You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Yollarından çakıl taşlarını temizleyemedim bacım!

Yollarından çakıl taşlarını temizleyemedim bacım!

Kayıtsız
Ziyaretçi
Yollarından çakıl taşlarını temizleyemedim bacım!
Yollarından Çakıl Taşlarını Temizleyemedim Bacım!

Bacım!

Bir şiire ne güzel bir mısra olurdu bu cümle.

Yollarından çakıl taşlarını temizleyemedim bacım!

Katmerleşmiş acıların dışa vururmu... Vazifesini ifa edememiş bir er´in feryadı... Belki bunun da ötesinde, Allah´ın dininin yeryüzüne hakim olması için cihad meydanında yer alan bir mücahid´in aldığı iflah olmaz yaralardan dolayı safdışı kalmasına duyduğu kinin ilk belirtileri.... Acı bir itiraf.

Yollarından çakıl taşlarını temizleyemedim bacım!

Ne demek istiyor bu adam diye düşünen bir babayiğit var mı desem? Ya da daha çocuk yaşta her türlü zulmü tadan kız çocuklarının acılarını anlayanlar var mı? Bağırlarına taş basarak, boynu bükük çocuklarına sezdirmeden ağlayan anaları... Anlayan var mı zulümden yanan yürekleri?..

Anlamak ve zulme karşı koymak yerine, güçlü gözüken zalimlere destek olmaktan ileri gidememenin bir değeri var mı? "Sükût ikrardan gelir" der atalarımız. Haksızlık karşısında susanın "dilsiz şeytan" olduğunu duymayan Var mı? Ya Allah´ın emirlerine karşı savaşanlara karşı koymayıp, analarının arkasına saklanan çocuklar gibi sırra kadem basanlara ne demeli?

İslam düşmanlığının, zulmün ve haksızlığın karşısında susanlar, bütün yapılanları tasdik ve kabul etmiş olmuyorlar mı?

Sana yazdığım ilk mektubumu aldığını belirttiğin o kısacık, aslında çok büyük manaların yer aldığı yazındaki şu cümleyi ezberledim bile.

"Sanki yaşanan herşey bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti ve ağladım."

Bacım!

Kendi çocuklarını ağlatan, kendi çocuklarına zulmeden bir millete Allah, ne huzur verir, ne de hidayet... Kurulduğu günden beri bu ülkenin neden huzur ve rahata kavuşamadığını anlayabiliyor musun? Bunda senin gözyaşlarının da payı var.

Hayır, hayır!.. Ben seni suçlamıyorum. Mazlum asla suçlanamaz bunu da biliyorum. Hiçbir mazluma, "senin intizar ve gözyaşlarının yüzünden Allah azabını üzerimizden eksik etmiyor" denemez. Mazlumların ne suçu var, zalimler utansın?..

Devlet, bir baba şefkati ve ana kucağı sıcaklığı ile halkını bağrında barındıramıyorsa, suç kimindir? Ellerini açıp Allah´dan zalim idarecilerin belasını isteyenlerin mi?.. Silahını alıp da dağlarda eşkiyalık yapanların mı?.. Fakir milletin sırtından geçindikleri ve devletin en güzel yerlerinde arz-ı endam ettikleri halde yine millete zulmeden, yine milleti ve devleti soyan, yine devleti batırmak için gayret sarfedenlere iyi gözle bakılabilinir mi?

Hakkı olmadığı halde milleti iyi vatandaş, kötü vatandaş diye ayıran bir devlet... İstediğine fildişi saraylar kurarken, istemediğine yeryüzünü zindan eden bir devlet... Fakirinden alıp, zenginine, hırsızına, soyguncusuna pompalayan bir devlet... Katillerle bir olup, mazlumları ortadan kaldırmaya çalışan bir devlet... Devletin dininden olmayanları insan bile kabul etmeyen bir devlet... Böyle bir devletin benim lügatimde iyi bir adı yok, bunu bilesin!..

Yollarından çakıl taşlarını temizleyemedim bacım!

Kendi ağzımdan dökülen bu cümle bana çocukluğumu hatırlattı. Pembe bir dünyayı yaşadığım o çocukluk yıllarımı bir an yeniden yaşadım. Köyümüzün yemyeşil ovalarında dolaştım. Şırıl şırıl akan o güzel çeşmelerinden yine soğuk sular içtim. Uzun yeleli yağız atlarla yarış yaptım. Köyümüzün önünden akan ve gem vurulmaz suları olan Yeşil ırmağın sesini tekrar dinledim. Kartalların korkutucu saldırılarına rağmen hürriyetlerinden vazgeçmeyen tavşanlara hayran hayran baktım. Çocukluğumu bir film gibi yeniden seyrettim.

Çakıl taşları ile nasıl boğuştuğumu sana anlatmama izin verirsen sevinirim bacım.

Babamın peşine düşer, yollarda yürürdüm. Köyümüzden tam altı tane yol çıkar. Kimi kasabaya, kimi köylere, kimileri de tarla, bağ ve bahçelere gider.

Nereden çıktı bu yol muhabbeti demeyin sakın. Babamın çakıl taşlarını toplama işi bana ömür boyu yetecek bir askeri eğitimdi. Fakat bunun ne kadarını gerçekleştirebildiğimi anlatabilmek için bir misal olsun diye anlatıyorum.

Babam, yolda çeviz büyüklüğünde bir taş parçası görse alır, kenara atardı. Ben de onu takip ederdim. Bu kez ben de taş aramaya koyulurdum. Yoldaki yaşları kenara atmak hoşuma giderdi. Yeni bir oyuncak bulmuş olmanın sevincini yaşardım.

Bazen taş almak için eğildiğim zaman yüzüstü düşerdim. Ellerim, dizlerim ve yüzüm soyulurdu. Herbir yerimden kanlar akardı. Yara bere içinde kalırdım. Babam, "gazi oldun" derdi.

Bu kez bir hışımla atardım taşları sağa sola. O taşlar yolun üzerinde olmasalardı, düşmeyeceğimi düşünürdüm. O kötü taşları kim koymuştu yolumun üzerine?

Taş temizleme oyunundan bıktığım bir gün babama:

- Niçin hep sen yolları temizliyorsun baba? Biraz da başkaları temizlese olmaz mı diye sordum?

- İnsanlar için yapyorum, dedi.

İnsanlar için yolların tenmizlenmesinin ne anlama geldiğini düşündüm. Kocaman bir adam gibi kafa yordum.

Yürürken taşlara basıp kaç kez düştüğümü saymaya çalıştım. Sonunda "anladım" diye bir çığlık atıverdim. "Anladım ya!"

O taşlar yüzünden çocuklar düşüp ağlamasındı. İnsanların bir yerleri acımasındı. Hayvanlar yaralanmasındı. Arabaların tekerleri kırılmasındı. Bak ben düştüm, her yerim yara bere içinde.

Yalnız başıma olduğum zamanlarda yolların taşlarını temizlerdim. Evlerin arasından uzayıp giden yolları boydan boya arşınlardım. Nerede bir taş bulsam alır ve yolun kenarına atardım. Bazen öyle dalgın olurdum ki, taşların nereye gittiğinden haberim olmazdı. Bir kadının bağırması ile kendime gelirdim.

- Sen niye kapımı taşlıyorsun, şımarık çocuk derlerdi.

Önce irkilir, cam kırmadığım için de sevinir ve konuşmaya başlardım.

- Bana bağırma teyze!.. Ben yollardaki taşları temizliyorum.

- Sana ne yollardaki taşlardan?..

- Ben bu taşları temizlemezsem, senin kızın taşlara basar ve düşer. Elleri ve yüzü kan olur. O ağlarken sen üzülmez misin teyze? Bak, ben düştüm de burnumda hâlâ yara var.

Bu kez, o kızgın kadın gider, şefkatli bir anne gelirdi. Gülümser ve şöyle devam ederdi:

- Çocuğum!.. Dikkatli ol! Camlarımızı kırarsın.

- Özür dilerim teyze. Taşlara kızınca elimin ölçüsünü kaçırmışım. Bir daha dikkat ederim.

Beni dövmeye gelen teyze, yumuşar ve iki yanağımdan bir anne gibi öperek beni mükafatlandırırdı.

- Aslan oğlum, der ve giderdi.

İşte benim küçücükken yolların taşlarını temizleme hikayem. Yollarından çakıl taşlarını temizleyemedim bacım derken, dünümü hatırladım işte. Cansız, ama tehlikeli olan o taşlara karşı küçücükken verdiğim mücadelenin onda birini şimdi canlı, ama taşlar kadar ruhları ve insanlıkları olmayan mahlukları senin yollarından temizleyemediğim için de utandım. Senden, beni doğurup bu vatanı emanet eden anamdan, bana varını yoğunu harcayarak bugüne gelmemi sağlayan babamdan utandım.

Yollarından çakıl taşlarını temizleyemedim bacım!

Yanyana geldiğimiz an seninle beni, ya da bir kadın ile bir erkeği hiç karşılaştırdın mı? Aralarında bir güç ve vazife karşılaştırması yapabildin mi? Yani Allah Teâlâ´nın bir erkeğe verdiği vazifelerin neler olduğunu hiç düşündün mü?

Aslında hepisini biliyorsun. Fakat saygından ağzını açıp söyleyemiyorsun. Haykıramıyorsun!.. "Ey anaların erkek diye doğurduğu korkak adamlar!.. Ayağa kalkın ve vazifenizi yapın!.. Yollarımızdan çakıl taşlarını temizleyin!.. Yoksa bir kendi savaşımızı kendimiz yapacağız"diyemediniz bacım.

İtiraf etmeliyim ki, ben bir erkek olarak senin yollarından çakıl taşlarını temizleyebilmiş olsaydım, sen şimdi ağlıyor olmayacaktın. O çakıl taşlarına basıp düşmeyecektin. Çakıl taşları yollarını kesmeyaceklerdi. Yollarını kesemeyeceklerdi, çünkü yollarında çakıl taşları olmayacaktı.

Ama varlar işte. Her an yollarını kesiyorlar. Ve ben de onları seyrediyorum hiçbir şey olmamış gibi. Hazreti Ömer hiddeti ile kükreyip hadlerini bildiremedim. Sütçü İmam gibi "Ya Allah!" deyip iki ayaklı çakıl taşlarının arasına yalın kılıç dalamadım.

Unutma ki bacım!..

Yiğit kahramanlıkları ile öğülür. Korkuları ve pısırıklıkları ile adından söz ettiren bir yiğit gördün mü hiç?

Bir atasözümüz vardır bilirsin. "At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır." Atta öldü, yiğit de... Fakat ne şan kaldı, ne meydan. Evet, evet!.. Meydan insanlık düşmanlarına kaldı. Şimdi onlar at koşturuyorlar... Anlayacağın yolların çakıl taşları ile dolu.

Yollarından çakıl taşlarını temizleyemedim bacım!

Bu sana benim bir itirafımdır. Fakat sana hakkını helal et demeyeceğim. Çünkü buna yüzüm yok! Hem senin için hiçbir şey yapmadım ki!.. Üstelik sana karşı olan vazifelerimi de yerine getirmedim. Sana nasıl "hakkını helal et" diyebilirim?

12 Eylül 1980 sonrası yine tesettür zulmü hortlamıştı. 1981 yılında İstanbul´un ortasında "bu başörtüsünü artık biz erkekler takmalıyız" demiştim. Tam 23 yıl önce... Devletin cunta hakimiyetine girişinin en koyu günlerinde...

Sanırım, anaların erkek diye doğurduğu bu adamlar, onu bile başaramazlar. Korkularından saklanacak yer ararlar.

Biliyorum!.. Senin hakkını zalimlerden ellerimle çekip alamadım. Sadece dilimle hakkını almaya çalışıyorum. Yani sana yapılan zulümleri yazarak, anlatarak kendimi sana affettirmeye çalışıyorum.

"Erkek" adamların, yani yiğitlerin mum ışığı ile arandığı bugünde, senin işin çok zor bacım.

Fatih´in çocukları neredeler acaba?..

Allah Teâlâ´nın yardımı ve bereketi seninle olsun!..

Selam ve dua ile...

(alıntı)
Bunu ilk beğenen sen ol.

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren İslami Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.