allah'ın ism-i A'zam'ını biliyordu. Âişe (r.anha) dedi ki:
Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Asaf b. Berhiya'nin kendisini anarak dua ettiği Allah'ın ism-i a'zam'ıdır, Ya Hayyu, Ya Kayyum idi." (Taberi, XIX, 163, 164)
Mucahid, "Kendisine ilim verilen zat"ın, Allah'ın "Zulcela-i Vel İkram" isimleriyle dua ettiğini söylemiş Zuhrî ise: "Yâ İlahenâ Ve İlahe Kulli Şey'in İlahen Vahiden Lâ İlahe İlla Ente İ'tinî Bi Arşihâ" "Ey İlahımız ve herşeyin tek ilahı olan Ali ahım. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Sen o kadının tahtını bana getir." diye dua ettiği nakledilmiştir. Hemen taht onun önüne getirildi.

el-Kuşeyrî (Tasavvuf ehlinden) dedi ki: Bu görüşü Vehb, Malik'ten de rivayet etmiştir.
Şöyle de denilmiştir: Belkıs'ın tahtı havada getirilmiştir, bu da Mucahid'in görüşüdür.
Suleyman ile taht arasında da, Küfe İle Hire arası kadar bir mesafe vardı. Malik dedi ki: Belkıs Yemen'de, Suleyman (a.s)'da Şam'da bulunuyordu.
Tefsirlerde kaydedildiğine göre Belkis'ın tahtı içinde bulunduğu yeri deldi, sonra da Suleyman'ın önünde bitiverdi. Abdullah b. Şeddad dedi ki: Taht yerdeki bir tünelden çıktı. Bunların hangisinin olduğunu en iyi bilen Allah'tır.

Ayet'i kerimede geçen "Gözünü açıp kapamadan getireceğim." ifadesini, Said b. Cubeyr ve Ma'mar, göz görecek kadar bir mesafede bulunan bir kimsenin, sana gelmesinden önce ben onu sana getireceğim." şeklinde izah etmişlerdir.

Ayetten Çıkarılan Sonuç :

1- "Kitaptan ilmi olan zat" ayetiyle, tahtı getiren zatın, Allah'ın kitabı (muharref olmamış zamanki Tevrat) ilmine sahib olduğu Allah (c.c.) bildirmekte, tahtı getirerek, Suleyman (a.s.)ın yapmadığı bir iş ki, Hıdır ve Musa (a.s.) kıssasındaki gibi, Musa (a.s.)da bulunmayan bir ilim sebebiyle Hıdır (a.s.)ile buluşması buyrulmuştu.

2- İlim sahibi zat, tahtın gelmesi için Allah (c.c.) ismi azamıyla dua ediyor ve taht kendi yanında beliriyor. Kitabdan kendisine ilim verilmiş zat, tahtı getirmek için merdivenlerden inip, korumaları etkisiz hale getirip, anahtarları alıp, kilitleri açıp, tonlarca ağırlıktaki tahtı sırtına alıp gelmemiştir.

3- Kitabdan kendisine ilim verilmiş zatın bir ruhu bir kalbi olduğundan , Suleyman (a.s.)ın yanından hiç ayrılmamıştır, bir daha dışardan gelmemiştir.

4- Suleyman (a.s.) insanların Allah katında en değerlisi olduğu halde, Allah (c.c.)nin kendisine ruzgarı vesile kılmasıyla ancak gündüz bir aylık, gece bir aylık mesafeye gidebilirken, Tayy-i mekan ışınlanma safsatasına inananların uçurdukları kişiler, Peygamberleri sollayarak, 6 aylık, 1 senelik mesafeleri anında ışınlanarak türkiye'de iken Kabe'de, Pakistan'da, Almanya'da bulunabilmektedirler.

5- Ehl-i sunnet (Kur'an ve sunnetle amel eden) kaynaklarında , Belkıs'ın tahtının nasıl geldiği aşikardır, delilleriyle görmüş olduk. Buna rağmen delilsizce ışınlanıp gitti getirdi diyerek, Tayy-i mekan safsatasını uydurmaya çalışmak, sapkın cahillikten başka birşey değildir.




Kişinin ruhu farklı yerlerde olsa da görülmez. Zira Rüyada konuştuğumuz arkadaşlarımız gündüzleyin yanımıza gelip senin ruhunu gördüm beraber şunu yapıyorduk derlerdi .
Açtığım konu başlığı , aynı kişinin bedeniyle farklı farklı yerlerde görüldüğünün iddia edilmesi üzerinedir.
Misal olarak sofiyye ehlince anlatıla anlatıla mütevatir palavraya dönüşen bazı cemaat adamlarının bir iyilik yapması üzerine hem evinde hem kabede (Mekke'de) aynı anda görüldüğünün iddia edilmesidir. Bu kişiler nedense Mekke'de gördükleri yakınlarına oradayken gidip konuşup hal hatır sormazlar, geri döndükten sonra ben seni orada gördüm diyerek işin tılsım yönünü vurgularlar.

Birde şu sözlerle sakat itikatlerini savunurlar :
"Şehidler her yere gidip yardım edebilmektedirler , Allahın velileri mi gidemiyecekmiş".
Bunlar Kuranın ruhunu anlayamamış , hadislerle tanışmamış sevgide şirke düşen cahillerdir. Şimdi konuyla ilgili hadis ve ayetleri inceleyerek konuyu izah edelim.

33- Şehid Ruhlarının Cennette Olduğunu ve Şehidlerin Rableri Katında Diri Olup Rızıklandıklarını Beyan Babı
(1887) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ikisi birden Ebû Muâviye'deıı rivayet ettiler.

Bize İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr ile İsâ b. Yûnus hep birden A'meş'den naklen haber verdiler.

Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Esbât ile Ebû Muâviye rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize A'meş, Abdullah b. Mürra'dan, o da Mesrûk'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş:

Abdullah'a —ki İbni Mes'ûd'dur— şu âyeti(n hükmünü) sorduk:

Allah yolunda öldürülenleri asla ölü sanma! Bilâkis onlar Rabbleri katında diri olup rızıklanmaktadırlar. [ Âl-i İmrân, : 169]
Abdullah şu cevabı verdi: Bakın buraya! Biz bunu (vakti ile Peygamber efendimize sorduk da :

«Onların ruhları yeşil bir takım kuşların karnmdadır. Onların Arş'a asılı kandilleri vardır. Cennette istedikleri yerde dolaşır; sonra bu kandillere inerler. Rabbleri onlardan öyle bir haberdâr olur ki!.. Ve kendilerine : Bir şey arzu eder misiniz? diye sorar. (Onlar) :

— (Daha) ne isteyelim, işte cennette dilediğimiz yerde dolaşıyoruz! Derler.
Bunu kendilerine üç defa tekrarlar. Sorulmaktan âzâde bırakılmayacaklarını görünce :

—Yâ Rabb! Ruhlarımızı bedenlerimize iade buyurmanı dileriz! Tâ ki senin yolunda bîr defa daha Öldürülelim! Derler. Ve bir hacetleri olmadığını görünce bırakılırlar.» buyurdular.
(Muslim hadisi )

Al-i İmran 125- Evet, sabreder ve (Allah'tan) korkarsanız, onlar ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı nişanlı beş bin melekle yardım eder.

ENFAL 12-İşte o anda Rabbin meleklere şöyle vahyediyordu: Ben sizinle beraberim, müminlere sebat verin. Kâfirlerin yüreğine korku salacağım, hemen boyunlarının üstüne vurun, parmaklarına, parmaklarına vurun".


Hadisde gördüğümüz gibi Kıyamete kadar şehidler bile bedenleriyle değillerdir. Üstelik cennette , kuşların karınlarında uçup kandillere konmaktadırlar.
Kıyamet koptuktan sonra Rabbin huzuruna gelirken şehid oldukları hal üzere geleceklerinden yıkanmadan kefenlenmeden defnolunurlar.
Sizler ise şehidleri hem dünyada , hem bedenleriyle hemde sıkıştığınızda yadımınıza koşturup bazen milliyetçilik damarlarınız kabarıp çanakkale savaşlarında savaştırırsınız . Masalları , hikayeleri bırakıp kuran ve sünnette ittiba etmenin zamanı gelmedi mi ?

Bu masallar itikadini bilmeyen Türk toplumunda şahid olmayanlar bile , günaha girerim endişesiyle "Allahın her şeye gücü yeter istese olmaz mı ? , Allahın gücü yetmez mi ? , Şeytan aynı anda istediği yerde oluyor da veli kul neden olmasın" gibi seviyesiz ve ilimsiz vehimler öne sürmektedirler. Bilmezler ki şeytan yeyip içmez ama bizim veli dediklerimiz bir oturuşta sofrayı çökertmeden kalkamamaktadır .

Ayrıca bu ilme düşman, kalabalık muptelaları, Allahın velisi, dostu, şeyhi adını verdiği sevdikleri kişiler için, insanın içinden geçirdiklerini bilebileceklerini iddia ederler ki bu kufrun ta kendisidir.

“Üzerinizde koruma görevlileri vardır; onlar değerli yazıcılardır. Ne yapsanız bilirler.” (İnfitâr, 10–12)

Dikkat ederseniz bu melekler sadece “yaptıklarımızı” bilirler; içimizde olanları değil. Demek ki, Allah kişinin içini bildiği halde melekler ancak ağızdan çıkan sözü bilebilirler.
İnsanların içinden geçenler gaybtır ve gaybı ne insan, ne melek, ne cin, ne de Allah’ın Elçileri bilebilirler.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “De ki, göklerde ve yerde, hiç kimse gaybı bilmez, onu sadece Allah bilir.” (Neml 65)
Birçok ayette “insanların kalplerinde/içlerinde olanı sadece Allah’ın bildiği” özellikle vurgulanmaktadır. Diğerleri ise sadece tahmin edebilirler; tahminleri bazen tutar, bazen tutmaz. Zaten böyleleri öyle genel şeyler söylerler ki, biri tutmazsa diğeri tutar ve bağlılarını kandırmayı başarırlar.

[Resim: jeerr_Untitled-1.gif]
Yıldızlara ve bunlardan başka putlara yakaranların durumu da böyledir. Böylelerinden birisine bir ruh gelir, adam da: «İşte bu, yıldızların rûhâniyetidir» der; bir kısmı ise bunun meleklerden olduğunu sanır. Halbuki bu, müşrikleri saptıran şeytanlar ve cinlerdendir.

Şeytanlar, arzu ettikleri şirk, fısk ve isyanı irtikâb eden kimseye yardım ederler.

Bâzan açığa vurması için ona gayba dâir bir takım şeyleri haber verirler.

Bâzan öldürme, hastalık verme ve benzeri şekillerle onun eziyet etmek istediği kimselere eziyet ederler.

Bâzan insanları arzuladığı kimselere çekerler. Bir başka zaman insanlardan para, yiyecek, giyecek gibi şeyler çalarak onları bu kimseye gizlice getirip verirler; o adam da bunu, evliyanın kerametlerinden sanır. Halbuki getirilen mal, çalıntıdan başka bir şey değildir.

Bazen de onu havada taşıyıp uzak bir yere götürürler. Bu kabilden olmak üzere şeytanların, arefe akşamı Mekke'ye götürüp sonra geri getirdikleri kimseler vardır. Müslümanların ifâ ettiği gibi bir hac yapmayıp ihrama girmediği, telbiyede bulunmadığı, Kabe'yi tavaf etmediği, Safa ile Merve arasında sa'y yapmadığı halde, bu adam da böyle bir şeyin keramet olduğuna inanır.-Malûmdur ki bu, büyük bir sapıklıktır.

Böylelerinden, şer'î bir umre tarzında olmaksızın Kabe'yi tavaf için Mekke'ye gidenler vardır ve bunlar mîkât'a (Mekke'ye dışarıdan gelenlerin ihrama girmeleri gerekli yere) geldikleri zaman ihrama girmezler. Yine malûmdur ki, ibadet amacıyla Mekke'ye yönelen kimsenin mîkâtı ancak ihramlı olarak geçmesi mümkün ve gereklidir.
Kişi Mekke'ye ticaret, bir yakınını ziyaret veya ilim tahsili için hareket etse bile aynı şekilde mîkât'ta ihrama girmek zorundadır. Bu durumda ihrama girmek acaba vâcib midir, yoksa müstehap mı? Bu hususta âlimlerin iki ayrı meşhur görüşü vardır ki bu, hacimli bir meseledir.

Şeytan'ın dostlarına yardım yollarından birisi de sihir ve keramettir ki bu hususta başka bir bölümde genişçe durulmuştur.

Puta tapan muşriklerle hıristiyanlar veya bu ümmetin bid'at ehlinden olup bu müşriklerle benzerlik gösterenler nezdinde bu meselelere dâir uzun uzun anlatılabilecek hikâyeler vardır. Yalnız durum şu ki, peygamber olsun-olmasın bir ölüye yakaran ve ondan istiğase (medet dileme)'yi âdet edinen her kişide mutlaka onun dalâlete düşmesine neden olacak böyle bir hal ortaya çıkmıştır. Meselâ yokluklarında bu sâlih kullara yalvarıp onlardan istiğasede bulunanlar, aynen onların suretinde olan ya da onların suretinde olduğunu sandıkları, «Ben falancayım» deyip kendileriyle konuşan, bâzı ihtiyaçlarını da karşılayan bizzat kendileriyle konuşan ve isteklerini yerine getiren kişi olduğuna inanmışlardır. Halbuki bu ancak şeytan ve cinlerdendir.


Bâzısı, bunun bir melek olduğunu iddia eder. Ama melekler, muşriklere yardım etmez; dolayısiyle bunlar ancak onları Allah'ın yolundan saptıran şeytanlardır.

Şirk konusunda, işte bu noktada bulunanların ve başlarına benzer haller gelmiş olanların bildiği, anlatılması uzun sürecek bir çok hikâye ve olay vardır.

[Resim: isinlama.jpg]
Cahil kimseler bu hususta iki gruba ayrılır:

Bir grup böyle şeylerin tamamını inkâr eder. Diğer grup ise bunların Allah'ın veli kullarının kerametleri olduğuna inanır.

Birinci grup «Bu, hâriçte hakikati olmayan ve sadece onların nefislerinde cereyan eden bir hayalden ibarettir» demektedir.
Onlar bu görüşlerini topluluktan topluluğa aktardıklarında böyle bir şeyi gören ve mevcut olarak bizzat müşahede eden veya hâriçte mevcut olarak gören kimselerin haberlerine dayalı olarak âdeta bu husus tevatür derecesine ulaşan ve durumun kendisine, doğruluğundan şüphe etmediği kimselerin haber verdiği kişilere bakacak olursak; birinci grubun bu tutumu, işte ölünün gelip konuştuğunu müşahede eden, güvenilir haberlerle bunu kabullenen bid'at ehli ve müşriklerin dâvalarında sebat ve inat etmelerinin en büyük sebeplerinden biridir.

Sonra böyle bir şeyi kabul etmeyip reddedenler, daha sonra benzer bir şeyi gözleriyle gördükleri zaman, bu durumun kendi başına geldiği kimseye itaat eder, ona boyun eğer ve onun Allah'ın velî kullarından olduğuna inanıverirler; halbuki onlar bir taraftan da bilmektedirler ki, bu kişi Allah'ın farizalarını, hattâ beş vakit namazını dahi eda etmemekte, ne Allah'ın haram kıldığı şeylerden, ne rezîletlerden, ne de zulümden sakınmamakta, aksine Cenâb-ı Hakkın :

«İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman edip takva üzere olanlardır» (Yûnus 62- 63) âyetinde velî kullarını kendisiyle vasıflandırdığı, insanlar içinde îman ve takvadan en uzağı durumunu arzetmektedirler.

Böylece bunlar, îman ve takva bakımından insanların en aşağısında olan bu kişilerin, Allah'ın takva sahibi velî kullarına has kerametlerden olduğuna inandıkları keşifleri ve harikulade tasarrufları bulunduğunu sanırlar.

Bunlar arasında, İslâm'dan irtidât edip yüz-geri dönenler, namaz kılmayan, hattâ peygamberlere dogru-dürüst inanmayan, onlara hakaretler edip noksanlık nispet edenler için «Allah'ın muttekî velîlerinin en büyüklerinden» diye inanç besleyenler vardır.

Bunlardan bir kısmı da şaşkın, mutereddit, şüpheli, endişeli bir durumda kalmıştır; küfre doğru bir adım ilerler, sonra diğer adımını İslâm'a doğru atar-, ama çoğu zaman küfre, îmandan daha yakın durumdadır.

Bunun sebebi, aslında onların velilik şartlarına hiç de uymayan şeyleri bu hususta delil kabul etmelerindendir. Oysa kâfirler, muşrikler, sihirbazlar ve kâhinlerin yanında onlara bunun kat kat fazlasını yapan şeytanlar vardır. Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur:

«Size haber vereyim mi, şeytanlar kimler üzerine inerler? Onlar her günahkâr yalancının üzerine inerler» ( Şuarâ 221- 222).

Cenâb-ı Hakk'ın Rasulu yoluyla gönderdiği emir ve nehiylerden uzaklaştıkları için bunlarda mutlaka yalan, şeriata muhalefet, günâh ve bühtan bulunacaktır. Ve bu şeytanî haller, onların sapıklığının, şirkinin, bid'at ve cehaletlerinin, küfürlerinin bir sonucu olup, bu haller dahi bu hususun işaret ve belirtileridir.

Sapık ve cahil biriyse, bu hallerin, onların îmanlarının ve Allah'ın velî kulları oluşlarının bir sonucu olduğunu sanırlar. Bu zan, bu câhil kişinin Allah'ın velîleri ile Şeytan'ın dostlarını ayırdedecek sağlam bir kıstasa sahip olmayışından ve velilik konusunda delil kabul ettiği bu hallerin İslâm'a müntesip olanlardan daha ziyâde muşriklerden olsun, ehli kitaptan olsun kâfirler için geçerli olduğunu bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Delil, medlulü (işaret ettiği şeyi) gerektirir ve ona mahsustur, medlulü olmaksızın delil bulunmaz; bu haller kâfirlerde, müşriklerde ve ehl-i kitap'ta da bulunduğuna ve değil velilik, imanı daha gerektirmeyip, buna mahsus olmadığına göre veliliğin delili olması mümkün değildir.


Taberi Tefsirinden Ahzab suresi 4. ayetin açıklaması

- Allah bir adam için içinde iki kalb yaratmamıştır. Ahzab 4

"Allah, bir adamın göğsünde iki kalp yaratmadı." buyruluyor. Bu ifadeden maksat, Kureyş'ten iki kalpli olduğu iddia edilen bir adamın böyle olmadığını bildirmektir.
Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir rivayette deniyor ki:
"Kureyş kabilesinde bir adam vardı. Bu adam akıllı bir kimseydi. Bu sebeple onun iki kalbinin bulunduğu ve bunların her biriyle özel şeyler idrak ettiği iddia ediliyordu. İşte bu âyet nazil oldu ve bu iddiayı reddetti.
Mucahid, Katade, Hasan-ı Basrî ve İkrime bu âyeti bu şekilde izah etmişlerdir: Taberi de bu görüşü tercih etmektedir

Taberi Tefsiri Camiu’l-Beyân :



Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları:

Nuzul Tefsiri

Ahzab 4. Allah bir kişi içinde iki kalb yaratmadı. Kendilerine (bana annemin sırtı gibisin diyerek) zıhâr yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz kılmadı. Nitekim evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız kılmamıştır. Bunlar, sizin dilinize doladığınız sizin sözlerinizdir. Allah ise Hakkı söyler ve O, dosdoğru Hak yola iletir.


_ Cemîl ibn Ma'mer el-Fihrî hakkında nazil olmuştur. Hafızası çok kuvvetli, akıllı bir adam olan Cemîl hakkında Kureyş: "Bu kadar şeyi ancak iki kalbi olan birisi ezberleyebilir." derlerdi.
Bizzat kendisi de: "Benim iki kalbim var ve her bireriyle Muhammed'in akletmesinden daha iyi aklederim." dermiş.
Bedr günü müşrikler bozguna uğradığında bozguna uğrayanlar arasında bu Cemîl ibn Ma'mer de varmış; ayakkabılarının biri ayağında, biri elinde kaçıyormuş.
Onu bu halde gören Ebu Sufyân: "Ey Ebu Ma'mer, bu insanların hali nicedir?" diye sormuş, o da: "Bozguna uğradılar." demiş.
Ebu Süfyân: "Senin bu halin ne peki; ayakkabılarından biri ayağında biri elinde." diye sormuş da Cemîl: "İkisini de ayağımda hissediyordum." demiş ve insanlar da o gün anlamışlar ki iki kalbi olsa ayakkabısını elinde unutmaz, onu da diğeri gibi ayağına giyerdi.
[Vahidî, age. s. 249]

İbn Ebî Hatim'in Süddî'den rivayetle tahric ettiği bir haberde bu Cemîl ibn Ma'mer ibn Habîb, Fihr oğullarından değil Cümah oğullarından (el-Cümahî) olarak geçmektedir.
[Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,61-62; Kurtubî, age. XIV,78]

_ Katâde ise Hasen'in şöyle dediğini naklediyor:
Bir adam varmış, "Benim iki nefsim var; birisi emrediyor, diğeri nehyediyor." demiş de âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuş.
[Taberî, Camiu’l-Beyân. xx1,75]
Burada benim iki nefsim var..." diyen kişinin adı anılmamakla birlikte Cemil ibn Ma'mer'in söylediğini andırmaktadır,

Taberî, bu iki rivayetten ikincisini yani Cemîl ibn Ma'mer hakkında nazil olduğunu ifade eden rivayeti daha sahih görerek tercihe şayan kabul etmiştir.
[Taberî, Camiu’l-Beyân. xx1,75]
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları:


Rabbim daha insanları yaratmadan önce Ruhlarımızı yaratmış ve hepimiz söz vermişizdir.

Bir de Rabbin, Âdemoğullarından, bellerindeki zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dediği vakit, "pekâlâ Rabbimizsin, şahidiz" dediler. (Bunu) kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu." demeyesiniz diye (yapmıştık). Araf 172

Her insan Allahın c.c. tesbit ettiği zaman gelince Ruh üflenip bedenle eşleştirilerek dünyaya gelecektir. Her beden için ruh üfürülmüştür.
Aynı bedenler (ikiz , üçüz olsa bile benzerdir , aynı değildir.) birden fazla olması mümkün değildir.
Bir kişinin bedeni kopyalanarak (klonlama) ile üretilse bile aynı değil benzeridir. Ki bu da doğduktan sonra Rabbin tayin edeceği başka bir Ruh ile çiftleşecektir. Ruh klonlama veya benzetme diye bir şey yoktur. Bunu iddia eden sapık fırkalar veya müşrik ehli kitap bile iddia etmemiştir. Çünkü her Ruhun ayrı bir sorumluluğu ve yükümlülüğü vardır.
Maddeyle Ruhu birbirine karıştıranlar, işe maneviyat yüklüyorum , Allahın gücü yetmez mi diyerek her türlü fantazik hayal ötesi uydurukları sahihleyenlerin şeytanın oyunlarına gelmiş olmaları Kuran sünnet dışı mistik hurafi masallarını reddediyoruz.

Şimdi kendilerine sormak gerekiyor :

Hangisi ölünce hepsi (aslı) ölmüş sayılacak ?
Yoksa 7 canlı tabiri buradan mı türemiştir. ?
Tasavvufçuların kaç ruhu -bedeni vardır ?
Aynı kişi sevab ve günahı hangisine yazılacak ?
Ahirette katmerli mi azab görecek ?
Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.(Şehid İnşaAllah Malcolm x-Malik El Şahbaz)

Sizi rahatsız etmeye geldim!
Bunu ilk beğenen sen ol.
General
cevap
hoşgeldin kardeşim :D
Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.(Şehid İnşaAllah Malcolm x-Malik El Şahbaz)

Sizi rahatsız etmeye geldim!
Bunu ilk beğenen sen ol.
Acemi Üye
RE: TAYYİ MEKAN SAFSATASI-UÇMAYA KAÇMAYA KLONLANMAYA IŞINLANMAYA SON(Abdulhakem İzzetli)
Nerden kopyalayip yapistirdin.Rabbim hidayet etsin sizin gibiler zehirli oktan daha tehlikeli.Rabbim muhafaza etsin.Bu konuyu ehli sunnet itikadinda olan alimlerin kitaplarindan oku derim gerci bakara suresinde siz gibilerden bahsediyor ama belki nefsine uymayip dogruyu bulursun diye yaziyorum.
Bunu ilk beğenen sen ol.
Kavgaci
RE: TAYYİ MEKAN SAFSATASI-UÇMAYA KAÇMAYA KLONLANMAYA IŞINLANMAYA SON(Abdulhakem İzzetli)
Allah'ın sevdiğine dilediğini yaptıracak güç verir..
Bunu ilk beğenen sen ol.
هل أنا حقاً أنا ؟
RE: TAYYİ MEKAN SAFSATASI-UÇMAYA KAÇMAYA KLONLANMAYA IŞINLANMAYA SON(Abdulhakem İzzetli)
bunlar cinleri kullanan batıl ekollerin keramet diye sunduğu istidraç tarzı şeytan işleridir. hallacın kendi itirafına göre bazı anten gibi cin arkadaşları kendi suretinde başka yerlerde görünürdü, insanlarda bunu keramet sanırdı. yine kendisinin anlatımına göre bu cinlerin onu havaya kaldırdığı da görülmüş olağan işler. bu tarz şeyler dinde ölçü değildir. Müslümanın inancı keramet üzere değil istikamet üzere şekillenir.
Bunu ilk beğenen sen ol.
General
RE: TAYYİ MEKAN SAFSATASI-UÇMAYA KAÇMAYA KLONLANMAYA IŞINLANMAYA SON(Abdulhakem İzzetli)
Hadi canım hadi Allah versin :D Bizde bu şeylere inancak göz yok!...
Bunu ilk beğenen sen ol.
Profesör
RE: TAYYİ MEKAN SAFSATASI-UÇMAYA KAÇMAYA KLONLANMAYA IŞINLANMAYA SON(Abdulhakem İzzetli)
insan bilmediği şeyin cahildir.hemen inkarına gider.
Geldi üzerime üç keder bir anda,
Yalnızlık,esaret ve sevgilinin hasreti,
Yalnızlığın ve esaretin çaresi var,
Ama sevgilinin hasreti,
Sevgilinin hasreti..
Bunu ilk beğenen sen ol.

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren İslami Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.