Hepsinde hezimete uğradılar; hepsinde kullanılan vasıtalar bizzat kendi tabiî gayelerine giden yolu açtı. Lüks ve kazanç hırsı, insanlığın ruhunu kemiren büyük sermaye saltanatı, anarşist ve maddeci kuvvetler ilerledi durdu.
...
Herşey tamammış da bir önder, bir şef eksikmiş! Bu milletin başına büyük bir şef geçince neler yapmazmış. Bu tılsımlı şef tedavisi, bütün başları yukarıya ve kendi üstlerine çevirdi. Şef demek, millet kervanını çeken siyasî şef demektir. O halde siyaset sahasında başa geçecek bir şef bize yetiyormuş. Bir başla herşey olurmuş. Ne acı safderunluk hülyası. Eğer herbirimiz bir âlem isek herbirimizin ayrı bir başa ihtiyacı var demektir. Kendini yetiştirmeden şefini arayan nesil ekilmeden sulanan fidana benzese gerek. Alıcı kabiliyetle yüklü olup da görebilen göz için üstümüzde ve etrafımızda şef çoktur. Sonsuz âlemlerle dolu kâinatımızda ancak ümitsizler barınacak yer bulamaz.
...
Hakk’a götüren yolda yürürken uğradığı muvaffakiyetsizlikler, son neslin yollarını şaşırttı. Şüphe yok ki ümitsizlik, imansızlığa götürür. Kendine güvensizlik, kuvvete teslim eder, iradenin gevşemesi kaderci yapar. Böyle çeşitli zaafların ve gençliğin ruh kuvvetlerini karşılayan engellerin gittikçe çoğalması, ne bahasına olursa olsun muvaffakiyete söz vermiş olanlarda zarurî olarak yol değiştirmeler doğurdu. Evvelki yollar Hakk’a götürüyordu; lâkin engeller aşılmıyordu. Bu yüzden gerilediler ve gerilerden sapacak yer bularak kendilerine başka yollar açmağa çalıştılar. Lâkin birçoğu önceden açılmış bulunan bu yollar, Hakk’ın düşmanı olan kuvvetler tarafından açılmıştı. Onların dâvasına götürücü yollardı. Hak yolculuğuna çıkan nesil, bu yoldan da gayeye ulaşılır ümit ve vehmiyle harekete geçerek şuurunu uyuşturan heyecanlarıyla bu yollarda yürüdü. Zira yürümek, durmaktan iyi idi. Birçoğu Hak düşmanı kuvvetlerin gayesine ulaştıran bu yollar, şimdi onları bir uçurumun kenarına götürüyor.
...
İlk işaretle harekete geçerken yaptıkları ahlâk yeminini az zamanda unutup siyaset ve tedbir yolunu tuttular. Bir kısmı doğrudan doğruya siyasete atılarak orada ruhunu kurban verdi, verirken de “dâva için” dedi. Bir kısmı da siyaseti, fikrî ve içtimaî çalışmalarına soktu. Fikirlerin müdafaasını yapacak olan gençlik kuruluşları, politika yuvaları haline geldi. Buralarda siyasî boğuşmalar yapıldı. Kendilerini milliyetçi bilen teşekküller bile politika oyunlarının muvaffakiyet sahnesi oldu. Bu yolda bir müddet yürüyüp ilerleyen zümrelerin kafasında ahlâk muvaffakiyetsizliğin, siyaset muvaffakiyetin yolu olarak tanındı. Siyasette ona hizmet moda oldu.
Farkında olmadan ahlâk öylesine yere vuruldu ki, ahlâk telkin edicilerin bile ahlâksızlığına hörmet duyuluyor. Bugün neslin gözünde siyaset en büyük değeri taşımaktadır, kurtuluşun sanki tek yolu odur. Çünkü muvaffakiyete onunla ulaşılır. Ahlâk, sonradan onun üzerine sürülebilen bir cilâdır. Bugün din yolu bile muvaffakiyete götürücü bir siyaset yolu olmuştur. Ahlâka her sahada vedâ edilmiştir.
...
Kaidelerle yaşamanın sıkıntı ve ıztıraplarından bunalan gençlik, bu kaideleri yaşayanların, artık samimi bir ideal peşinde olmadıklarını, bu yaşayışın onlarda ruh kuvvetini artırmadığını görünce; kendisine ağır yük olan bütün kaideleri varlığından fırlatarak attı. İlâhî kaideleri yaşatanların yakın geçmişteki samimiyetsizlikleri, bu yeni nesilde onlara karşı kin ile küçümseyiş duygularının doğmasına sebep oldu.
...
İşin en fenası, bugünkü taassubun karşısına dikilenler, ilk yıkılış devrinin ölü kaidecileridir. Bunlar, XVII. yüzyıldan başlayarak bizi XX. asrın eşiğine yarı ölü teslim eden üç asırlık yıkılışın taassup zihniyetinden asrın derdine deva çıkarmak iddiasındadırlar. Bunların tedavi usulleri, derdimize deva getirmek şöyle dursun, bilâkis hastalığı şiddetlendirmekte ve karşı tarafın uçuruma doğru yürüyüşünü hızlandırmaktadır. Bunların, geçen üç asırlık yaraları bağrımızda tekrar tekrar kanatmaktan başka rolü olmayacaktır. Kendilerinde ne gerçek bir din anlayışı, ne felsefe, ne ilim, ne de sevgi var. Kin ile çevrildikleri bir cemaati asırların gerisine götürmek için çabalıyorlar. Sözde dinî neşriyat ve çalışmalarla İslâm’ı yeniden canlandırmayı hedef tutan bir cereyanın önderleri ise istismarcılar, menfaatçi ve cahil kimselerdir. Sahtekâr mürşitlerin bütün hareketleri, bu hallerinin açık delili olduğu halde bunlar, ellerindeki taassup vesikasıyla daha uzun zaman bu cemaati aldatabileceklerdir. Asırların katılaştırdığı bataklığa girerek asrımızın ağır gövdesini yürütmeğe çalışmanın beyhude olduğunu bunlar asla anlayamazlar. Şahsî menfaatlerle ve zavallı cemaati sömürme emelleriyle birleşen cahilliğin kurtarıcı kuvvetini düşünmek bile saçmadır./Nurettin Topçu-Türkiye'nin Maarif Davası