You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Allâh Mekandan Münezzehtir

Allâh Mekandan Münezzehtir

Acemi Üye
Allâh Mekandan Münezzehtir
Yüce ALLÂH cisim degildir. (yani ALLÂHin bedeni, vucüdu, organlari yoktur). ALLÂH ölcüleri olan bir şey değildir (yani ölcülebilcek uzunluğu, genişligi ve kalinliği olan bir şey değildir. ) ALLÂHIN uzunluğu, genisliği ve şekli yoktur. ALLÂH bizleri yaratmiştir ve bizlere benzemez. Bizler ALLÂH´A muhtaciz. ALLÂH ise bize muhtac değildir.

Allâh'ın mekanı yoktur, yönü yoktur. O ne yukarda, ne aşağıda, ne sağda ne de soldadır. Büyük imamlarımız böyle bildirmişler.

Bu inancın tersine inananlar sapık olan müşebbihe yani Allâh'ı yarattığı şeylere benzetenlerdir. Bu zamanki selefiye (selefiler) diye geçinen vehhabiler de benzeticilerdir, dolayısıyla inançları bozuktur.
UNUTMA ! Kabrine bir tek Amelin gelir ..
Bunu ilk beğenen sen ol.
Son Düzenleme: 08-10-2017, Saat:07:48 PM, Düzenleyen: Nazlıcan.
Profesör
RE: Allâh Mekandan Münezzehtir
amenna...
"Ey Sevgili!..
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni!..
Bunu ilk beğenen sen ol.
General
RE: Allâh Mekandan Münezzehtir
Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.(Şehid İnşaAllah Malcolm x-Malik El Şahbaz)

Sizi rahatsız etmeye geldim!
Bunu ilk beğenen sen ol.
Acemi Üye
RE: Allâh Mekandan Münezzehtir
Malesef vahabilerin aciklamalarina uygun bazi aciklamalar da bulunmussun. Dolayisiyla seni selefiler diye gecinen o azinliga uymamani tavsiye ederim. Vehhabi zihniyetli kisilerin tercümelerini almissin. Mesela haşa imam Ebu Hanifeye isnat ederek diyorsun ki, "Allâh arş üzerinde durmaktadır." ve iftira ederek de, "Onun istikrarı arş üzerindedir." diyorsun.
Oysaki imam Ebu Hanifenin sözünde mana olarak : "İhtiyacı olmaksızın ve istikrar olmaksızın (yerleşmeksizin) arşa istiva etmiştirç." diye geçmektedir. Nasıl olur da istivaya durmak manasını verirsiniz. Allâh size hakka tabi olmayı nasib etsin
UNUTMA ! Kabrine bir tek Amelin gelir ..
Bunu ilk beğenen sen ol.
Profesör
RE: Allâh Mekandan Münezzehtir
"Ey Sevgili!..
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni!..
Bunu ilk beğenen sen ol.
General
RE: Allâh Mekandan Münezzehtir
"İhtiyacı olmaksızın ve istikrar olmaksızın (yerleşmeksizin) arşa istiva etmiştir."

bunu zaten tüm selef alimleri söyler. Allah hiçbir sıfatında ve yaptığında yaratılmış bir şeye muhtaç değildir. Allahın arş üstünde durması onu arşa muhtaç kılmaz.

ibn teymiyye nin tevhid risalesinden bir bölüm inşaAllah faydalı olacaktır şüphelere:
Alıntı:Dördüncü esas; ile bu açıklığa kavuşur. Şöyle ki:

İnsanların pek çoğu bazı sıfatların -veya çoğunun, ekseriyetinin ya da tamamının- yaratılmışların sıfatlarına benzediğini zanneder, sonra da bu anlayışını nefyetmek ister ve dört tür yanlışa (sakıncalı duruma) düşer.

Birisi: nasslardan anladığını yaratılmışların sıfatlarına benzetmesi ve nassların delâlet ettiği hususun teşbih ve temsil olduğunu zannetmesidir.

İkincisi: kendi anladığını nassların manâsı olarak telâkki edip bunları nefyedince (sıfatları bu anlama alıp ta'tile sapınca), nasslar, delâlet etmekte oldukları Allah'a lâyık olan sıfatların isbatı konusunda işlevsiz kalmaktadır. Bu kimse de, nasslara karşı işlediği suçun (cinayetin) yanısıra, Allah ve Resûlü'nün sözlerinden anlaşılanın bâtıl bir temsil olduğunu zannetmek ve onların sözlerinde geçen "Allah için sıfatların ve kendi yüceliğine uygun ilâhî manâların isbatı" nı işlevsiz kılmak (ta'til etmek) suretiyle Allah ve Resulü hakkında kötü zan beslemiş olmaktadır.

Üçüncüsü: bu kimse herhangi bir bilgisi olmaksızın (bir ilme dayanmaksızın) bu sıfatları nefyetmekte ve Allah'a lâyık olan hususları işlevsiz kılmış olmaktadır. (ta'til etmektedir.)

Dördüncüsü: Rabb'ı ölülerin ve cansızların ya da var olmayan (ma'dûm) şeylerin sıfatlarını temsil etmekle vasıflanmaktadır. Bu şekilde, Allah'a lâyık olan kemal sıfatlarını işlevsiz kılmış (ta'til etmiş) ve O'nu eksik ve var olmayan şeylere benzetmiş olmaktadır. Nassların delâlet ettiği sıfatları işlevsiz kılıp, bunların delâletini (Allah'ın) yaratılmışlara benzetilmesi olarak görmekle Allah'ın kelâmında ta'tîl (işlevsizleştirme) ve temsili (benzetme) bir araya getirmekte ve dolayısıyla Allah'ın isimleri ve âyetleri hususunda mülhid konumuna düşmekte (ilhada (küfre) sapmakta) dir.

Meselâ, nassların tamamı Allah'ın yüceliği, yaratılmışların üstünde oluşu ve Arş'a istiva etmesi ile vasıflanmasına delâlet eder. O'nun yüce ve yaratılmışlardan ayrı oluşu nassa uygun olan akıl ile bilinir.

Arş'a istiva etmenin bilinmesinin yolu ise bizzat nasstır. Kitap veya Sünnet'te, O'nun âlemin içinde veya dışında, âlemden ayrı veya içre oluşuyla vasıflanması söz konusu değildir. Vehme düşen kimse, Allah Arş'a istiva etmekle tavsif edildiğinde O'nun istivasının:

"Ve size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var etmiştir." (Zuhruf 43/12-13) âyetinde geçtiği üzere insanın gemi veya hayvan üzerine oturup yerleşmesi gibi olduğunu zanneder. Ona, Allah Arş'a istiva etmişse, gemiye veya hayvana binen kimsenin bunlara muhtaç olduğu gibi, Allah da Arş'a muhtaç imiş gibi gelir.

Nitekim gemi batarsa gemiye binen kimse de (denize) düşer; hayvanın ayağı tökezlerse ona binen de yere kapaklanır. Buna kıyasla şayet Arş yok olursa -hâşâ- Allah Te'âlâ da düşer, işte söz konusu kişi zannına binaen bunu reddetmek ister ve "O'nun istivası oturmak veya yerleşmek şeklinde değildir" der.

İstiva denen şey için söylenenlerin, oturma ve yerleşme (istikrar bulma) için de söyleneceğini bilmez. Eğer ihtiyaç duyma söz konusu ise istiva ile oturma ve yerleşme arasında fark yoktur; bu manâda O ne istiva eden, ne yerleşen ne de oturandır. Şayet bunlar için yalnızca istiva için geçerli olan hususlar geçerliyse, birini isbat edip diğerini reddetmek delilsiz ve yersiz bir hükümdür.

İstivâ, yerleşme ve oturma (istikrar bulma) arasında genel kabul görmüş bazı farkların olduğu bilinmektedir. Ancak burada gaye, bir şeyi reddettiği halde onun benzerini isbat eden kimsenin hatasının bilinmesidir. Herhalde buradaki hata "Arş üzerine istiva" mefhumu üzerindeki hatasından kaynaklanmaktadır; zira o bu istivanın, insanın hayvana veya gemiye binip yerleşmesi (anlamındaki istiva) ile aynı olduğunu zannetmiştir. Oysa bu lâfızda buna delâlet eden bir şey yoktur; çünkü Allah tıpkı diğer fiil ve sıfatları gibi istivayı da kendi zâtına izafe etmiştir.


Nitekim O, kendisinin "takdir edip yol gösterdiğini", gökyüzünü elleriyle bina ettiğini, Musa ve Harun ile birlikte işittiğini ve gördüğünü zikrettiği gibi yarattığını sonra da istiva ettiğini buyurmuştur.

Diğer sıfatlarında da olduğu gibi, yaratılmışlara da uyan mutlak bir istiva ya da yaratılmışı da içine alan genel bir istivadan bahsetmemiştir. Ancak kendi yüce zâtına izafe ettiği bir istivayı zikretmiştir.

-Farz-i muhal kabilinden- Allah'ın, yarattığı varlıklar gibi olduğu düşünülse idi -ki Allah bundan yüce ve münezzehtir- O'nun istivası yaratılmışların istivasının benzeri olurdu. Ancak, O'nun yarattıklarına benzemediği ve bilâkis O'nun yaratılmışlardan müstağni olduğu, Arş'ın ve sair şeylerin Yaratıcısı olduğu ve kendisinin dışındaki her şeyin O'na muhtaç bulunduğu bilindiğine göre Allah kendisi dışındaki her şeyden müstağnidir. Ancak kendisine mahsus bir istivadan bahsetmiş, başkasını da kapsamına alan veya başkasına uyan bir istivayı zikretmemiştir.

Aynı şekilde ilmi, kudreti, görmesi, işitmesi ve yaratmasında da ancak kendisine mahsus (sıfatlardan) bahsetmiştir. O halde, şayet Allah Arş'a istiva etmişse ona muhtaç olacağı ve Arş çökerse üzerinde bulunanın da yere kapaklanacağı nasıl düşünülebilir.? Bütün eksiklerden arınmış ve yüce olan Allah zalimlerin ve münkirlerin söylediklerinden münezzehtir. (çok çok yücedir.)

Bunlar, böyle anlayan, böyle vehmeden, lâfzın zahiri ve delâlet ettiği hususun bu olduğunu zanneden veya yaratılmışlardan müstağni olan Âlemlerin Rabbi için bunları caiz gören kimsenin salt cehalet ve sapkınlığından başka bir şey değildir. Bir câhilin böyle anladığı ve bunu vehmettiği farz edilirse, ona bunun caiz olmadığı, Allah'ın zâtını vasıfladığı diğer sıfatlarda buna benzer hususlara delâlet etmediği gibi burada da lâfzın kesinlikle buna delâlet (işaret) etmediği açıklanır.

Allah Te'âlâ:

"Göğü kendi ellerimizle biz kurduk, bina ettik" (Zâriyât 51/47) buyurduğunda, bu inşanın inşaat malzemelerine (kovaya, küreğe, kerpice ve çamurla çalışmaya) ihtiyaç duyan insanoğlunun inşası gibi olduğu düşünülebilir mi?

Allah'ın âlemin bazı kısımlarını diğerlerinin üstünde (tabaka tabaka) yarattığı ve üstte olanı alttakine muhtaç kılmadığı bilinmektedir. Meselâ; Hava yerin üstündedir ve yerin kendisini taşımasına muhtaç değildir; bulut yerin üstündedir ve onun kendisini taşımasına muhtaç değildir; gökler yerin üstündedir ve onun tarafından taşınmaya muhtaç değildirler. Yücelerin Yücesi her şeyin Rabbi ve sahibi, hâkimi olan Allah, yarattığı her şeyin üstünde (yukarısında) olunca bu, yarattıklarına ve Arş'ına muhtaç olmasını nasıl gerekli kılar?

Ya da yarattıklarından yüce olması, yaratılmışlar hakkında bile zorunlu olmadığı halde O'nun için bu ihtiyacı nasıl zorunlu kılar?

Kaldı ki, yaratılmışlar hakkında bile söz konusu olan "kendisi dışındakilerden müstağni olma" ya Allah daha lâyıktır ve O'nun için bu daha önceliklidir. (Şurası bilinen bir gerçektir ki bir yaratığın başka birine muhtaç olmamasının kesin olduğu bir mes'elede, Allah'ın hiç de muhtaç olmayacağı açıklamaya bile ihtiyaç göstermeyen bir konudur.)

Yine bunun gibi:

"Gökte olanın, sizi yere batırıvermeyeceğinden emin misiniz? O zaman yer sarsıldıkça sarsılır" (Mülk 67/16) âyetine göre Allah'ın göklerin içinde olması gerektiğini vehmeden kimse ittifakla câhil ve sapkındır (sapıktır).

"Güneş ve ay göktedir" demiş olsaydık bunu gerektirirdi; zira " fî (içinde)" edatı öncesi ve sonrasına bağlıdır ve izafe edildiği şeye göre değişir. Dolayısıyla bir şeyin bir mekânda olması, cismin bir hayyizde olması, arazın cisimde olması, yüzün aynada olması, sözün kâğıtta olması birbirinden farklıdır. Her ne kadar hepsinde " fî=da" edatı kullanılıyorsa da bunların her birinin diğerlerinden ayrıldığı kendine has bir durum ve özelliği vardır.

Birisi "Arş gökte midir yerde mi?" diye sorsa, "Göktedir" denir; yine "Cennet gökte midir yerde mi?" dese, "Göktedir" cevabı verilir ve bundan ne Arş'ın ne de Cennet'in göğün içinde olması gerekir. (bu cevap ne Arş'ın, ne de cennetin göğün içinde olmalarını gerektirmez.)

Sahîh hadîste varit olduğu üzere Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki:

"Allah'tan Cennet'i istediğinizde Firdevs'i isteyiniz. Çünkü O, Cennet'in en üstünüdür. Cennet'in ortası ve tavanı, çatısı Rahmân'ın Arşı'dır" (Buhârî, "Cihâd", 4; Tirmizî, "Cennet", 4; İbn Mâce, "Zühd", 39.)

Tavanı, çatısı Arş olan bu Cennet feleklerin üstündedir; maamâfih, feleklerin üstünde de altında da olsa "Cennet'in gökte olmasıyla" O'nun yüce olması kastedilmektedir.

Allah Te'âlâ:

"... bir çare bulup göğe yükselsin... " (Hac 22/15) ve:

"Gökten tertemiz su indirdik." (Furkân 25/48) buyurmuştur.

İmdi, Allah'ın Yücelerin Yücesi ve her şeyin üstünde olduğu muhatapların zihninde yerleştiğine göre, "Allah göktedir" sözünden anlaşılan O'nun yüceliklerde ve her şeyin fevkinde (üstünde) olduğudur.

Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Allah nerededir?" diye sorduğunda:

"Göktedir" diyen cariyenin ifadesi de buna benzer; O, özellikle yaratılmış cisimlere ve bunlara hulul etmeye işarette bulunmaksızın yalnızca yüksekte oluşu kastetmiştir. (Müslim, "Mesâcid", 33; Ebû Dâvûd, "Eymân", 16; Muvatta', "Itk", 8; Ahmed b. Hanbel, V, 447, 448, 449.)

"Yükseklik" denince bu bütün varlıkların fevkine şamildir; bütün bunların üstünde olan da göktedir. (yaratılmışların yukarısı göktedir.) Bu, orada O'nu içine alan bir varlığın bulunmasını gerektirmez. (Ayrıca bu, Allah'ı çevreleyen bir mekânın bulunmasını gerektirmez.) Zira âlemin fevkinde (üstünde) Allah'tan başka bir varlık mevcut değildir.

Aynı şekilde, "Arş göktedir" denildiğinde bu da Arş'ın mevcut ve yaratılmış bir başka şeyin içinde olmasını gerektirmez. Gökten kastedilenin felekler olduğu farz edilse bile o zaman da kasıt "onun üstünde" şeklinde olur.

Nitekim:

"... sizi hurma dallarına asacağım" (Tâhâ 20/71)

"Yeryüzünde gezin dolaşın" (Âl-i İmrân 3/137) ve

"Yeryüzünde dolaşın" (Tevbe 9/2) âyetlerinde de (" fî " edatının kullanımı ile ilgili) aynı hususlar geçerlidir.

Nitekim kişi en üst noktasında (en yükseğinde) olsa bile "Filân kişi dağdadır" veya "damdadır (yüzeydedir)" denilir. (ve bununla o şahsın, dağın veya damın içinde olduğu kastedilmez).
Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.(Şehid İnşaAllah Malcolm x-Malik El Şahbaz)

Sizi rahatsız etmeye geldim!
Bunu ilk beğenen sen ol.
Son Düzenleme: 01-01-2013, Saat:06:24 PM, Düzenleyen: karadamlalar.
Acemi Üye
RE: Allâh Mekandan Münezzehtir
İbni Teyymiyye, Daru'l-kutubi'l-ilmiyye yayınevinin baskısı itibarıyla "El-Esmau ve's-Sıfât" adlı kitabının 81. sayfasında (Me'azâllâh, Allâh'a küfürden sığınırız) şöyle diyor: "Dolayısıyla O (Allâh), onların (kullarının) yanına (kıyamet günü) gelip de Kürsi'si üzerine oturduğunda yeryüzü onun nurlarıyla aydınlanır..." Allâh'ı oturma sıfatı ile vasıflandıran küfre girer, tıpkı müçtehit ve usulcü alimlerin belirttikleri gibi. Şafii alimlerin büyüklerinden olan İbnu Rif'a "Kifayetu'n-Nebîh" adlı kitabında şöyle demiştir:
"Kadı Hüseyin, imam Şafiinin şöyle dediğini nakletmiştir: "Kim Allâh'ın arşa oturduğuna inanırsa o kafirdir."

İbni Teymiyye, vehhabilerin merkezi olan Riyad baskısı itibarıyla "Şerhu Hadisu'n-Nuzûl" adlı kitabının 217. sayfasında (Me'azâllâh, Allâh'a küfürden sığınırız) şöyle demiştir: "İncilde (1) şöyle geçmektedir, Mesih (İsâ) şöyle demiştir: "Semâ'ya (göğe) yemin etmeyin, muhakkak ki semâ Allâh'ın Kürsi'sidir. Sizler insanları (insanların günahlarını) affetseniz de muhakkak ki sizin gökteki babanız sizin hepinizi affeder." Allâh'a böyle açık küfürlerden sığınırız. Böylece belli olur ki İbni Teymiyye muharref olan İncil adlı kitabı delil olarak göstermeye kalkmıştır. Belirli kaynaklar göstererek, küfür olan ifadeleri güya küfrün doğruluğunu ispatlamak için delil olarak göstermeye kalkışmak da ayrı bir küfürdür. Tahrif edilmiş olan bir kitabı delil olarak nasıl göstermeye kalkar o gece odun toplayıcısı?!!

Şunları da belirtelim ki, İbni Teymiyye İsâ Peygamber (selâm üzerine olsun) hakkında kendisine sözde tabi olanların, insanların günahlarını kendi akıllarınca affetmelerine göz yummuş ve bunu benimsemiş ve bir de Allâh hakkında haşa, "Gökte olan baba" demiş. Allâh'a mekan isnat ederek O'nun gökte olduğunu söylemek küfürdür. Allâh'ın baba olduğunu söylemek de açık küfürlerdendir. Bu konuda cahillerin "Allâh Baba" demelerini mazeret sayarak onları İslâm dairesinde sayan Cübbeli Ahmed Ünlünün sözü batıldır ve hiç bir delile dayanmamaktadır. Çünkü "Allâh Baba" demek sarih bir küfürdür, tevili mümkün değildir. İşte vehhabilerin, izlerinden gitmiş oldukları İbni Teymiyye böylesi inancı olan bir melundur.

(1) Kitaba dipnot yazan vehhabi, bu ifadenin doğru olan İncilde yazılı olduğuna dikkat çekiyor.
UNUTMA ! Kabrine bir tek Amelin gelir ..
Bunu ilk beğenen sen ol.
Son Düzenleme: 01-01-2013, Saat:06:45 PM, Düzenleyen: gulumgulo.
General
RE: Allâh Mekandan Münezzehtir
ibn teymiyye hakkında getirdiğiniz "küfür sözleri" iddiaları ebu hanife, imam malik, imam ahmed vb alimler için de geçerli değil mi? ibn teymiyye hakkında onca iftira internette dolanmaktadır, zira düşmanları ibn teymiyye hakkında iftira atmakta hiçbir isnada dayanmadan rahatça saymışlardır. ibn teymiyye yi mehmet şevket eygiden, ebubekir sifilden okumak yerine kendisinden okudunuz mu? eğer ki müteşabihleri tevil etmeyip zahiri üzerine iman etmek küfür ise tüm selef küfre girdi, tüm mezhep imamları küfre girdi(haşa)...
Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.(Şehid İnşaAllah Malcolm x-Malik El Şahbaz)

Sizi rahatsız etmeye geldim!
Bunu ilk beğenen sen ol.
Profesör
RE: Allâh Mekandan Münezzehtir
İbni Teymiye


Sual: Vehhabilerin [selefilerin] Şeyh-ül-İslam bilip yolundan gittikleri İbni Teymiye kimdir, âlimlerimiz onun hakkında ne demiştir?
CEVAP
Hanbeli fıkıh ve hadis âlimi iken mezhepsiz oldu. Ehl-i sünnete uymayan yazılarından dolayı Mısır’da iki defa hapsedildi. 1263 senesinde Harran’da doğup, 1328 de Şam’da kalede hapiste iken vefat etti.

İbni Teymiye, Ehl-i sünnet âlimlerinin büyüklüğünü anlamamış, tasavvufu inkâr etmiş, Ehl-i sünnetten ayrılmıştır. Kitapları, kendilerine Selefiyyeci diyen mezhepsizlere kaynak olmaktadır. Mezhepsizler, onu övmekte, İslam müceddidlerinin piri demektedirler. İbni Teymiye’nin şaki ve dalalette olduğu Seyf-ül-Cebbar ve farisi Tâlim-üs-sübyanda da yazılıdır.

Camiul-ezherdeki hanefi âlimlerinden Muhammed Bahitin (Tathir-ül-füad min-denisil itikad) kitabı, (Et-tevessüli bin-Nebi ve bis-Salihin), (Şevahid-ül-hak), (Cevahir-ül-bihar), (Seyf-ül-Cebbar) ve (Tâlim-üs-sübyan) kitapları, İbni Teymiye’nin dalalete düştüğünü vesikalarla ispat etmektedir.

İbni Battuta, ibni Hacer-i Mekki, imam-ı Sübki, kendi oğlu Abdulvehhab, izzeddin bin Cema'a, Ebu Hayyan Zahiri, Zahid-ül Kevseri, Yusuf-i Nebhani, imam-ı Şarani, Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Şeyh-ül-İslam Mustafa Sabri Efendi gibi nice âlimler İbni Teymiye’ye reddiyeler yazmışlar, dalalet ve küfürlerini açıklamışlardır. Üstad Necip Fazıl da, (14. asrın irşad kutbu seyyid Abdülhakim Arvasi, “İbni Teymiye dini içinden zedeleyen mülhiddir” buyurdu) diyor. (Türkiye’nin Manzarası)

Dal ve mudil olduğu, Savi tefsiri 107. sayfasında da yazılıdır.

İslam âlimleri buyuruyor ki:
(Allahü teâlânın, sapıtmasına ilmini sebep ettiği kimsedir.) [İbni Hacer-i Mekki - Fetava-yı hadisiyye]

(İbni Teymiye öyle bir kimsedir ki, bozuk sözlerine ve çürük vesikalarına, büyük âlimler cevap vermişler ve düşüncelerinin çirkinliğini ortaya koymuşlardır. [Şam, Mısır ve Kudüs’de kadılık yapmış olan şafii fıkıh ve hadis âlimlerinden Muhammed] İzzibni Cemaa, onun için, Allahü teâlânın dalalete sürüklediği, azdırdığı ve zillet gömleği giydirdiği kimsedir. İslam âlimlerine ve bilhassa Hulefa-i raşidine karşı ahmakça itirazlarda bulunmuştur demiştir.) [İbni Hacer-i Mekki - El-cevher-ül-munzam]

(İbni Teymiye’nin sözlerinin kıymeti yoktur. O, dalalettedir ve Müslümanları dalalete sürüklemektedir. Müslümanların icmasından ayrılmış, bid’at yolunu tutmuştur. İslam âlimleri, onun dalalette [sapık] olduğunu, sözbirliği ile bildirdi. Kutbüd-Berdiri, Şerhi Muhtasarda, bunu uzun yazmaktadır.) [Tahir Muhammed Süleyman - Zahiretül-fıkhil-kübra]

(Kitab-ül Arş onun en çirkin kitaplarındandır. Ona Şeyh-ül-İslam diyenin kâfir olacağını söyleyen âlimler vardır.) [İmam-ı Sübki] (Nebras haşiyesinde bildiriliyor.)

(İbni Teymiye’ye uyanın malı ve canı helaldir.) [Miratül-cenan, Nebras haşiyesi]

İbni Teymiye, Kitab-ül Arş isimli eserinde, “Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır” diyor. Essırat-ul-müstekim kitabında da, ibni Abbas gibi büyük sahabilere kâfir demiştir. (Keşfüzzunun)

El-ubudiyyet kitabında ise, Allahü teâlânın ismini zikretmenin bid’at ve dalalet olduğunu bildirmekte ve tasavvuf âlimlerine çirkin iftiralar yapmaktadır.

(Arş kadimdir) diyor. (Akaid-i Adudiyye şerhi)

(Şam camiinin minberinden inerken “Allah gökten yere, benim indiğim gibi iner” dedi.) [İbni Battuta -Tuhfetünnüzzar tarihi]

Abduh’un yetiştirdiklerinden olup, onun yolunda giden Abdürrazık paşa bile diyor ki:
(Vehhabilik, bir bakımdan ibni Teymiye’ye bağlı olduğu gibi, son asrın müceddidi denilen Abduh’daki dinde reform fikirleri de, ibni Teymiye’ye bağlıdır.)

(Kaza namazı kılmak lazım değildir) derdi. Halbuki dört mezhepte de farzdır.

Cehennem azabı sonsuz olmadığını söylerdi. Kâfirlerin Cehennemde sonsuz kalacaklarına dair bir çok âyet-i kerime vardır. (Bekara 81, Ahzab 65, Fussilet 28, Zuhruf 74)

(Ömer çok yanılmıştır) diyerek, imam-ı Ahmed’in bildirdiği (Allahü teâlâ, doğru sözü, Ömer’in dili üzerine koymuştur. [O hiç yanılmaz]) hadis-i şerifine karşı gelmiştir. Eshab-ı kiramın çoğu, ictihad ile anlaşılacak işlerde yanılmış olsa da, onların yanılmaları, ictihadi mesele idi. İctihadda müctehidin yanıldığı bilinemez. Çünkü ictihad ictihad ile nakzedilmez. Bunun için, müctehid olan o büyükler tenkit edilemez. Dört mezhebin ictihadları farklı olduğu halde, benimki doğru diyerek biri ötekini tenkit etmemiştir.

Sadreddin-i Konevi, İbni Arabi hazretleri gibi tasavvuf büyüklerine de saldırmıştır. “Gazali’nin kitapları uydurma hadis ile dolu” derdi. (Hadika)

İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye, tasavvufu inkâr eder, evliyaya, ariflere dil uzatırdı. Kitaplarını okumaktan, yırtıcı hayvandan kaçar gibi kaçmalıdır.) [Tabakat-ül-kübra]

İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye kibirliydi. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdeti idi.) [Kam-ul Muarıd]

Muhammed Ali Bey; Hitat-uş-Şam kitabında diyor ki:
(İbni Teymiye’nin hedefi, Luther adındaki papazın hedefine benzer. Fakat, Hıristiyanlığın reformcusu muvaffak oldu. İslamınki olamadı.)

İbni Hacer-i Askalani hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye; “Kabri Nebeviyi ziyaret için sefere çıkmak haramdır. [Hazret-i] Ali iman ettiği zaman çocuk olduğu için Müslümanlığı sahih olmadı. [Hazret-i] Osman malı çok severdi” diyerek eshab-ı kiramın büyüklerine dil uzattı.) [Ed-Dürer-ül-Kamine]

İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye, Peygamberlerin masumiyetini (günahtan korunmuş olduklarını) reddetmiştir. Halbuki, masumiyet Peygamberlerin sıfatlarındandır.
Başta Peygamber efendimizin kabri şerifleri olmak üzere eshab-ı kiramın, velilerin, âlimlerin ve salih Müslümanların kabirlerinin ziyaret edilmesine karşı çıkmış, bunları şefaate vesile kılmayı da haram saymıştır.) [Fetava-i Hadisiyye]

Sual: Selefilerin vazgeçilmez üç prensibi varmış, bunlara uymayan Allah’ın gönderdiği din ile amel etmezmiş. Bu hususta açıklama yapar mısınız?
CEVAP
İbni Teymiye, Furkan isimli kitabında dini üç kısma ayırmaktadır. Selefilere göre bu üç prensip vazgeçilmez esaslardır. İslamiyet ancak bu üç kaide gereğince, aslına uygun olarak bilinebilirmiş. Yoksa İslam pınarını, etraftan karışmış bulanık sulardan yani mezhep imamlarının ictihadlarından arındırmak mümkün değilmiş. Çünkü fıkıhçılar, kelamcılar ve tasavvuf ehli, dinin aslına ilaveler yapmışlar, bu bakımdan din çok genişletilmiş ve içinden çıkılmaz bir hâl almışmış. Dine yapılan bu ilaveleri çıkarmak gerekirmiş.
Selefilerin sımsıkı bağlandıkları üç prensip şöyle:
1- Münezzel din: Kur’an-ı Kerimden ve sahih kabul ettiği hadis-i şeriflerden kendi anladıkları.
2- Müevvel din: Mezhep imamlarının Kitap ve sünnetten çıkardıkları hükümler.
3- Mübeddel din: Geçmiş dinlerin hükümleri ve uydurma saydığı hadis-i şerifler.

İbni Teymiye’ye göre, Münezzel dine uymak bütün müslümanlara farzdır. Çünkü Allahü teâlâ bir müctehidin Kitap ve Sünnetten neyi anladığını bir başka mükellefe sormaz. Hatta onu mükellef de tutmaz. Herkesi Kitap ve Sünneti anladığı ölçüde sorumlu tutar. Bu bakımdan herkes, Münezzel din ile amel etmelidir.

Müevvel dine, tevil edilmiş olana, ictihaddan aciz olan mukallitlere caizdir. Ama müctehid olanlara bu caiz değildir.

İbni Teymiye’nin selefiye yolunu savunan bütün mezhepsizler, kendilerini birer müctehid zannettikleri için, mezhep hükümleri onlar için muteber değildir, Kitap ve Sünnetten anladıklarına tâbi olurlar. Kendilerine selefiyiz diyen bugünkü mezhepsizler, kraldan çok kralcı olup, İbni Teymiye mukallit halk için müevvel din ile [mezhep imamlarının hükümleriyle] amel etmeyi caiz görürken, onlar cahillerin de, mezhep hükümleriyle amel etmesini caiz görmezler, herkesi Kitap ve Sünnete el atmaya iterler.

İbni Teymiye’nin Mübeddel din diyerek eski dinleri bir kalemde silip atması caiz olmaz. Çünkü geçmiş dinlerin iman yani inanılacak hususları (yani amentüdeki esaslar, insanlar tarafından bozulmadan önce) bütün dinlerde aynı idi. İslamiyet bozulan bu hususların doğrusunu bildirmiş, amele ait hükümlerin de, hepsini değil bazılarını nesh etmiştir.

Uydurma hadislerle amel edilen bir din yoktur. Uydurma hadis meselesi de ayrı bir konudur. Bir müctehidin usulüne göre, uydurma sayılan bir hadis, başka bir müctehidlerin usulüne göre sahih olabilir. İbni Teymiye, aklının almadığı hadis-i şeriflere hemen uydurma damgasını basmıştır. Fıkıh, kelam ve tasavvufun ortaya koyduğu hükümleri, usulleri, uydurma hadislerden çıkarıldığı havasını uyandırmak istemiştir. Onun bu mugalatasına İslam âlimleri gerekli cevaplar vermiştir.

Mezhepsizler, imamları olan İbni Teymiye’nin görüşlerine uyar ve onun usulüne uyup Kitap ve Sünnetten ahkam çıkarmaya çalışırlar. Bunu da gayet normal sayarlar ve buna münezzel din derler.

Biz de mezhep imamımız olan imam-ı a'zam hazretlerinin hükümleriyle amel edince, onun usullerine uyunca, Allah’ın gönderdiği din ile değil, mezhep imamlarının çıkardığı din ile amel ettiğimizi söylerler.

İbni Teymiye’ye uyup Kitap ve Sünnete el ve dil uzatan mezhepsizler, bizim de imam-ı a'zama uymamıza ne hakla karşı çıkarlar ki?

En kötü insan kimdir?
Sual: İbadet etmemek, günah işlemek kibirden midir? İbni Teymiye’nin bir mezhebe bağlanmaması da mı kibirdendir?
CEVAP
İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, ibadet etmekten çekinip kibirlenenleri [ceza vermek için] kıyamette toplar.) [Nisa 172]

(Dünyada kibirlenip, günah işlediniz. Bugün şiddetli azap göreceksiniz.) [Ahkaf 20]

Cahiliyet döneminde Araplar kibirlerinden ayakkabılarının bağı kopsa eğilip bağlamazlardı. Asr-ı saadette iman edenler, eğilip toprağa secde ettiler, ama müşrikler yine kibirlerine devam ettiler. Kâfir kalmalarına kibirleri sebep oldu. İmam-ı Süyûti hazretleri buyuruyor ki:
İbni Teymiye, kibirliydi, kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdetiydi. (Kamul-muarıd)

İşte bu kibri yüzünden bir mezhebe bağlanmayıp, mezhepsiz olmuştu. İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed, İmam-ı Züfer gibi büyük âlimler, müctehid oldukları hâlde, Hanefi mezhebinin mensubu olmakla şereflendiler. Hiç kimse onları tenkit etmedi. Hâlbuki İbni Teymiye, bu şereften mahrum kaldı, tenkit yağmuruna tutuldu, hatta küfre girdiği bile bildirildi. Dalalet fırkalarının hepsi de, kibirleri yüzünden çeşitli fırkalara bölünmüştür. Her fırka kendisinin doğru olduğunu, diğer fırkaların sapık olduğunu ilan etmiştir. Hâlbuki tevazu, hakkı çocuk söylese bile kabul etmektir. İmam-ı Rabbani hazretleri, (Kötü sıfatların en kötüsü, kibir sıfatıdır) buyuruyor. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Kibir, hakka razı olmamak, hakkı kabul etmemek ve insanları küçük görmektir.) [Müslim]

(En kötü kimse, katı kalbli ve kibirli olandır.) [İ. Ahmed]

(Kibirden sakın! Kibir şeytanı, hazret-i Âdem’e doğru secdeden alıkoydu.) [İ. Asakir]

(Büyüklenip, kibirli yürüyen kimse, ölünce Allah’ı gazaplı bulur.) [Buhari]

(Cehennemlikler katı kalbli, cimri ve kibirli kimselerdir.) [Buhari]

(Kibrinden dolayı ağzını eğip bükerek konuşan ateştedir.) [Taberani]

(Tevazu edip, fakirlerle beraber ol ki, Hak indinde değerin artsın ve kibirden kurtulasın.) [E. Nuaym]

(Eski elbiseli fakir de, kibirli olabilir.) [İ. Ahmed]

(Allahü teâlâ, [özellikle] kibirli fakire buğzeder.) [Taberani]

(Lâ ilâhe illallah kelimesini şeksiz, kibirsiz ve zulüm yapmadan söyleyeni Allahü teala Cehennem ateşinden korur.) [Hâkim]

(Güzelliğin âfeti kibirlenmektir.) [Harâitî] (Kibir, her güzelliği yok eder.)

İbni Teymiyye ve mücessime
Sual: İbni Teymiyye’nin, Allahü teâlâyı bir cisim olarak kabul eden mücessime fırkasından olduğu, kendi kitaplarında yazıyor mu?
CEVAP
Evet, kendi kitabında, hâşâ Allah’ın Arş’ın üstünde olduğunu ispat etmek için diyor ki:
Allah dilerse, bir sivrisineğin sırtına yerleşir de, sivrisinek Onun kudreti ve rububiyetinin lutfü ile Onu yüklenip kaldırır. Böyleyken Allah Arş’ın üzerine nasıl yerleşmez? (Beyan Telbis el-Cehmiyye, 1/568)

Bu konuda, Zahid-ül-Kevseri diyor ki:
İbni Teymiyye’nin Allahü teâlâ hakkındaki sözü işte budur. Sanki mabudunun sineğin sırtına oturması, gerçek bir işmiş gibi, bunu, Allahü teâlânın, sineğin sırtından daha geniş olan Arş’ın üzerinde karar kılmasına delil olarak ileri sürüyor! Allahü teâlâ, bundan münezzehtir. İbni Teymiyye ve yandaşlarından önce, insanlardan, böylesi akılsızca bir söz söyleyen bir kimseyi bilmiyorum. Bu öyle bir cinnet getirmektir ki, üzerinde hiçbir cinnet getirmek yoktur. Allah, onların vasfettiklerinden münezzehtir. Sineğin taşıdığı bir mabud tasavvur eden birisi, muhatap bile alınmaz. (Makalat-ül-Kevseri, 301)
"Ey Sevgili!..
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni!..
Bunu ilk beğenen sen ol.
Profesör
RE: Allâh Mekandan Münezzehtir
ALİMLERİN İBNİ TEYMİYYE HAKKINDAKİ SÖZLERİ


Hindistan'ın büyük alimlerinden allâme Muhammed Abdurrahman Silhetî, 1882 senesinde basılan kitabında şöyle diyor:

İbni Teymiyye, Vehhabîlerin büyüğü ve öncüsüdür. O şeyh-ül-islam değil, bid'at ve âsâm, yani sapıklık ve günahlar şeyhidir, önderidir. Vehhabîlerin bozuk itikadlarından ilk konuşan odur. Ve aslında, bu bozuk, sapık fırkayı ortaya çıkaran odur. Zamanından Sultan ikinci Mahmud Han zamanına kadar, zikri ve akideleri gizli kaldı. Sultan ikinci Mahmud Han zamanında, Yemen tarafından [Necd'den] Muhammed bin Abdülvehhab isminde biri zuhur etti. İbni Teymiyye'nin ölümü ile yok olan, üzeri örtülen ve İslam memleketlerinde eli kolu bağlı olan bozuk itikadları körükleyip ortaya çıkardı. Yeni bir din yolu tuttu. Ehl-i sünnet vel-Cema'at mezhebine uymayan bir bid'at kampı teşkil etti. (Seyf'ül Ebrar, s.26)

Hindistanlı Ehl-i sünnet alimlerinden Mevlana Muhammed Fadlurresul 1849 senesinde telif ettiği eserinde şöyle diyor:

Biliniz ki bu İbni Teymiyye bed mezheb [yolu kötü], nefsine mağlup, Ehl-i sünnetten hariç bir kimsedir. Allahü teala için cihet [yön] söylenir dedi. İmam-ı Sübkî ona reddiye yazdı. Tabakat-ı Sübkî'de bunlar anlatılmaktadır. Sonradan çıkan bu fırkanın [Vehhabilerin] onunla çok uygunlukları ve ilgileri vardır. (Tashih'ül Mesail, s.44)

İbni Teymiyye'nin Mü'min suresinin 36-37. ayetlerinde geçen Fir'avn'a ait bir sözü delil olarak öne sürerek Allahü teâlâ için cihet isnad ettiği anlaşılıyor: (Fir'avn, Ey Haman, bana yüksek bir kule yap; belki göklerin yollarına erişirim de Musa’nın Tanrısı’nı görürüm! Doğrusu ben onu, yalancı sanıyorum, dedi. Böylece Fir'avn’a, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı. Fir'avn’un tuzağı tamamen boşa çıktı.) [Mümin 36/37]

İbni Teymiyye'nin çağdaşı olan Ahmed b. Yahya el-Küllabî diyor ki:

"Keşke bilseydim, İbni Teymiyye Fir'avn'un bu sözünden Allahü teâlânın göklerin ve Arşın üzerinde olduğunu nasıl anlamıştır? Fir'avn (Musa'nın Allah'ı göklerdedir) dememiştir. Haydi Fir'avn'un dediğinden böyle anlaşıldığını farzedelim. Peki İbni Teymiyye, nasıl Fir'avn'un zannıyla istidlal eder? ...Demek ki İbni Teymiyye'nin, bu ayetten anladığı mana ve Allah'a cihet olduğuna dair itimad eylediği delil, Fir'avn'un görüşüne göredir. Akidesinde itimad ettiği delil Fir'avn'un zannettiği şey olup o Fir'avn inancının kurucusudur." (Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, s.120-121.)

Büyük alim Yusuf-i Nebhanî diyor ki:

"Fir'avniye ismine hak kazanan, Allah'a cisim nisbet etmekte, benzetme yapmakda ve yön isnad etmekte Fir'avn'a muvafık kanaate sahip bulunan Haşviye taifesidir. Yoksa, noksan sıfatlardan münezzeh bulunan Allahü teâlâyı bu gibi şeylerin tamamından tenzih eden Ehl-i sünnet vel-cemaat topluluğu değildir." (Şevahidü'l-Hakk, s.223)

Kâdızade Ahmed Efendi, İmam-ı Birgivî’nin kitabının şerhinde şöyle diyor:

“[Allahü teâlâ] Gökte ve yerde değildir, mekândan münezzehdir. ..Mekân ve zaman O’nun şanına muhaldir. ..Sağda, solda, önde, arkada, üstte ve altta değildir....Allahü teâlâ cisim ve cismanî olmakdan münezzehdir. Bir tarafda [cihette] olmaktan da münezzehdir. ..İbni Teymiyye ve yolundakiler, Allahü teâlâ üst taraftadır dediler.” (Birgivî Vasiyetnamesi Şerhi, s.24).

Hafız İbni Hacer el-Askalânî, Ed-duraru’l-kâmine isimli kitabında, İbni Teymiyye'nin sahabenin büyükleriyle ilgili sözleri hakkında alimlerden bazı nakiller yapmaktadır:

“İbni Teymiyye Ömer ibnu’l-Hattab’a üç talak meselesinde ve Hazret-i Ali'ye de on yedi meselede Kur'anın nassına muhalefet etti diye isnadda bulunmuştur. Hazret-i Ebu Bekir ne dediğini bilen yaşlı birisi olarak müslümanlığı kabul etti, ama Hazret-i Ali çocukken İslamiyeti kabul edip bir kavle göre çocuğun İslamiyeti sahih değildir, demesi ve yine Hazret-i Ali hakkında, kendisi Ebu Cehil'in kızını istemiş ve ölünceye kadar onu severek unutmamıştır, demesi üzerine alimler ona münafıklığı isnad etmişlerdir. İbni Teymiyye Hazret-i Osman hakkında (Osman malı severdi) demiş ve (Peygamberden -aleyhisselam- istigasede bulunmazdı) dediği için ona zındıklık isnad etmişlerdir.” (Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, s.410.)

İbn Hacer el-Askalânî (v. 852/1448) İbn Teymiyye’nin, İmâmiyye Şîası’nın otoritelerinden olan İbnü’l-Mutahher el-Hıllî’nin (v. 726/1325) Minhâcü’l-kerâme fî ma’rifeti’l-imâme (Tebriz 1286, Tahran 1298, Kahire 1962) adlı eserine reddiye olarak yazdığı Minhâcü’s-sünne en-nebeviyye fî nakzı kelâmi’ş-şîa ve’l-kaderiyye isimli kitabı üzerine yaptığı değerlendirmede diyor ki:

Telif esnasında kaynağını hatırlayamadığı bazı makbül/sahih hadisleri veya senedi zayıf da olsa bazı mevcut/sabit rivâyetleri mevzu olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. İbn Teymiyye, İbnü’l-Mutahher el-Hıllî’nin kullandığı hadislerin büyük bir kısmı mevzu ve çok zayıf olmakla birlikte, onun sözünü çürüteyim (tevhîn) derken bazan Hz. Ali’yi küçük düşürmüş, ifrat ve teşeddüde düşmüştür. (İbn Hacer, Lisân, VI, 319-320; a.mlf., Dürer, I, 71; Leknevî, Ecvibe, s. 174-176.)

Leknevî diyor ki:

İbn Teymiyye, İbnü’l-Cevzî (v. 597/1200) gibi hasen hadisleri mekzûb, birçok zayıf haberi de mevzû kılmış, hatta zayıf veya mevzû oluşu ihtilaf konusu olan birçok haberin, mevzû olmasında ittifak olduğunu iddia etmiştir. (Leknevî, Ecvibe, s. 174)

Ehl-i sünnet alimlerinden Yusuf Nebhanî, Şevahidü'l-Hakk'da diyor ki:

"İbni Teymiyye, dalgaları kıyıyı döven gürültülü bir deniz gibidir. Bazen sahile inci ve mercan bırakır; bazı zamanlarda da taşları ve midye kabuklarını attığı, pislikleri ve hayvan leşlerini bıraktığı olur." (s.46)

İbni Teymiyye'nin yaptığı naklin sahih olmadığını İbni Hacer-i Heytemi, ona karşı yazdığı reddiyelerinde dile getirmiştir. Bu, alimde bulunabilecek ayıpların en kuvvetlisidir. Güveni zayıflatan ve itibarı düşüren huyların en şenii, başkalarından sahih olmayan nakil yapmaktır. İsterse en kuvvetli hadis hafızlarından ve en ileri alimlerden olsun. Hafız Iraki el-Kebir'in onun hakkında söylediği "İbni Teymiyye'nin yaptığı nakillerin bir kısmına itibar olunmaz" sözüne kuvvet kazandırmaktadır. (s. 191)

"Aliyy'ül-kaari Şifa şerhinde diyor ki: Hanbelîlerden İbni Teymiyye, ifrata kaçmış bulunmaktadır. Zira Resulullah aleyhisselam efendimizi ziyaret için yolculuk yapmayı haram saymıştır. Halbuki ziyaretin yakınlık sebebi olduğu bilinmektedir. Onu inkara kalkan üzerine küfür ile hükmolunmuştur. Zira müstehab olduğunda ulemanın icmaı bulunan bir şeyi haram kılmak küfür olur. Bu, mübah olduğunda icma bulunan bir şeyi haram kılmanın da ötesinde bulunmaktadır." (s.188) (*)

"İbni Teymiyye'nin bozucu aklı ile muhalefette bulunduğu her şey, kendi uydurmasıdır. Kendi fasid inanışına göre, def edecek boş bir şüphe bulamadığı zaman "O yalandır" diye başka bir davaya geçer. Onun hakkında "İlmi aklından büyüktür" diyen, insaflı davranmıştır." (s.189)

"Ben, İbni Teymiyye'nin Minhacü's-sünnet kitabında Allahü tealaya cihet [yön] isnadını tafsilatı ile görmüş bulunuyorum... Selef-i salihinden böyle bir söz varid olmamıştır...Bilakis [İbni Teymiyye] onu kendi nefsinden çıkarıp ortaya atmış ve birçok yerde tekrarlayıp durmuştur." (s.203)

"İbni Teymiyye'nin kitapları basılmış bulunduğundan ve onların içinde Ehl-i sünnet inançlarına aykırı meseleler mevcut olduğundan dolayı, alimlere bu meseleleri açıklamaya yönelmek ve bu hususta halkı uyarmak lazımdır" (s.203)

"İbni Teymiyye'nin kelamındaki çekişme ve çelişmeye delalet eden şeylerden birisi de, kitaplarından bir kısmında söylediğinin, diğer eserlerinde ifade ettiğini nakzeder mahıyette olmasıdır. Bu, ya inançlarında hata edip dönüş yapmasından veya ilminin geniş ve eserlerinin çok olup fetvalarını ve ibarelerini yayıp dağıtması sebebiyle, daha evvelki kitaplarında yazdığını unutmasından meydana gelmektedir." (s.222)

(*) Not: İmam-ı Kastalânî, Mevâhib kitabında, "Rasulullahın Kabri Şerifini Ziyaret" kısmında diyor ki: "Kainatın efendisi Muhammed aleyhisselamın mübarek mezarını ziyaret etmek en yüce taat ve en şerefli ibadetlerdendir. Bunun aksine inanan kimse, Hak teala hazretlerine ve Rasulune ve müslüman ümmetine aykırı davranmış ve bu yüzden İslamiyet bağından kopmuş olur. Allah'a sığınırız." (Mevâhibü Ledünniye, c.2, s. 473)

İmam-ı Ebül-Hasen Sübkî buyuruyor ki:

"Resûlullah ile tevessül etmek, yani istigase etmek, ondan şefaat istemekdir. Bu ise güzel bir şeydir. Önceki ve sonraki İslam alimlerinden hiçbiri buna karşı birşey dememişdir. Yalnız İbni Teymiyye bunu inkar etdi. Böylece doğru yoldan ayrıldı. Kendinden önce gelen alimlerden hiçbirinin söylemediği bir bid’at çıkardı. Bu bid’ati ile müslümanların diline düştü."

Büyük âlim İbni Hacer-i Mekkî Fetâvel-hadîsiyye kitabında diyor ki:

"Allahü teâlâ, İbni Teymiyyeyi dalâlete, felakete düşürdü. Gözlerini kör, kulaklarını sağır etdi. Birçok alim, bunun işlerinin bozuk, sözlerinin yalan olduğunu bildirmişler ve vesikalarla ispat etmişlerdir. Büyük İslam alimi Ebül Hasen-il-Sübkinin ve oğlu Tacüddin-i Sübkinin ve İmam-ül’iz bin-cema’anın kitaplarını okuyanlar ve onun zamanında bulunan Şafi’î, Malikî ve Hanefî alimlerinin, kendisine karşı sözlerini ve yazılarını inceliyenler, sözümüzün doğruluğunu iyi anlar."

Mehazlar:

1. Muhammed Abdurrahman Silhetî, Seyf'ül Ebrar, Berekat Yay., İst. 1978.
2. Mevlana Muhammed Fadlurresul, Tashih'ül Mesail, Berekat Yay., İst 1976.
3. Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, Bedir Yay., İst 1994.
4. Yusuf-i Nebhanî, Şevahidü'l-Hakk, Fazilet Neşr., İst.
5. Kâdızade Ahmed Efendi, Birgivî Vasiyetnamesi Şerhi, Bedir Yay., İst.
6. İmam-ı Kastalânî, Mevâhibü Ledünniye, Hisar Yay., İst.

Hazırlayan: Murat Yazıcı
"Ey Sevgili!..
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni!..
Bunu ilk beğenen sen ol.

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren İslami Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.