Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Prof. Dr. Saim Yeprem, Prof. Dr. İsmail Karaçam, Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, eski Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç, eski İstanbul Müftüsü Selahattin Kaya... ve 1951'den bugüne kadar İlahiyat sahasında hizmet veren onlarca kaliteli isim... Onlar, İmam Hatip Okulları'nın ilk öğrencileri ve mezunları olmanın hem bahtiyarlığını, hem de zorluğunu yaşadılar. İstanbul'da Celalettin Ökten, diğer illerde onun gibi bir çok manevi kahramanın "Siz Türkiye'ye lazımsınız" diyerek yetiştirdiği ilk mezunlarla bugünün birer "otoriteleri" olarak ilk İHL'leri konuştuk.
Lise kısmı bile açılmamıştı
İstanbul'da uzun yıllar İl Müftülüğü yapan Selahattin Kaya, 1951'de açılan imam hatip okullarının ilk birkaç öğrencisinden biriydi. Kaya, İHO'na hangi şartlarda ve niçin kayıt yaptırdığını şöyle anlatı: "Biz de bu okullara ne gibi haklar verileceğini bilmeden gittik. Çünkü dini eğitim almak istiyorduk ve başka çaremiz yoktu. Bir de tahsil belgemiz olursa iyi olur diye düşündük. Tabi bu belgeyi alıncaya kadar epeyce zahmet çektik. Örneğin okula kayıt yaptırdıktan sonra paso alacağımız zaman, burası "kurs mu okul mu" diyerek zorluk çıkarıyorlardı. Okula gidip gelirken insanlar "Cenaze yıkayıcısı mı olacaksınız?"şeklinde müstehzi sorular soruyordu. Bir çok aile çocuklarını bu yüzden göndermedi. Biz kayıt yaptırdığımızda henüz bu okulların lise kısmı yoktu, ancak açılmasını ümit ediyorduk. Sonunda lise kısmı açıldı, bu kez üniversiteye giremeyeceğimizi söylediler. Ben Arapça'ya meraklı olduğum için Arap Dili Bölümü'nde okumak istiyordum. Buraya girebilmek için liselerin fark derslerini vererek ikinci bir lise mezunu oldum. Bu şekilde istediğim bölümde okuyabildim.
Sadece 7 ilde açılmasına izin verildiği için, Anadolu'dan gelen arkadaşlarımız da oldu. Onlar da genelde fakir ailelerin çocuklarıydı. Bir çoğu cami köşelerinde, camilerin kömürlüklerinde zor şartlar altında tahsil hayatlarını devam ettirdiler. Bizi bu şartlarda okumaya motive eden şey ise başta Celalettin Ökten hocamız olmak üzere diğer hocalarımızın azmiydi. Hocalarımızın kalitesi de önemliydi. Bir Zekai Konrapa, bir Ali Rıza Salman, bir Hüsrev Hoca gerçekten iyi yetişmiş insanlardı. Hemen hepsi rahmetli oldu. Son devrin alimleriydi onlar. Sonuçta bu okulların Türk halkının İslam'ı hurafelerden arındırılmış olarak öğrenmesinde önemli katkısı oldu. Bizim dinimizin en büyük düşmanı cehalettir. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı'nda 80 binden fazla görevli var. Bunların neredeyse tamamı İHL mezunudur. Eğer İHL'ler olmasaydı bu ihtiyaç nereden karşılanacaktı?
Benimle alay eden hocamın oğlu İmam Hatip'te öğrencim oldu
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bekir Topaloğlu 1958 İstanbul İHO mezunu. Bugün, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi olan Prof. Dr. Mustafa Saim Yeprem, Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Tayyar Altıkulaç, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Karaçam ise Topaloğlu'nun dönem arkadaşlarından bir kaçı. Bu isimler, aynı zamanda Türkiye'ye 'İslam Ansiklopedisi' gibi bir hazineyi kazandıran kurulun belkemiğini oluşturan isimler. Prof. Dr. Topaloğlu ise 1950'lerde İmam Hatip'li olmayı şöyle anlattı:
"Devlet eliyle açılan bu okullara insanlar tereddütle bakıyorlardı. Çünkü uzun yıllar din eğitimi verilmezken bir anda imam hatip kursu ve ardından da imam hatip okulu açılmıştı. Büyüklerimiz de acaba bu okulda eğitim dine uygun bir şekilde olur mu diye düşünüyordu. Ancak bu tutum çok sürmedi. Halkımızın birinci dünya savaşından itibaren hem ekonomik açıdan, hem din özgürlüğü açısından çektiği büyük ıstıraplar vardı. Biz çocuktuk fazla farkında değildik. Ancak cenazeler kaldırılamıyordu, halkın büyük isteği vardı ve inanacağı emin olacağı bir kurum aranıyordu. Hafızlık müessesesi, Karadeniz bölgesinde gizliden gizliye de olsa devam ediyordu. Ancak bu kadar. Biz de tam bu ortamda, yangından, susuzluktan kurtulmaya çalışan insanlar gibiydik. İmam Hatip Okulları da bir nevi susuzluğumuzu giderdi.
İmam Hatip Lisesi'nin öğretmenleri çeşitli mesleklerden, pek dinle ilişkisi olmayan insanlardı. Bizden üst sınıftaki öğrencilere "Çocuklar siz zekisiniz, terbiyelisiniz, ama bu okula gelmekle kendinize yazık ettiniz çünkü bu okulun lisesi açılmaz" derlermiş. Ancak bizdeki inanç hiçbir zaman sarsılmadı. Sonuçta lise kısmı açıldı. Ardından İlahiyat Fakültesi kapılarını bizlere açtı. Biz de öğretmen olarak tekrar İmam Hatip'lere döndük. Bu sırada çok enteresandır. Beni İHL'den vazgeçirmek isteyen hocalarımdan birisinin oğlu benim İstanbul İmam Hatip Okulu'nda öğrencim oldu.
Hayırseverler okullara sahip çıktı
Maddi imkansızlık İmam Hatip Okulları'nın önünde bir engeldi. Celalettin Ökten Hoca'nın oğlu Prof. Saadettin Ökten, işte bu sırada imdada İlim Yayma Cemiyeti'nin yetiştiğini anlatıyor. Prof. Dr. Ökten "İlim Yayma Cemiyeti o zamanki kadrosuyla moral ve finans bakımından bu işleri üstlendi. İmam-Hatip okullarını maddeten, bana göre daha önemlisi mânen destekledi" diyor. Ökten'in dediği gibi, İstanbul Sirkeci'de bir araya gelen 68 mümtaz hayırsever ve vatanperver insan, millî ve mânevî değerlerimizi ihyâ ederek geleceğe taşımak, ilim ve irfan çalışmalarını destekleyerek yaygınlaştırmak için 11 Ekim 1951 tarihinde İlim Yayma Cemiyeti'ni kurmuştu. Cemiyetin ilk yönetim kurulu ise Başkan Avukat Seniyüddin Başak, Vehbi Bilimler, Nazif Çelebi, Cemalettin Tunç, Avukat Yusuf Türel, Hamid Çağıl, ve Mazhar Sündüs'ten oluşuyordu.
İmam Hatipleri sahiplenen ruh!
Tarih 3 Ocak 1952. İlim Yayma Cemiyeti'nin "5" Numaralı Kararı. İdare Heyeti, Reis, Seniyüddin başkanlığında Nazif Çelebi, Yusuf Türel, Mazhar Sündüs, Hamit Çağıl, Cemalettin Tunç'un huzuru ile toplandı.
1-Pek fakir ve muhtaç oldukları anlaşılan imam hatip mektebi talebelerinin üzerlerindeki elbiselerinin çok eski ve yırtık olduğu görülmüş, talebelik şerefine sığmayan bu halin önlenmesi için, birer kat elbise yaptırılması kararlaştırılarak, kumaşları Ömer Avniyol, Hulusi Topbaş, firması temin edeceğini vaat etmekte, diktirilmesi için Nazif Çelebi'ye selahiyet verilmesine, dikiş ve levazım ücretinin cemiyetimiz tarafından ödenmesine karar verildi.
İMAM HATİP'İN AĞABEYİYDİM
Prof. Dr. Hayreddin Karaman Türkiye'nin "İslam fıkhı" konusundaki parmakla gösterilir birkaç isminden biri. Konya İmam Hatip Okulu'ndan mezun olan Karaman tebessüm ettiren anılarıyla ilk yılları anlattı.
Benim ortaöğretim yaşımda İmam Hatip Okulları yoktu, ancak bu okulların açıldığını duyunca, askere gitmeden tahsilimi yapayım diye hemen Konya'ya giderek okula kaydımı -yaş sebebiyle uzun bir mücadeleden sonra- yaptırdım. Bir yanda vazife, bir yanda okul, bir yanda özel tahsil ve üstüne üslük gelirin yetmezliği katmerli zorluklar idi. Bir de bu okulların geleceğinin belirsiz olması durumu vardı. İmam Hatip mezunlarını hiçbir fakülte ve yüksek okul kabul etmiyordu, ufukta gözüken vazife, okulu bitirir bitirmez köy imamlığı idi. Benim okuduğum yıllarda İmam Hatip Okulunun orta kısmı dört, lise kısmı üç yıl idi, orta kısmı bitirdiğim zaman gerçek yaşım yirmi iki olmuştu ve üç yıldan beri nişanlı idim, lise birde evlendim, okulu bitirinceye kadar iki de çocuğumuz oldu. Geçinebilmek için bir camide cemaatin verdiği maaşla imamlık yapıyor, sabah namazından sonra acele ile kahvaltı yapıp bisikletime atlayarak okula gidiyordum. Dışımızdaki kesim, bize hep şüpheli baktılar; pek azı bizim dinde reform yapacağımızı umuyor ve bekliyorlardı, çoğu ise "Bunlar irticaı hortlatacaklar, bu okullar kapatılmalı, öğrencileri köylere imam olmalı, başka (yüksek) tahsil yapmalarına imkan verilmemeli" diyorlardı.
Hoca beni müfettiş sandı
Okula ilk gittiğim gün -yaş küçültmekle uğraştığım için bir ay kadar gecikmiştim- ders saati idi, boyum posum oldukça gelişmiş olduğundan kapıyı çalıp içeri girince öğrenciler rap diye ayağa kalktı. Hocamız Abdullah Efendi de kalkmaya yöneldi, ben anlık bir tereddütten sonra en hızlı tanınma alameti olarak hocanın elini öpmeye yöneldim, bu sebeple hoca benim talebe olduğumu hemen anladı. Benim gibi okula yaşlı girenler vardı, ben "ağabey" konumunda idim, gerektiğinde sözüm birçok hocadan ve idarecilerden daha fazla etkili olurdu.