İftar vakti, insanlar arasında “eşitlik” halinin inkâr edildiği bir sınıfsal tutuma dönüşmektedir.
Oruçlulara hizmet eden garsonun, görevlinin “oruçlu dahi olsa” yemeği terk ederek ikinci sınıf insana dönüştürülmesi, oruç tutanların dayattığı bir “eşitsizlik talebi”dir. İftar yemekleri, zamanında ve sıcak yemeklerle iftar etmeyi sadece kendilerinin imtiyazı olduğunu düşünenlerin, iftarı sonra etmesi gerekenlerden (garson ve hizmetkârlardan) ayrıldıkları bir sınıflaşmadır. “Nerede beleşe iftar ederiz” diye düşünenlerin oruçları, bir iktidar arayışıdır ve kendini imtiyazlaştırmayı iftar sofrasında aramaktadır.
Oruç tutmayı sadece kendisinin hakkı sayan “efendi”lerle, oruçlulara (oruçlu oldukları halde) hizmet eden (emek satan) köle-garibanlar iftar vaktinde ayrışır.
Oruç bu müesseseleşmiş iktidar yapısıyla “komşusu açken tok olma” ahlâksızlığını bozmamaktadır.
Bugünün oruçlarından Müslümanlar için hayır çıkmayacağı ortadadır. Çünkü “biri yer biri bakar ve kıyamet bundan kopar.”
Fakat oruçlu sınıfsal tabakası gereği kendisinin açlık şehvetini öncelikli saydığından o an kıyamet, mahşer düşünmez.
Kitlesel oruç sofralarının ne büyük israf tarlaları olduğu ise tartışmasızdır. İsraf haramdır ve şeytan bu israf ülkesinin üstünde dolaşmaktadır.
“Ramazanda şeytanların bağlı olduğu” hususu ancak sofralarımızda hakkıyla oruçlu gördüğümüzde şahitlik edebileceğimiz bir ilahi cevap sayılmalıdır.
Kendi elinle ağırlamadığın misafirine iftar yemeği vermiş değilsin.
Senin verdiğin iftar yemeği, bir debdebe yani “kibir sofrası”nın teşhiridir.
Kendi evinde israf olmasın diye neredeyse tabağını yalayan insanların “kitlesel iftar sofraları”nda nimete kibirle burun büktüklerini görürsün.
Oruç sonrası iftar, ahlâksızlığın (nimete küfranın) tekebbürüyle kendine gelir ve şehvetli bedenin geğirten gürültülerine ihtirasla sarılır.
Hayırlı iftarlar ey kötülük!
l.bergen