Dün uğradığımda
kilim silkiyordu annen
tozların içinde o vanilyalı sesiyle
uzun uzun yakındı senden
-Bu kız böcek yiyen çiçekler gibi
ama korkuyorum kuruyacak diye
toprağını değiştirirsem
-Sen benim aynamsın. Bakınca sana
bir rüya gibi yumuşuyor
bakır kaplara daldırdığım saçlarım.
Yarın konuşuruz sonrasını da söylerim demiştin
Yıldız yağmurları içinden mevsimler geçti
yarına gebe kalmış günler geçti
narlar da çatladı gelmedin
ihtiyar dul kadınlar
ateşi soyup içinden geceyi çıkardılar
‘el intizaru eşeddü minennar’
sen bu ateşe hiç yanma nar çiçeğim
nar çiçeklerinin kuyuya düşüşü gibiydi bekleyişim
Bu öykü
kış gelince kaldırılan bir kuşatmaya döndü
sonra ben
çölü ve sıcağı tanıdım
gün boyu eriyip orada
mavi yaldızlı çin kaselerine damladım
dirim günlerinde
sana sunulan bir şarap olayım diye
Yürek çarpıntılarım öyle soluk
acı bir sarhoşluk içinde uyuyor anılarım
kelebek ölüsü bulutlar altında
balkondan sokağa mı bakıyorsun hala
belki de şimdi kanepende uyuyorsundur
belki de mümkün olmayan şeylere dair
heveslerimdendin sen
Fısıltılarım düşlerinin kıyısında
el sallıyor geçmiş günlerin kervanına
hani galata köprüsünden geçiyorduk
düşen gecenin içinden geçiyorduk
içimizde yalnız bir odaydık üşüyorduk
aya bakalım kızarır belki güller dedim
sen aya baktın ve şehir sön
şehir bir gece damlasıydı yüzünde
dokunamazdım yoktu artık ellerim
denizin kör oluşu gibiydi
seni böyle birdenbire kaybedişim
O ses örtüsünü kaldırsa
görünür orada alnına doğan ay
yanaklarından kelebek tozları
ıslanmış ışıklar
bilmezdim sevgi de
sular gibi gizlenirmiş
zamanın yapraklarına
kırık bir aynayı o yaz yolculuğuyla değiştirdin
oysa düşlerinde
kendini seyrettiğin okyanus bendim
yarın konuşuruz demiştin
bilemezdim yarın
en öksüzüymüş günlerin
kalbimin çıkrığı inliyor
derin boşluğunda kelimelerin
yok bir önemi yok artık
sularını değiştirirken
unutulmuş çiçeklerden dinleyeceklerinin
HAYRETTİN KARA