You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Kayıtsız
Ziyaretçi
SÜNNETİN ÖNEMİ
Bismillâhir-rahmânir-rahîm.
Elhamdü lillâhi hakka hamdihî, ves-salâtü ves-selâmü alâ hayri halkıhî seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ecmaîn. Emmâ ba’d:
Aziz ve muhterem Kardeşlerim!
Sünnet-i seniyye-i nebeviyyenin bugünkü hayatımızda, müslümanın hayatındaki yeri ve önemi üzerinde açıklamalara geçmeden önce, sünnet kelimesini hatırlayalım!
a. Sünnet Nedir?
Sünnet kelimesi genel olarak, senne fiilinden çıkıyor; Arapçada bir yol tutturmak, bir adeti devam ettirmek mânâsına geliyor. Onun için SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:


من سنَّ فى الاسلام سنةً حسنةً، فعمل بها بعده،




كتب له مــثـل اجـر من عمل بها، ولا ينــقـــص من



اجورهم شئٌ. ومن سنَّ فى الاسلام ســنـةً ســيــئــةً،



فــعــمـل بها بعده، كــتب علــيــه مـثل وزر من عــمل



بـها، ولا ينـقــص من اوزارهم شئٌ


(م. عن جريربن عبد اللهWink



(Ve men senne fil-islâmi sünneten haseneten feumile bihâ ba’dehû, kütibe lehû mislü ecri men amile bihâ, velâ yenkusu min ücûrihim şey’ün) “Kim müslümanlıkta güzel bir yol tutturur, güzel bir adet ortaya çıkartır ve bu güzel yol kendisinden sonra sürdürülürse, o yolda gidenlerin sevabından bir şey eksilmeksizin bir misli de o adeti ortaya çıkarana yazılır.”
Aksi de var: (Ve men senne fil-islâmi sünneten seyyieten feumile bihâ ba’dehû, kütibe aleyhi misli vizri men amile bihâ, velâ yenkusu min evzârihim şey’ün) “Kim kötü bir çığır açar, kötü bir yol tutturur, o çığırdan da ondan sonra başkaları yürürse; o yürüyenlerin günahından bir şey eksilmeksizin bir misli de bu ilk açana yüklenir.” diye de bildirilmiş.
Genel mânâsı bu...
Tabii, özel bir kaç mânâsı daha var. Başta gelen anlamı, Peygamber SAS Efendimiz’in bize dinimizde örnek olan sözleri, fiileri ve hattâ takrîri... Yâni karşısında bir şey yapıldığı zaman, eğer men etmemişse, müdahale edip durdurmamışsa, düzeltmemişse, yanlışlığını vurgulamamışsa; demek ki bir yanlışlık yok, yapılabilir. Sükûtu da hi bir mânâ ifade ediyor Peygamber SAS Efendimiz’in. O da bizim için bir kaynak, bir delil, hükmün çıkartılması için sebep oluyor.
Sözleri doğrudan doğruya anlaşılır bir kaynak; söz söylememiş olsa, bazı hareketleri yapmış olsa, o yapmış olduğu hareketler de bizim için örnek.
“—Efendimiz oturarak su içti. Efendimiz haccı îfâ ederken falanca yerde şöyle davrandı...” diye, davranışları dahi bu işin içine giriyor.
Burada sünnetin önemi denildiği zaman kasdedilen bu... Peygamber Efendimiz’in bize örnek olan, bizim kendisinden istifade edeceğimiz ve kendisine uymamız gereken sözleri, hareketleri, sükûtu, takrîri...
Tabii, bir de fıkıhta sünnet kelimesi var. Ef’âl-i mükellefîn, kulların fiillerinin sevap ve günah bakımından değerlerini ifade eden terminoloji sırasında farz var, ondan sonra vâcib var, sünnet var, müstehab var... Onlardan birisi olarak şu sünnettir demek, Peygamber SAS’in yaptığı bir şeydir ama, farz gibi değildir; farzdan daha sonra, ikinci, üçüncü sırada gelen fiil mânâsına...
Tabii bunun dışında sosyal hayatımızda başka anlamları var. Türkiye’de sünnet olmak denilince, çocukların bir tatlı hatırası hatıra gelebiliyor. O da SAS Efendimiz’in o tıbbî operasyonu çocuklar üzerinde tavsiye etmesinden ve hadis-i şerifinde, “On şey fıtrattandır, bunları yapmak lâzımdır.” diye işaret buyurmasından... Bu on şeyin içinde, işte koltuk altı kıllarının izale edilmesi, tırnakların kesilmesi vs. arasında bir de bir de sünnet edilmek... Ona Arapça’da sünnet demiyorlar, hıtân diyorlar. Türkçe’de sünnet diye yerleştirilmiş. Çünkü büyüklerimiz bir takım fiileri sevdirmek istemişler, yapılışındaki niyetin ne olduğunu öne çıkarmak istemişler, o isimle isimlendirmişler.
b. Rasûlüllah’a İtaat İmanın Gereği
Dinimizde sünnetin ehemmiyeti çok büyüktür ve bu hiç şek ve şüphe kabul etmez, münakaşa götürmez bir açıklıkla ortadadır. Pek çok ayet-i kerime var; her bakımdan Rasûlüllah SAS Efendimiz’e ittibâ etmemizi, uymamızı bize kuvvetli bir şekilde emrediyor. Onlardan birkaç tanesini nümûne olmak üzere zikretmek isterim. Çok açık kısa bir ifade ile meselâ:


اطيعوا الله واطيعوا الرسول (النساء:٥٩Wink

(Etîullàhe ve etîur-rasûl) “Allah’a itaat ediniz ve onun gönderdiği peygamberi olan, elçisi olan Rasûlüllah’a itaat ediniz!” (Nisâ: 59)
Sonra:


وما كان لمؤمنٍ ولا مؤمنةٍ اذا قضى الله ورسوله امرًا



ان يكون لهم الخيرة من امرهم (الاحزاب:٣٦Wink

(Ve mâ kâne limü’minin velâ mü’minetin izâ kadallàhu ve rasûlühû emran en yekûne lehümül-hıyeratü min emrihim) “Allah ve Rasûlü bir mü’min erkeğe veya hanıma, şunu şöyle yap, bunu böyle yapman lâzım gelir diye bir hükmü hükmettiği zaman...” Tabii Allah’ın hükmü vahiy indirmek sûretiyledir, Peygamber SAS Efendimiz’in hükmü de o kişi hakkında, o olay üzerinde onun hakemliği iledir, ona karar vermesi iledir. “Bir mü’min erkek veya hanım için, böyle kendisi hakkında bir hüküm, Allah ve Rasûlüllah tarafından açıkça beyan edildiği zaman, artık kendisinin bir seçme hakkı, tercih hakkı veya yapıp yapmama durumu bahis konusu olamaz.” Yâni ne olacak? O işi Rasûlüllah’ın emrettiği şekilde yapması lâzımdır. Yapmadığı takdirde günahkâr olur.
Bu sadece Peygamber SAS Efendimiz hakkında özel bir durum değildir. Buyruluyor ki:


وما ارسلنا من رسولٍ الا ليطاع باذن الله



(النساء:٦٤Wink

(Vemâ erselnâ min rasûlin illâ liyutàa biiznillâh) “Biz hiç bir peygamberi başka bir maksatla göndermedik, ancak kendisine itaat edilsin diye gönderdik.” (Nisâ: 64) Peygamberler boşuna gönderilmiş, sözüne, hükmüne, emrine itibar edilmeyen kimseler değildir. Peygamberler itaat edilsin diye gönderilmiş kişilerdir. Bütün peygamberler böyledir. Bütün peygamberler hangi ümmete gelmişse, hangi insanların peygamberiyse, onların ona itaat etmesi kanûn-i ilâhîdir. Allah’ın emri böyledir.


فلا وربك لايؤمنون حتى يحكموك فيما شجر بينهم



ثم لايجدوا فى انفسهم حرجًا مما قضـيت ويسلمــوا



تسليمًا (النساء:٦٥Wink

(Felâ ve rabbike lâ yü’minûne hattâ yühakkimûke fîmâ şecera beynehüm sümme lâ yecidû fî enfüsihim haracen mimmâ kadayte ve yüsellimû teslîmâ.) “Hayır, iş sizin sandığınız gibi değil, sizin zihninizde tasavvur ettiğiniz gibi, düşündüğünüz gibi değil; insanlar, o mü’minim diyen kimseler, iman ettik deyip Rasûlüllah’ın etrafında toplanan insanlar gerçekten iman etmiş olmazlar, (hattâ yühakkimûke fîmâ şecera beynehüm) ey Rasûlüm seni aralarındaki ihtilâflı konularda hakem kabul etmedikçe... Yâni, “Rasûlüllah’a gidelim, ne derse âmennâ ve saddaknâ, kabul edelim!” demedikçe, böyle bir teslimiyet içinde olmadıkça; (sümme lâ yecidû fî enfüsihim haracen mimmâ kadayte) senin verdiğin hükümde de, içlerinde bir eziklik, bir kabul etmeme duygusu, bir hoşnutsuzluk da olmamak şartıyla, böyle bir teslimiyetle teslim olmadıkça gerçek bir mü’min olmuş olmazlar.” deniliyor bu ayet-i kerimede... (Nisâ: 65)
Demek ki Rasûlüllah ne derse, hem kabul edecekler, hem de içlerinde bir itiraz duygusu bile tahakkuk etmeyecek. “Tamam! Mâdem Rasûlüllah böyle emretmiş, öyle olsun!” diyecekler, lehlerine de olsa, aleyhlerine de olsa, öyle yapacaklar.
Bunun mükâfâtı nedir:


ومن يطع الله والرسول فاولئك مع الذين انعم الله عليهم



من النبيين والصديقين والشهداء والصالحين، وحسن



اولئك رفيقًا (النساء:٦٩Wink

(Ve men yutıillâhe ver-rasûle feülâike meallezîne en’amellàhu aleyhim minen-nebiyyîne ves-sıddîkîne veş-şühedâi ves-sàlihîn, ve hasüne ülâike refîkà.) “Kim Allah’a itaat ederse ve Rasûlüllah’a itaat ederse; işte bu itaat eden kimseler, kendilerine Allah’ın lütfettiği, ikram ettiği, ihsân eylediği kimselerin yanında olacaklardır.” Allah’ın in’am ettiği kimseleri de sıralıyor ayet-i kerime: (Minen nebiyyîne ves-sıddîkîne veş-şühedâi ves-sàlihîn) “Peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salihler.” Yâni, “Allah’a ve Rasûlüllah’a itaat eden kimseler, peygamberlerle beraber olacak, sıddîklarla beraber olacak, şehidlerle, salihlerle beraber olacaklar. Mükâfâtı bu kadar yüksek olacak.” (Nisâ: 69)
Bunu ilk beğenen sen ol.
Kayıtsız
Ziyaretçi
Cvp: SÜNNETİN ÖNEMİ
. Rasûlüllah Boş Şey Söylemez
Rasûlüllah SAS Efendimiz diğer insanlar pozisyonunda, durumunda, hilkatında ve ahlâkında değildir.


ومـا ينطق عن الهوى. ان هو ال وحىٌ يوحى.



(النجم:٣-٤Wink

(Vemâ yentıku anil-hevâ. İn hüve illâ vahyün yûhâ.) “Rasûlüllah hevâ-yı nefsinden, boşuna konuşan bir insan değildir, konuşmaları boş sözler olamaz.” Hani, canım beşerdir filân dersiniz, öyle değil... “Rasûlüllah boşuna konuşmaz, konuştukları Allah’ın vahyidir.” (Necm: 3-4)
Vahyi ikiye ayırır İslâm alimleri:
1. Vahy-i metlûv, yâni tilâvet edilmiş olan vahiy, Kur’an-ı Kerim.
2. Vahy-i gayrimetlûv, tilâvet edilmemiş olan vahiy... O da Peygamber Efendimiz’in kalb-i şerifine Allah tarafından ilham edilmiş olan mânâları, Rasûlüllah SAS’in kendi cümleleri ile insanlara anlatması; yâni sünnet-i seniyye-i nebeviyye, Peygamber Efendimiz’in sözleri... O da boş değildir, sebepsiz değildir.
Rasûlüllah hakkında başka bir ayet-i kerimede buyruluyor ki:


ولو تقول علينا بعض الاقاويل. لاخذنا منه باليمين.



ثم لقطعنا منه الوتين (الحاقَّة:٤٤-٤٦Wink

(Velev tekavvele aleynâ ba’dal-ekàvîl.) Eğer sizin tasavvur ettiğiniz gibi, veya bir muhal durum olarak, Allah’a Allah’ın söylemediği bazı sözleri isnad eden bir kimse olsaydı; Allah söyledi diyerek kendisinin uydurduğu birtakım sözler söylemesi durumu bahis konusu olsaydı, (Leehaznâ minhü bilyemîn.) onu tutardık; (Sümme lekata’nâ minhü bil-vetîn.) sonra onun şah damarını parçalardık. Yâni ciğerini sökerdik, kalbini parça parça ederdik; mahvederdik, kahrederdik, böyle bir şeyi yaptırtmazdık.” deniliyor. (Hakka: 44-46)
Allah-u Teàlâ Hazretleri onu, Allah’ın emirlerini, buyruklarını kullarına iletsin diye böyle bir güzel ahlâkla ve ciddiyetle seçip göndermiş, görevlendirmiş olduğunu bunlardan anlıyoruz.
Tabii Allah’ın Peygamber Efendimiz’i bu tarzda, bu çerçeve içinde göndermesi, alemlere bir rahmettir.


وما ارسلناك الا رحمةً للعالمين (الانبياء:١٠٧Wink

(Vemâ erselnâke illâ rahmeten lil-àlemîn.) [Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.] buyruluyor. (Enbiya: 107) Burdaki rahmetin mânâsı da bizim Türkçedeki anlam değildir, merhamet mânâsınadır. Allah-u Teàlâ Hazretleri kullarına acıdığı için, merhametinden Peygamber Efendimiz’i göndermiştir. Çünkü eğer peygamber gelmemiş olsaydı, kullar Allah’ın rızasına uygun hareket edemeyeceklerdi. Edemeyince Allah’ın gazabına uğrayıp ahirette cezaya uğrayacaklardı, cehenneme düşeceklerdi. Allah kullarına acıdığından, merhamet ettiğinden peygamber gönderiyor; onlara rızasının yollarını peygamberi vasıtasıyla öğretiyor.
Eski ümmetlerden bazıları Rasûlüllah Efendimiz’in peygamberliğine direnmişler, “Biz Allah‘ın sevgili kullarıyız, Allah’ı seven kullarız. Onun yolundayız, bizim yolumuz, kendi yolumuz bize yeter.” gibi bir tavır takınmışlar. Onlar hakkında ayet-i kerime inmiştir. Cevap olarak Allah tarafından buyrulmuştur ki:


قل ان كنتم تحبُّون الله فاتبعونى يحببكم الله ويغفرلكم



ذنوبكم (اۤل عمران:٣١Wink

(Kul in küntüm tuhibbûnallàhe fettebiûnî yuhbibkümüllàhu ve yağfir leküm zünûbeküm) “Ey Rasûlüm sen o adamlara, o heriflere söyle: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, bana tabî olun da, Allah da sizi o zaman sevsin ve sizin günahlarınızı bağışlasın!” (Âl-i İmran: 31)
Demek ki Rasûlüllah’a ittibâ, Allah’ın kulu sevme vesilesidir. Bunlar bu konudaki ayet-i kerimeler... Tabii bu kadar ayet sıralamaya lüzum yoktur, bir ayet-i kerime veyahut da bir ayet-i kerimedeki bir işaret, bir mü’min için kâfîdir. Emrin müteaddid olması da gerekmez, bir emir dahi yeter. Fakat emrin çok olması, işin ehemmiyetinin daha büyük olduğunu da gösteriyor.
O bakımdan Kur’an-ı Kerim bize Rasûlüllah SAS’e her yönden uymamız gerektiğini, hükmüne rıza göstermemiz gerektiğini, ona itiraz duygusu içinde olmamamız gerektiğini çok net olarak göstermiştir, böyle yapmamızı bizden istemiştir.
Peygamber SAS Efendimiz kendisi, Allah’ın kendisine “Bildir ey Rasûlüm!” dediği şeyleri bildirirdi. Meselâ diyor ki:


انا سيد العرب ولافخر، انا سيد بنى اۤدم ولافخر

(Ene seyyidül-arabi velâ fahra) “Ben Arabın efendisiyim, öğünmek yoktur. (Ene seyyidi benî âdem, velâ fahra) Ben Ademoğlunun efendisiyim, öğünmek yoktur.” Öğünmek maksadıyla söylemiyorum, Allah emrettiği için söylüyorum, mekânım budur mânâsına...


والذى نفسى بيده لايؤمن احدكم حتى اكون



احب الــيـه من والده وولده والــنــاس اجمــعــين



(راموز الاحاديث:٩/٤٥٧Wink

(Vellezî nefsî biyedihî lâ yü’minü ehadüküm hattâ ekûne ehabbe ileyhi min vâlidihî ve veledihî ven-nâsi ecmaîn.) Sahih hadis-i şeriftir, Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir. “Canım elinde olan Allah’a yemin olsun ki...” Yâni isterse benim canımı alır, isterse beni yaşatır, isterse öldürür. “İşte şu canımın elinde olduğu Allah’a yemin olsun ki, sizden biriniz gerçek mü’min olmuş olamaz, ben onun yanında babasından da, evlâdından da, sevilebilecek bütün insanlardan da daha sevgili duruma gelmedikçe...”
Yâni, “İnsan Rasûlülllah’ı babasından da anasından da, evlâdından da, hayat arkadaşı eşinden de, sevebildiği diğer kimselerden de, dostundan da daha fazla sevecek. Böyle olmadığı zaman, gerçek mü’min olamaz, hakîkî imana kavuşmuş bir insan olamaz.” diye buyruluyor.
Buhârî ve Müslim ve Neseî’de mevcud olan bir hadis-i şerifte çok net olarak bu bizim meselelerimiz özetleniyor. Ebû Hüreyre RA’den rivayet edildiğine göre Peygamber SAS buyurdu ki:


من اطاعنى فقد اطاع الله ومن عصانى فقد



عصى الله (راموز:٥/٤٠٥Wink

(Men etàanî fekad etàallah) “Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. (ve men asànî fekad asallàh) Kim bana isyan ederse, âsî olursa, karşı gelirse, Allah’a karşı gelmiş olur.”
Onun için Rasûlüllah SAS’e itiraz, karşı gelmek, âsî olmak bahis konusu değildir; mutlak bir itaatle itaat etmek, mü’minin tam mü’min olmasının şartıdır.

d. Bid’atten Kaçınmak
Bu, Rasûlüllah’ın sözüne, hareketlerine çok dikkat etmek icab ettiğini gösteriyor, her şeyi, yaşamdaki bütün davranışları ona uydurmak gerektiğini gösteriyor.
Bunun zıddına bid’at derler. Yâni bir insan Rasûlüllah’ın çizdiği çerçeve içinde, gösterdiği cadde-i kübrâda yürümeyip de, başka bir yol tutturursa ve bu tutturduğu yol din namına olursa... Zâten tutturduğu yol dinden gayri bir yol olursa; Rasûlüllah’ın yolundan gayri bir yol tutturmuş, yâni inanmıyor, tamam, o kâfir... Ama dînî bir şey yapıyorum, ibadet yapıyorum, sevap kazanacağım, Allah’ın rızasını kazanacağım zannıyla Rasûlüllah’ın yapmadığı bir şeyi, söylemediği bir şeyi düşünür, yapar ve ortaya koyarsa, onun bu yaptığına bid’at deniyor.
Bid’at sahibi, bid’ati ortaya çıkartan kimse çok ağır bir şekilde itham ediliyor hadis-i şeriflerde... Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:


اياكم والبدع فان كل بدعةٍ ضلالة وكل ضلالة



تصير الى النار (راموز:٤/١٧٧Wink

(İyyâküm vel-bid’a) “Sakın dinde uydurma şeyler çıkartmayın! Kendi aklınızdan, fikrinizden, mantığınızdan bir şeyler çıkartmayın! (Feinne külle bid’atin dalâleh) Çünkü, her bid’at sapıklıktır. (Ve külle dalâletin tasîru ilen-nâr) Her sapılık da sonunda kendisi cehenneme gider, sahibini de cehenneme götürür.”
Binâen aleyh, insanın dinde kendi bildiğine bir şey çıkartmaması, Peygamber SAS Efendimiz’in çizdiği çizgide yürümesi lâzım geliyor.
Sonra:


ان الله تعالى لايقبل لــصاحب بدعةٍ صــومًا، ولاصدقــةً،



ولاحـجَّـــةً، ولاعـمـرةً، ولاجهـادًا، ولاصــرفًا، ولاعدلاً،



حتى يخـرج من الاسلام كما تخرج الشعرة من العجين



(راموز الاحاديث:١/٩٢Wink

(İnnallàhe lâ yakbelü lisàhibi bid’atin savmen velâ salâten velâ sadakaten velâ haccen velâ umreten velâ cihâden velâ sarfen velâ adlâ, hattâ yahruce minel-islâm kemâ tahrucüş-şa’ratü minel-acîn.)
Bu Deylemî’nin ve İbn-i Mâce’nin Huzeyfe’den rivayet ettiği bir hadis-i şeriftir. “Allah-u Teàlâ Hazretleri bid’at sahibinin, yâni sünnete uymayan, kendi bildiğine birtakım şeyler ortaya koyan kimseden herhangi bir orucunu kabul etmez, sadakasını kabul etmez, haccını kabul etmez, umreyi kabul etmez, cihadı kabul etmez; halbuki cihad Allah yolunda büyük bir fedâkârlıktır. (velâ sarfen velâ adlâ) Hiç bir şeyini kabul etmiyor. Ve o kişi, kılın hamurun içinden sıyrılıp çıktığı gibi, İslâm’dan sıyrılıp çıkar, gider.” buyruluyor.
Demek ki bu da aksine hareket edenlerin, yâni sünnete uymayan bid’at ehli kimselerin tehlikesini bildiriyor.
Bunu ilk beğenen sen ol.
Kayıtsız
Ziyaretçi
Cvp: SÜNNETİN ÖNEMİ
e. Hadis-i Şeriflerin Kaydedilmesi
İslâm alimleri bu ayetlerden, Peygamber SAS Efendimiz’in bu hadis-i şeriflerinden gereken tavrı öğrenmişlerdir, anlamışlardır. Sahàbe-i kirâmdan itibaren; Peygamber SAS Efendimiz’e yetişmiş, onu görmüş, onun çevresinde bulunmuş müslümanlardan itibaren, Rasûlüllah’ın hayatını çok dikkatle takib etmişlerdir. Tesbitlerini, müşahedelerini, gördüklerini, duyduklarını çok ilmî metodlarla tesbit etmişlerdir, yazıya geçirmişlerdir. Rasûlüllah’ın hayatını, sözlerini son derece mükemmel ve teferruatlı bir şekilde bize intikal ettirmişlerdir.
Onların bu hususta, bu işi sağlam yapmak hususunda, ilim aleminde ortaya koydukları kendilerine mahsus usüller vardır.
Bir kere hadisin senedi vardır. Yâni bir hadisin kendisi vardır, metni vardır, tekst vardır; bir de o metnin, o rivayetin, o hükmün kimin tarafından duyulup geldiğini bildiren sened vardır, isnad zinciri vardır. Hangi sahabe duymuş, kime söylemiş, o kime söylemiş, hadis mecmuasını yazan kimseye gelinceye kadar kimin kulağından, dilinden, aklından geçerek gelmiş; bunlar tesbit edilmiştir.
Sonradan, meselâ Buhàrî hakkında söyleyelim: Buhàrî’nin bir sened zinciri var, “Ben bu hadisi şundan duydum, o Hemmâm ibn-i Münebbih’ten duydu, o falancadan duydu, o filâncadan duydu...” diye. Aradaki şahısların eserleri ortada yokken, bazı kimseler itiraz etmişlerdir, “Buhârî bunları belki doğru tesbit etmedi?” gibi. Fakat sonradan bulunan metinlerle, Hemmam ibn-i Münebbih’in sahifesi gibi bulunantamamlayıcı metinlerle, Buhàrî’nin gerçekten dediği gibi, çok sıhhatli bir şekilde bu metinleri tesbit ettiği isbatlanmıştır.
Onlar gerçekten şahısları tenkid ederek, cerh ve ta’dil kitapları yazarak, sıhhatli rivayetleri toplamışlardır. Meselâ bir insan iyi bir insan olabilir ama, ahir ömründe hafızası zayıflar, hadisleri karıştırır; onu dahi yazmışlardır. “Ömrünün sonuna doğru bunun biraz hafızası zayıflamıştır, bazı şeyleri birbirine karıştırabilir.” gibi teferruatıyla yazmışlardır.
Dünyanın hiç bir yerinde, hiç bir şahsa, Rasûlüllah SAS Hazretleri’nin hayatının detayıyla, teferruatıyla tesbit edilmek nasib olmamıştır. Yâni dünya tarihinde şu güne gelinceye kadar hiç bir beşere nasib olmamış bir genişlikle, Rasûlüllah SAS Efendimiz’in hayatı tesbit edilmiştir: Gece ne yaptı, gündüz ne yaptı, evlendiği zaman ne yaptı, hanımıyla ne konuştu?.. Yemeği nasıl yedi, elini nasıl yıkadı, yüznumaraya nasıl gitti, nasıl geldi?.. Bu kadar detaylı hiçbir beşerin hayatı tesbit edilmemiştir.
Bu Rasûlüllah SAS’e nasîb olmuş bir mazhariyettir. Tabii bizim için de çok şâyân-ı şükran bir durumdur. Çünkü dinimizin sapasağlam bir kaynaktan, çok güzel bir metodla bize kadar malzemesi nakledilmiş oluyor.
Bu malzemeyi toplayan insanlar, ashàb-ı hadis, islâm alimleri arasında çok müstesnâ mevkiye sahiplerdir. Hattâ onlar hakkında Şerefü Ashàbil-Hadîs filân gibi özel kitaplar yazılmıştır. Hadis toplayan hadis alimlerinin şerefinin, sevabının ne kadar çok olduğunu anlatan eserler yazılmıştır, neşredilmiştir.
Bir alim bir tek hadis-i şerifi duyacağım diye, bir tek hadis-i şerifi dinleyeceğim diye bir ülkeye ziyarete gitmiştir. Tabii uçakla değil, o zamanın imkânlarıyla, yaya, binbir meşakkatle; ama o meşakkatin sevabını Allah’tan bekleyerek... Toza toprağa bulanarak, Rasûlüllah SAS Efendimiz’in bir hadis-i şerifini biliyormuş falanca şahıs diye Horasan’dan Kahire’ye gitmiştir, Irak’a gitmiştir. O kadar gayret göstermişlerdir.
Mâlikî mezhebinin imamı İmam Mâlik ibn-i Enes aynı zamanda fakîh idi, müftü idi. Herkesin kendisini her yönden ziyaret ettiği renkli bir şahsiyeti vardı. Büyük bir kişi idi, zamanın sultanlarının kendisine itibar ettiği bir kimse idi. Kapısını birisi çaldığı zaman sorardı:
“—Hoş geldiniz, ne yapmak istiyorsunuz? Yâni niçin geldiniz, maksadınız, arzunuz nedir?”
“—Efendim, ben bir fıkıh meselesi sormak istiyorum. Başımdan bir olay geçti de, bu hususta fetvâ istiyorum...” gibi bir şey olursa;
“—Söyle evlâdım!” derdi, soruyu dinlerdi, cevabı verirdi.
Aynı zamanda kendisi hadis alimiydi, hadis rivâyet ederdi. Hadis râvîsi, yâni kendisi hadis toplamış, başka tarafa rivayet ediyor.
“—Ey imam, biz senden hadis dinlemeğe, hadis rivayeti almağa geldik.” derlerse;
“—İçeri buyurun!” derdi.
Adamlar içeri girerlerdi. Arapların misafire en güzel ikramı buhurdur. En güzel buhurdanı yakıp götürürdü. Şimdi bilmiyorum hacca gidenler gördüler mi, Ramazanda Suudi Arabistan’a gidenler görmüşlerdir. En ön sıralarda oturan, en zengin, itibarlı, alim, yüksek şahsiyetlere buhurdanları getirirler, onlar koklarlar. Başörtülerini de böyle yanlara tutarak içlerine çekmeleri, nefes almaları, kendilerine mahsus bir şey... Kâbe’nin etrafını böyle buhurdanla tavaf ederler, millet biraz güzel koku ile tavaf yapmış olsun diye...
Odada buhur yaktırırdı, güzel koku yaktırırdı. kendisi içerde gusül abdesti alırdı. Zâten abdestli mübarek zat ama, zâten temiz ama, hadis rivayet edeceğim diye gusül abdesti alırdı. Sırf hadis rivayet etmeye duyduğu hürmetten, saygıdan dolayı... En güzel bayramlık elbisesini giyerdi, en güzel sarığını sarardı. Salona en güzel rahleyi kurdururdu. Üstüne en pahalı, en güzel örtüyü örttürürdü. Geçerdi oraya, dinleyecekleri de gayet ciddiyetle oturturdu karşısına...
“—Ben falancadan işittim. Rasûlüllah SAS Efendimiz şöyle buyurdu.” diye, tane tane, harf harf okurdu.
Onlar da yazarlardı. Yazdıklarını kontrol ederdi, ondan sonra, “Tamam, siz benden bu hadisi rivayet edebilirsiniz.” diye icazet verirdi.
Hadis alimlerinin metodu budur, hadis toplamaları bu tarzda olmuştur.
Hadis toplayan bir alimi anlatırlar, bu da önemli bu konuda... Bir hadis rivayet eden şahıs var diyorlar. Kalkıp gidiyor talebeleriyle...
O şahsın beldesine, şehrine geliyorlar, o adamı tarlada buluyorlar. Eline otu almış, atına, “Geh geh geh...” diyor, otu gösteriyor. Atı da, otu yiyeceğim diye yanına gelince, dizgininden uttuyor, otu vermiyor. Ata yakalamak için bir oyun yapmış, ot göstermiş, fakat otu yedirmemiş ata...
O talebeleriyle ondan hadis yazmağa gelen şahıs diyor ki:
“—Bu adamdan hadis alamayız. Çünkü bu atını aldattı, kendisinin güvenirlik vasfında şaibe var. Binâen aleyh bundan hadis yazamayız!” diyor, geri dönüyor.
O kadar ciddiyetle çalışmışlardır, bu onu gösteriyor.
Onun için, Peygamberimiz hakkında binlerce hadis kitabı vardır, milyonlarca hadis-i şerif vardır. Çünkü herkes gözünü dört açmış, pür-dikkat Rasûlüllah Efendimiz’i dinlemiş ve bunu güzel bir şekilde rivayet etmeğe çalışmıştır.
Yüzlerce ciltlik hadis kolleksiyonlarına sahibiz. Kelime kelime hadis-i şeriflerin bulunması için kolaylık sağlayan kitaplar hazırlanmıştır. El-Mu’cemül-Müfehres bi-Elfâzil-Hadîsin-Nebeviyye (Konkordans) gibi eserler hazırlanmıştır.
Karşılaştığımız bugünkü meseleler içinde dahi yeni/eski hiç bir mesele yoktur ki, hadis-i şerifleri tam bilirseniz, tam okumuşsanız, onun bir cevabı olmasın... Karşılaştığınız bir sosyal mesele, bir ihtilâf, bir fitne, bir sivri fikir, aykırı fikir... Mutlaka onun hakkında bir bilgi vardır. O kadar zengin bir muhtevâya sahiptir hadis-i şerif dünyası, alemi...
f. İslâm’ın Anlaşılması ve Korunması
Bu çalışmalar ve hadis-i şeriflerin böyle toplanmış olması Kur’an-ı Kerim’in en iyi şekilde anlaşılmasına yol açmıştır. Çünkü Kur’an-ı Kerim Rasûlüllah’a inmiştir ve Kur’an-ı Kerim’in ahkâmını yaşamayı ilkönce Rasûlüllah Efendimiz kendi üzerinde denemiştir. Yaşanmasını sağlamak için açıklamaları Rasûlüllah Efendimiz yapmıştır.
Binâen aleyh, eğer hadis-i şerifler olmasaydı, biz zekâtı nerden, ne kadar vereceğimizi kat’iyyen bilemezdik. Namazı nasıl kılacağımızı kat’iyyen tayin edemezdik. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de namaz kılın, zekât verin diyor ama, detay hadis-i şeriftedir. Binâen aleyh bu güzel gayretler, Peygamber Efendimiz‘in sünnet-i seniyyesi, hadis-i şerifler, Kur’an-ı Kerim’in en iyi anlaşılmasını ve hayata en güzel tarzda uygulanmasını sağlamıştır.
Onun için dinimizin en önemli kaynağı Kur’an-ı Kerim’den sonra, —hattâ Kur’an-ı Kerim’i de açıkladığı için birinci de diyebiliriz— en önde gelen kaynağı, sünnet-i seniyye-i nebeviyyedir.
Çeşitli milletlere mensub olan İslâm ümmeti, çeşitli milletler, çeşitli kültürler demektir. Çeşitli görgüler, bilgiler, adetler, örfler demektir. Çeşitli kafalar demektir. Bu İslâm ümmetinde hadis-i şerifler bir kültür birliği meydana getirmiştir, bir davranış birliği sağlamıştır. Milletleri ümmet olarak kaynaştırmıştır. Onları bid’atlara sapmaktan korumuştur. Dejenerasyondan, başka yabancı kültürlerin içinde entegrasyon dediğimiz onlara uymaktan, erimekten, bozulmaktan korumuştur.
Onun için bir Pakistanlı ile, bir sudanlı ile, bir Mısırlı ile, bir Cezâyirli ile, Balkanlardaki bir müslümanla, hadis-i iyi bilen bir insansa, her yönden çok rahat uyuşabilir, anlaşabilirsiniz. Çünkü kültür birliği meydana gelmiştir. Hadis-i şeriflerden doğan bir beraberlik, zevk birliği, davranış birliği, yaşam şekli birliği meydana gelmiştir.
Tabii, İslâm dinini eski dinlerin başına gelen bozulmalardan, tahrifattan, tağyîrattan korumuştur. Hadis-i şeriflerin bu kadar kuvvetli bir şekilde tesbit edilmesi, İslâm dininin tahrifata uğramasını engellemiştir, tahrifattan korumuştur, dini muhafaza etmiştir.
Bunun önemini anlamak için, bakın zamanları mukayese edelim: Peygamber Efendimiz’le bizim şu asrımız arasında ondört asır geçmiştir. Ama Hazret-i İsâ’dan daha bir asır geçmeden, hristiyanlık dejenere olmuştur ve Hazret-i İsâ’nın aslâ razı olmayacağı akîdeler çıkmıştır hristiyanların arasında... Hazret-i İsâ hiç bir şekilde, “Ben Allah’ın oğluyum!” dememiştir. “Allah’ı bırakıp da bana ibadet edin!” dememiştir. bunların hepsi sonradan, Hazret-i İsâ’ya rağmen, Hazret-i İsâ’nın rızasına aykırı olarak ortaya çıkmıştır, çok kısa bir zamanda...
Öteki dinlerde de dejenerasyon vardır. Bizim rahmetli Hikmet Tanyu, dinler tarihi profesörü idi. Zerdüşt’ün bile aslında bir peygamber olduğunu söylerdi. Aslında bir peygamber iken, zerdüştîlik ateşperestliğe dömüştür. Hamidullah Bey, Buda’nın bir peygamber olduğunu söylerdi. Ondan sonra budizm, bir putperestliğe dönmüştür. Bizim dilimizdeki put kelimesi, Buda kelimesi ile ilgilidir. Özel isim dönmüştür, bizim dilimizde sanemin, fetişin, Allah’tan gayri tapınılan bir objenin adı haline gelmiştir.
Demek ki dinlerde dejenerasyon oluyor, bozulma oluyor.
Biliyorsunuz Kur’an-ı Kerim kıssalarından, Hazret-i Mûsâ’nın zamanında yahudiler bozulmuştur. Sağlığında kendisi Tur Dağı’nda vahiy telâkkî ederken, kavmi aşağıda zinet eşyalarını toplayıp buzağı heykeli yapmıştır. Sâmirî isimli putperest sanatkâr;


فاخرج لهم عجلاً جسدًا له خوارٌ (طه:٩٤Wink

(Ve ahrace lehüm iclen ceseden lehû huvâr) “Böğürme sesi çıkartan, altından bir buzağı heykeli yapmıştır.” O da bir sanat... Yâni öyle bir hava akımı oluyor ki içerden, bir taraftan giren hava öbür taraftan çıkarken buzağı sesini oluşturuyor. Hani dümdüz neyden biz ses çıkartamıyoruz ama, sanatkârlar neye üfürüp gayet güzel makamlarda parçaları okuyabiliyorlar.
Ama tabii sadece böğürüyor; böğürmekten ne olacak, kıpırdamıyor, hareketi yok, faydası yok, zararı yok... Ama Hazret-i Mûsâ’nın zamanında, hâl-i hayatında dejenerasyon olmuştur. Eski kültürün, Mısırlılardan bulaşmış olan hastalıkların etkisiyle...
Mısırlılar öküze taparlardı, daha bir çok şeylere taparlardı; timsah tanrıları var, köpek başı şeklinde ölüm tanrıları var... Horus isimli kartal başlı tanrıları var, şimdi Mısır Havayollarının amblemidir. O kartal başlı Horus putunu maalesef amblem olarak almışlardır.
Bu dejenerasyon İslâm’da olmamıştır. Ne sebeple olmamıştır? Şâyân-ı şükran, elhamdü lillâh, iyi ki olmamış; neden olmamıştır?.. Çünkü hadisçiler vardır, çünkü sünnet-i seniyye-i nebeviyye güzel tesbit edilmiştir.
ALINTI
Bunu ilk beğenen sen ol.
Kayıtsız
Ziyaretçi
RE: SÜNNETİN ÖNEMİ
Tamamını okuyamadım ama sünnete uymanın önemi hakkında önemli bir acıklama olmus teşekkürler reyyan kardeş
Bunu ilk beğenen sen ol.

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren İslami Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.