You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Müslümanın Fıkhi İhtilaflar Karşısındaki Konumu

Müslümanın Fıkhi İhtilaflar Karşısındaki Konumu

Kavgaci
Müslümanın Fıkhi İhtilaflar Karşısındaki Konumu
Müslümanın ihtilaflı meseleler karşısındaki konumunu iki açıdan incelemek mümkündür:

1. İhtilaflı meselelerin tabiatını ve kaynağını anlamak ve meşruiyetini kabul etmek.

2. İhtilaflı meseleleri kabul ve gereğince amel etmek.

Müslümanın, fıkhı ihtilaflar konusunda ilk maddede zikredilen durumu, Selef ve sonra gelen ulemanın çoğunluğunun takındığı tavrı -ki bir önceki başlık altmda detaylı olarak görmüştük- takınması gerekir.

İkinci maddede zikredilen duruma gelince, kişinin ilmî ve fıkhî seviyesine göre değişiklik göstereceğinde şüphe yoktur. Zira kişi ya âlim, veya avam yahut müteallim (talebe) dir; dördüncü bir şık yoktur.

Bu mesele üzerinde dururken kişinin bu üç sınıftan birine dahil olacağı gerçeğini görmezden gelmek ve bunların tamamının aynı hükme tabi olacağını söylemek ifrat veya tefrit olacaktır. İnsanların tamamını ulema veya müctehidler seviyesine yükseltmek caiz olamayacağı gibi, tamamını mukallid avam seviyesinde görmek de caiz değildir.

Böyle bir şey yapacak olursak, ilme ve ilim ehline zulmetmiş, âlimle cahili bir tutmuş oluruz, "De ki, "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" [198]

4.1. Âlim: Bu kelimeyle, delillerden hüküm çıkaran -muhtelif ictıhad derecelerindeki- müçtehidi kast ediyoruz. Bu sınıfa giren bir kimsenin, hak olarak gördüğü görüşle amel etmiş olmak için ihtilaflı meseleler üzerinde düşünmesi, delilleri değerlendirmesi, istinbat ve tercih noktasında ictihad yapması kaçınılmazdır. Ulaştığı neticede başkaları kendisine muhalif olsa bile bu hüküm değişmez. Zira ulemanın çoğunluğuna göre bu seviyedeki kişinin başkasını taklid etmesi caiz değildir.

Bazıları şöyle demiştir: "Bu durumdaki kişinin, kendisinden daha âlim birisini taklid etmesi caizdir; kendisiyle aynı seviyedeki birisini taklid etmesi ise caiz değildir." Bu tarz bir görüş İmam Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybâni’ den nakledilmiştir.199

el-Hatîbu'I-Bağdâdî, el-Fakîh ve'l-Mütefakkih isimli eserinde şöyle der: "Allah Teala ilmi, evliyası için (kendisine yaklaşmada) vesile kılmış, asfiyasından seçtiklerini ilimle korumuştur. Binaenaleyh ilim yoluna girmiş olanların, bütün gayretlerini ilmi elde etmek için sarf etmeleri gerekir.

"İlim ehli arasında/ ilmin muhafazası noktasında yakınlık, fıkhı meselelerin istinbatında ise farklılaşmalar mevcuttur."

Nitekim ulemanın çoğunluğu, şer'î ahkâmın istinbatında müçtehitlerden günahın kaldırıldığını, aksine, içtihadında hata eden müçtehide bir, isabet edene ise iki sevap verileceğini söylemiştir. Onların bu konudaki dayanağı, Amr b. el-Âs (r.a)'ın rivayet ettiği şu hadistir: "Hâkim hüküm verirken İctihad eder ve içtihadında hakka isabet ederse, iki sevap alır. Hüküm verirken ictihad eder ve içtihadında hata ederse, bir sevap alır.’’201

Bu hususta el-Amidî, Usul kitabında şöyle der: "Müslümanlardan ehl-i hak olanlar, şer'î ahkâmda istinbatta bulunan müçtehitlerden günahın kaldırıldığı konusunda ittifak etmiştir, Bişr el-Merîsî, İbn Uleyye, Ebû Bekr el-Esamm ve kıyası inkâr eden Zahiriyye ve İmamiyye gibi fırkalar ise, her meselede hakkın belli olduğunu ve hakkı gösteren kesin delil bulunduğunu, dolayısıyla hakka isabet edemeyenlerin -küfür veya fıska nisbet edilmeksizin- günahkâr olduğunu söylemiştir.

Ehl-i hakkın bu konudaki delili, tevatür yoluyla nakledilen, şek ve şüpheden tamamen ari bulunan ve zaruri ilimle bilinen şu husustur: Sahabe arasında (daha önce açıkladığımız gibi) fıkhı meselelerde ihtilaf vuku bulmuş ve bu ihtilaf, Sahabe asrı sona erene kadar devam etmiştir.

Hal böyleyken onlardan herhangi birisinden, ihtilaf edenler konusunda açık ya da kapalı ne bir kınama sadır olmuş, ne de ihtilaf ettiği için birisinin günahkar olduğunu söyleyen olmuştur. Oysa bizler biliyoruz ki herhangi bir kimse 5 temel ibadetin vücubuna veya zina ve adam öldürmenin haramlığına muhalefet edecek olursa, Sahabe-i Kirâm, onun hatalı olduğunu ve günaha düştüğünü söylemekte gecikmezlerdi...

4.2. Avam: Bu kelimeyle, kayda değer, delilleri değerlendirebilecek kadar bir ilim Öğrenememiş cahil kimseyi kastediyoruz.

Böyle kimselerin, ulemayı taklid etmesi kaçınılmazdır. Taklid ettiği kişi ister kendi mezhebinin imamı olsun, isterse muteber âlimlerden biri olsun fark etmez. Bu kişi eğer belli bir mezhebi öğreniyor ve kendini o mezhebin hükümleriyle bağlıyorsa birinci durum, kendini belli bir mezheple sınırlandırmıyorsa ikinci durum söz konusudur. Zira esasen onun mezhebi fetva sorduğu kişinin (müftüsünün) mezhebidir.

Dolayısıyla bu kişinin yapması gereken; sormak, fetva istemek ve aldığı fetvayla amel etmek; bunu yaparken de söz konusu olan mesele hakkında o fetvaya muhalif olan görüşlere hürmet ve takdiri de elden bırakmamaktır.

Bu durumdaki kişinin, "Bilmiyorsanız Zikir ehline sorun"203 ayetinin umum ifade eden hükmü gereğince Allah ın dininde kendi görüş ve anlayışıyla amel etmesi caiz değildir. Aksi halde hevasıyla amel etmiş olur.

Bu noktada el-Hatibu’I-Bağdadı şunları söyler : ... Kendisine taklidin caiz olduğu kimseye gelince, şer'ıi ahkâmın elde ediliş yollarını bilmeyen avamdır. Böyle kimselerin bir âlimi taklid ve onun görüşüyle amel etmesi caizdir. Zira Allah Teala "Bilmiyorsanız Zikir ehline sorun" buyurmuştur.

"... Mu'tezile'den bazısının şöyle dediği nakledilir: Avamın, alimin görüşüyle illetini bilmeden amel etmesi caiz değildir. Bir kimse bir âlime bir mesele sorduğu zaman, ona, verdiği hükme ulaşma yollarını sormuş olur. O da o hükme varma yollarını ona öğrettiği zaman avamdan olan kişi meseleye vakıf olur ve o görüşle amel eder.

"Bu hatalı bir görüştür. Çünkü avamın, yıllarca fıkıh tahsil etmeden, uzun zaman fukahayla hemhal olmadan, kıyas yapmanın yollarını ve hangi durumlarda kıyasın sahih, hangi durumlarda fasit olduğunu, delillerin hangisinin öne alınıp hangisinin geriye bırakılması gerektiğini öğrenmeden hüküm istinbatının yollarını bilmesi mümkün değildir. Avamın böyle birşeyle mükellef kılınması, güç yetiremeyeceği birşeyle mükellef kılınması demektir. Bunu yerine getirmeleri imkânsızdır..’’ 204

Sözün burasında el-Hatîbu'l-Bağdâdi'nin "Kendisine taklidin caiz olduğu kimseye gelince..." ve "Böyle kimselerin bir âlimi taklid ve onun görüşüyle amel etmesi caizdir" tarzındaki sözleri konusunda bir uyanda bulunmak istiyorum: Bu cümlelerde geçen "cevaz"ın, ıstılahı manada muhayyerlik ifade eden ibaha anlamına geleceğini söylemek doğru değildir. Zira el-Hatîbu'l-Bağdâdî'nin sözlerinde de açıklamasını bulduğu gibi, Bilmiyorsanız Zikir ehline sorun" ayetinin umum ifade eden hükmü gereğince avamın bir imamı taklidi etmesi vaciptir. Bu ayetteki emir bu vucubun delilidir.

Âlimlerin bu bağlamda "vücub" yerine "cevaz" tabirini kullanması muhtemelen, avamın başkasını taklidini men edenlerin - nitekim el-Hatîbu’l-Bagdadı bunu Mu'tezile'den bazısından nakletmişti- bu görüşünü red sadedinde konuşuyor olmalarından ileri gelmektedir. Dolayısıyla buradaki "cevaz" ile, "mahzur tabirinin karşıtı kast edilmiş olmaktadır.

Avamın hükmü konusunda el-Âmidî nin, Usul ünde, geçen şu ifadesi daha sarih ve dakiktir:

Avam,ictihadda itibara alınan bazı ilimleri tahsil etmiş olsa bile- (kâmil manada) ictihad ehliyetine sahip olmayan kimsedir. Usulcülerden muhakkik olanlara göre böyle bir kimsenin müctehidlerin içtihadına ittiba etmesi ve onların fetvasını esas alması gerekir.

"Bağdat Mutezilesinden bazıları avamın müctehide ittibasını men etmiş ve "Müctehide ittiba, ancak müctehidin içtihadının sahih olduğunu deliliyle bildikten sonra caiz olur" demişlerdir. el-Cübbâî'nin de, beş temel ibadet gibi hususların dışında kalan içtihadı meselelerde bunu mübah gördüğü nakledilmiştir.

"Tercih edilen, (muhakkik Usulcülere ait olan) ilk görüştür. Nass, icma ve akıl da buna delalet eder.

"Bu konudaki nass, "Bilmiyorsanız Zikir ehline sorun" ayetidir. Bu ayet, bütün muhatapları içine alan umumî bir ifadeye sahiptir. Bu itibarla bilinmeyen her şeyin sorulması, dolayısıyla üzerinde anlaşmazlık bulunan meseleyi de içme alması gerekir..."

"İcma'a gelince, Sahabe ve Tabiun döneminde muhalif görüşler ortaya çıkmadan önce avam müçtehidlere fetva sorar, şer'î hükümlerde onlara ittiba ederdi. Alimler de delil zikretmeksizin ve onları delili zikredilmemiş görüşlerle amelden men etmeksizin onlara hemen cevap verirdi. Bu durumu kınayan da olmazdı. Bu suretle avamın müçtehide ittibasınm mutlak caiz olduğu konusunda icma hasıl olmuştur.

Aklî delil ise şudur: İçtihada ehil olmayan kimse, herhangi bir ferî cüzî hadise meydana geldiği zaman ya herhangi bir şekilde amel etmeyecek -ki bu, bu tartışmada taraf olanların tamamının icmama aykırıdır-, veya amel edecektir. Amel edeceği zaman da ya hükmü tesbit eden delille veya taklidle amel edecektir." Delille amel etmesi mümkün değildir. Zira bu, gerek o kimseyi, gerekse bütün insanları olayların/hükümlerin delillerini değerlendirme mecburiyetine, dolayısıyla maişetini teminden geri kalmaya, sanat ve mesleklerin ihmaline, dünyanın harabına, ekin ve neslin zayi olmasına yol açacaktır. Ki bu durumda içtihada da taklide de yer kalmayacaktır. Bu ise "Din'de üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi ‘’ [205] ayetinde ve "İslam'da (başkasına) zarar vermek ve (zarara) zararla mukabele etmek yoktur” [206] hadisinde nefye-dilen "sıkıntı ve zarar verme"nin kapsamına girer.

Bu ayet ve hadis, "sıkıntı ve zarar verme"nin her türlüsüne şamil, umumî nasslardır. Zira gerek ayetteki "sıkıntı" kelimesi, gerekse hadisteki "zarar verme ifadesi nekire (belirsiz) dir ve nekire kelime nefy bağlamında geldiği zaman zorunlu olarak umum ifade eder.

Şu kadar var ki biz, Usulüddİn (akide) meselelerinde taklidin mümkün olmaması hususunda bu umumî hükme muhalefet etmekteyiz. Usulüddin meselelerinde taklidin buradakinden farklı olarak mümkün olmadığı konusunda daha evvel açıklama yapmıştık. Yeni meydana gelen fıkhı hadiseler, taklidin mümkün olmadığı söylenen Usulüdden meselelerinden kat kat fazladır. Dolayısıyla fıkhı meselelerde herkesi ietihad etmekle yükümlü tutmak sıkıntıyı daha fazla artırmak demektir. Bu sebeple Usulüddin alanına giren meseleler dışında içtihadı olan ve olmavan meseleler hakkında umumî olan delilin gereğiyle amel etmiş olmaktayız..." [207]

4.3, Müteallim (Talebe): Bu kelimeyle, İlmî seviye olarak avamın üstünde, müetehîdin altında olan kimseyi kast ediyoruz. Bir kimse ilim ve marifetten bir miktar şey elde ettiği zaman avam derecesinden yukarı çıkar, ancak bu onu müetehidin seviyesine yükseltemez. Ümmet-i Muhammed'in, şer'i ilimlerde mütehassıs olmuş, ilim ve tahsile önem veren alimlerinin ekseriyeti bu ka-tegoridedir.

Şüphe yok ki bu kategoriye girenler, avamın derecesi ile içtihad derecesi arasında birbirinden farklı birçok dereceye ayrılırlar. Dolayısıyla ulemanın bunlar hakkındaki hükümleri ve ihtilaflı meselelerdeki konumlarına dair beyanları da birbirinden farklıdır. Hatta bazı alimlerin bu noktadaki ifadelerinin umumundan, onların mutlak surette başkasını taklid etmesi gereken avam sınıfına sokulacağı anlaşılmaktadır. Diğer bazı alimlerin ifadeleri ise bunlarla avamın bir tutulmaması, bunların deliller hakkında hüküm yürütmesine ve İhtilaflı meselelerde tercihe şayan gördükleri delili seçmelerine müsamaha edilmesi yönündedir.

Bunlar hakkındaki hükmün (genelleme yapmadan) dakik bir surette verilmesini gerektiren etken; derecelerinin, İlmî seviyelerinin ve ahvallerinin farklılığıdır. Buna bir de onların bir kısmının İlmî seviyesini diğerine kıyas etmemizi ve bu yolla onları şu veya bu dereceye dahil etmemizi mümkün kılacak dakik ölçülerin kâmil manada mevcut bulunmadığı gerçeğini de eklemek gerekir.

Bununla birlikte bu kategoriye girenlerin durumunu tesbitte, görüşlerin ihtilaf ettiği ve üzerinde durduğumuz noktaya dolaylı da olsa taalluk eden Usulî bir mesele hakkındaki icmali bir araştırma bize yardım edebilir. Sözünü ettiğimiz mesele şudur: İçtihad tecezzi eder mi?

Bu soruda ifade edilen durumu şöyle açabiliriz: Herhangi bir kimse, bîr meselede ietihad ehliyetini haiz olduğu ve o meselede içtihadıyla vardığı netice, başka müclehidlerin içtihadına muhalif düştüğü zaman bu kimse o içtihadıyla amel edebilir mi? Yoksa bu kimse başkasını taklid etmek zorunda mıdır?

Bir grup bu soruya, "Mademki o meselede içtihad etmiş ve ietihad ehliyetini haiz olmuştur, öyleyse İçtihadıyla amel etmesi gerekir'" diye cevap vermiştir.

Diğerleri ise şöyle demiştir: "İçtihadın tecezzi etmesi (bölünmesi) caiz değildir" hükmü gereğince o kimsenin başkasını taklid etmesi gerekir." Ulema bu görüşlerin hangisinin tercih edilmesi gerektiği noktasında da ihtilaf etmiştir .’’ [208]

Kanaatime göre bu mesele, üçüncü grubu teşkil eden mutedilimden çok, birinci maddede geçen müctehidle ilgilidir. Çünkü üçüncü grubun ietihad derecesine ulaşamayan ve ilmi seviyesi doğrudan hüküm istinbatma yetmeyen kimselerden oluştuğunu görmüştük.

Bu meseleyi tartışan ulemanın maksadının ise müctehidle ilişkili olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple sadece bu noktaya işaret etmekle yetindim ve meseleyi tahkike gerek görmedim. Bu meselenin tafsili Usul kitaplarının ilgili bölümlerinde görülebilir.

Bununla birlikte, bir kısım âlimlerin bu mesele üzerinde dururken yer verdiği bazı ifadelere vakıf oldum ki, üzerinde durduğumuz hususun izahında İhtiyaç duyduğumuz beyanı muhtevidir.

Bu cümleden olarak İmam el-Gazzâli, el –Müstesfa’ da şöyle der: "Bu (gruba girenler) müçtehid değildir. Ancak bazı konularda içtihada kadir olabilecek, bazılarında ise yeni baştan ilim tahsili olmadan içtihad etmekten aciz kalacak kimselerdir. Söz gelimi Nahivle ilgili bir meselede bu ilmin ve rivayetle ilgili bir meselede isnadın sıhhatini tesbit için ravilerin özellikleri ve ahvaliyle ilgili İlmin tahsili böyledir.

Dolayısıyla bu gruba giren bir kimse, bazı ilimleri öğrenmiş ve o sahalarda müstakil olarak hareket edecek seviyeye gelmiştir. Bu haliyle o, avama benzemez. Ancak o, bir diğer ilmi elde etmemiştir; dolayısıyla o sahada avam gibidir. Ancak bu durumu sebebiyle onun, avam sınıfına mı, âlim sınıfına mı sokulacağı noktasında düşünmek gerekir.

En meşhur olan ve doğru görünen görüş, o meselede o kimsenin avam gibi olduğudur. Müctehid, (içtihad için gerekli) ilimleri kuvvet-i karibe [209] ile bilen kimsedir. Eğer öğrenmek için henüz çok yorulmaya, gayret sarf etmeye muhtaç ise, o kişi o alanda aciz demektir. Bununla birlikte onun da o ilmi tahsil etmesi mümkündür. Ancak avamın da o ilmi öğrenmesi mümkündür. Ancak bunu yapmak zorunda değildir. Dolayısıyla o kişinin o konuda içtihadı terk etmesi caizdir.

"Sonuç olarak yeni başlayan kişinin ilimdeki derecesi ile kemal mertebesi arasında muhtelif dereceler vardır. Bu dereceler hakkında çeşitli şeyler söylenebilir..." [210]

Fevâtihu'r-Rahamût adlı Müsellemu's-Sübût şerhinin sahibi el-Ensârî şöyle der:

"Mesele: Mutlak müctchid olmayan bir kimsenin alim olsa bile, içtihada güç yetiremediği bir müetehidi taklid etmesi gerekir. Yani tahsil edip öğrenmeye güç yetiremediği konular için bu böyledir; yoksa tahsile ve içtihada güç yetirebildiği konular için bu geçerli değildir. Bu hüküm, içtihadın tecezzi kabul edeceği görüşüne binaen doğrudur. İçtihadın bölünme kabul etmeyeceği görüşü esas alındığında ise böyle kimsenin içtihada güç yetirdiği meselelerde de, güç yetiremedîği meselelerde de bir müçtehidi taklid etmesi gerekir. Daha önce söylenenlerden anlamış olmalısın ki, bu konuda hak olan ilk görüş (içtihadın tecezzi kabul edeceği gürüşü)dür...."'[211]

Allame İbn Âbidîn, allame Pîrî'nin el-Eşbâh şerhinin başlarında İbnu'ş-Şıhne'nin cî-Hidâye şerhinden şöyle naklettiğini söyler: "Hadis sahih olduğu zaman mezhebin hilafına da olsa hadisle amel edilir. Bu da imamının mezhebi olur. Böyle bir durumda hadisle amel etmek, mukallidi Hanefî olmaktan çıkarmaz. İmam'dan, '"Hadis sahih olduğu zaman (bildirdiği hüküm) benim mezhebimdir" dediği sahih olarak sabit olmuştur. İbn Abdilberr bu sözü Ebû Hanîfe ve diğer imamlardan aktarmıştır.

"... Bunu İmam eş-Şa'râni de Dört İmam'dan nakletmiştir. Bunun, nasslar üzerinde değerlendirme yapacak, muhkem nassları mensuh olanlardan ayırt edecek birikimdeki ehil kimseler için söz konusu olacağı açıktır. Bu seviyedeki mezhep ehli kimseler delili değerlendirip onunla amel ettiği zaman, o hükmün mezhebe nisbeti (o hükmün mezhebin hükmü olduğunun söylenmesi) sahih olur. Çünkü mezhep sahibinin izni ile sadır olmuştur. Zira şüphe yok ki mezhep İmamı, delilinin zaafını bilseydi görüşünden rücu edip kuvvetli delili esas alırdı..." [212]

İbnu's-Salâh (rh.a) şöyle der: "Mezhebine muhalif bir hadise rastlayan bir şâfii, mutlak ictihad seviyesine ulaşmışsa veya bir babda yahut bir meselede ictihad edebilecek seviyede ise, müstakil olarak kendi içtihadıyla amel edebilir.

"Eğer ictihad için gerekli şartları taşımıyorsa, icab eden araştırmayı yaptıktan sonra hadise muhalefet kendisine güç geliyorsa ve hadise muhalefeti meşru gösterecek bir cevap da bulamıyorsa, eş-Şâfi'î dışında bir imam da o hadisle amel etmişse, o kişi o hadisle amel edebilir. Bu, o kimsenin o meselede imamının mezhebini terkine özür teşkil eder."

ed-Dihlevî, İbnu's-Salâh'ın bu sözünü naklettikten sonra şöyle der: "en-Nevevî bu sözü güzel bulmuş ve bunda karar kılmıştır." [213]

Bir yandan ulemanın, içtihadın bölünme kabul edip etmeyeceği konusundaki ihtilafı, diğer yandan avam ile müteallimi birbirinden ayrı tutma zarureti dolayısıyla bu üçüncü kategorinin durumunu biraz tafsilatlı olarak ele almanın uygun olacağını düşünüyorum.

Derecelerinin ve durumlarının farklılığıyla müteallim kategorisine girenler şu iki halden birinde bulunur:

A - Kendisine yeterli İlmî seviye, araştırma ve tahsil konusunda azim ve kabiliyet: bahşedilmiş olan ve yeterli kaynağa sahip bulunan, dolayısıyla kendisinde delilleri araştırma ve üzerinde değerlendirme yapma imkânı görenler.

B - İlminin yetersizliği, himmetinin azlığı veya gerekli kaynaklara sahip olmaması dolayısıyla kendisinde bu imkânı görmeyenler.

Birinci gruptakiler içtihad ve değerlendirme için yeterli çabayı gösterdiği, araştırma ve tahsil için olanca gayretini sarf ettiği ve bu suretle ulaştığı netice konusunda kalben mutmain olduğu zaman tercihe şayan gördüğü görüşle amel edebilir. Bunu yaparken diğer görüşlere hürmet göstermeyi ve o konuda muhalif görüş benimseyen ulemaya takdiri de elden bırakmamalıdır.

Bu söylediğimiz "vücub" değil, "cevaz ifade eder. Çünkü zikrettiğimiz üç şarta [214] sahip olup olmadığı başkaları tarafından bilinemez. Bu sebeple mesele o kişiyle Rabbi arasında kalmak durumundadır.

İkinci gruptakilere gelince, mezkûr üç şartı haiz değilse veya o şartlardan birini tam olarak yerine getirememişse, bu durumu devam ettiği sürece, araştırma ve düşüncesine dayanarak tercihe şayan bulduğu görüşle amel etmesi caiz değildir. Çünkü burada, tercihi mümkün kılacak bir etken olmadan tercihte bulunma ve ehlinden sadır olmayan bir araştırma ve değerlendirme söz konusudur.

Bu durumda o, tamamen avamın tabi olduğu hükme tabi olacaktır. Avamdan farklı olarak bazı özelliklere sahip olsa da sonuç değişmez. Aksi halde o kişi, bilmediğiyle amel etmiş olacaktır. Bu da onun, "Bilmiyorsanız Zikir diline sorun" ayetinin muhatabı olması demektir.

Şu halde bu gruba girenlerin fiilen mevcut olup olmadığı meselesi bizim için önemli değildir. Şunu-kalbimiz mutmain olarak - biliyoruz ki, Müslümanların yaşadığı hiçbir bölge hiçbir zaman ilim konusunda hırslı, araştırma ve değerlendirme yapmayı bırakmayan, olanca çaba ve gücünü ilim yolunda sarf eden muhtelif derecelerdeki âlimlerden hâli olmamıştır.

Böylece şu iki faydayı elde etmiş şu iki amacı gerçekleştirmiş olduk:

4.3.1. Müteallim kategorisine girenlerin deliller üzerinde değerlendirmede bulunabileceğini, ilimlerinin imkân verdiği ölçüde tercih ve seçim yapabileceğini ve söylemiş olduk. Keza hicri dördüncü asrın başından bu yana ulemanın, mutlak müctehid yetişmediğini söylediği zamandan beri üzerlerinde şiddet ve kuvvetini günden güne artıran kuşatmayı kaldırdık.

Bilindiği gibi o dönemden sonra birçok âlim -ehil olmayanlar girmesin diye-ictihad kapısının kapandığına fetva vermiştir. Daha sonra bu durum fiili olarak umumileşmiş ve mukayyed (bir mezhebe mensup) müctehidleri ve onlardan aşağı tabakalarda yer alan âlimleri de içine almış, hatta birçok âlim nezdinde herkesin mahza taklide tabi olduğu şeklindeki görüşe yol açmıştır.

4.3.2. İctihad kapısının -bazılarının istediği gibi- iki kanadı üzerine açılması, her gelenin içeriye girmesi ve herkesin kendi hevasmı esas alarak fetva vermesi, dolayısıyla fesat ve dalaletin yaygınlaşması konusunda gösterilebilecek gevşek tutumların önünü almış olduk.

Özellikle belirtmek gerekir ki, uzun zamandan beri Müslümanlar, bu gibilerin fesadını önleyen siyasî güçten mahrum bulunuyor. Bu fesada dur diyecek he bir hakim, ne de bir yetki sahibi var.

Farklı fıkhı mezheplere mensup tahkik ehli son dönem âlimlerinin fiilî varlığı, bizim vardığımız bu neticeyi teyit eden hususlar cümlesinden olarak görülebilir. OnIar belirttiğimiz bu metodu uygulamakta, araştırmakta, tartışmakta, ilimleri ve anlayışları çerçevesinde tercihte bulunmakta ve seçim yapmaktalar. Onlar bunu yaparken selefleri olan muhakkik alimlerin yolunu izlemekte, güzel ve faydalı çalışmalar yapmaktalar.

Son dönem âlimlerinden bazılarının Usul ve Fıkıh konusundaki kitapları bu metodun canlı bir şahididir.

Muvaffakiyet Allah'tandır.

Dipnotlar :



[198] 39/ez-Zümer, 9.

[199] Bkz. el-Gazzâlî, el-Müstesfa, II, 384; el-Hatîbu'l - Bağdâdî, el-Fakîh ve'l-Mütefakkih, II, 69.

[200] el-Hatîbu'I-Bağdadî, el-Fakih ve'l-Mütefakkih, II, 71.

[201] Şeyhayn ve Ebû Dâvud rivayet etmiştir. Bkz. Mecma'u'z-Zevâid, 1,683.

Bkz- el-Buhârî, "Temenni", 21; Müslim, "Akdıye", 15; Ebû Dâvud, "Akdıye" 2...

[202] el-Âmidî, el-ihkam fî Usûli'l-Ahkâm, IV, 244; el-Gazzâlî, el-Mustesfa, II, 361 v.d..

[203] 16/en-Nahl, 43,

[204] el'Hatibu'l Bağdâdî, el-Fakih ve’l-Mütefakkih, II, 68-9.

[205] 22/el-Hacc, 78.

[206] İbn Mâce, "Ahkâm", 17; el-Muvatta, "Akdıye", 23; Ahmed b. Hanbel, I, 313, V, 326...

[207] el-Amidî el-ihkâm, IV, 306-8. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz, el-Hatibu'l-Bağdâdi, el-Fakih ve'l-Mütefakkih, II. 68

[208] Bkz,. el-Âmidî, el-ikham, IV, 270-5; ol-Ensârî, Fevâtihu'r-Rahamüt, II, 364; el-gazzali, el-Müstesfa, 11,384; ul-Fütûhi, Şerhu'l-Kevkebil-Münir, 398

Çevirenin notu:

Müellifin sadece sayfa numarasıyla zikrettiği son kaynağın bizim elimizdeki baskısı 4 cilttir. Bu bahis IV, 473 vd.'da geçmektedir.

[209] Bazı Kelam âlimlerine göre insanın bir konudaki bilgisi ya bil fiil veya "bil kuvve" olur.Bunlardan ilki, kişinin zihninde yerleşik ve hazır bulunan ve istenildiği an istifadeye sunulan ilimdir. Fıkıh ilmini bütün bablarıyla bilen ve herhangi bir şey sorulduğunda anında cevap veren kimsenin ilmi böyledir.

İkincisi ise zihinde kesin bir şekilde yerleşmiş ve hazır olmayan, ancak az bir çaba veya akıl yürütmeyle ulaşılabilen bilgidir. Buna "kuvve-i karibe denir. Kişi, az bir gayretle bu konudaki ön bilgisini geliştirerek "bi fiil ilim" haline dönüştürebilir, yani "kuvveden fiile çıkarabilir. Geniş bilgi İçin bkz. el-îcî, el-Mevakıf, 145.

İmam el-Gazzâlî'nin yukarıdaki cümlesi, müçtehidin, içtihad için gerekli ilimlerin tamamını hafızasında hazır bulundurmayan, ama bir talabe gibi yeni baştan öğrenme ihtiyacında da olmayan, aksine, az bir çaba ile kaynaklara küçük bir müracaat ile ihtiyaç duyduğu bilgiyi kolayca ulaşan kişi olduğunu ifade etmektedir. (Çev.)

[210] el-Gazzâli, el-Müstesfa, II,384.

[211] el-Ensârî, Fevatihu'r Rahamut, II, 402 vd,

[212] ‘ Haşiyetu İbn Âbidîn, I,73; ayrıca bkz. I, 69.

Çevirenin notu:

Bizim kullaııdığımız Reddul Muhtar nüshasında bu ifade 1,167'de geçmekledir.

[213] ed-Dihlevî, el-lnsâf, 66.

[214] 1. maddede sayılan yeterli ilmi seviye, araştırma ve tahsil konusunda azim ve kabiliyet, yeterli kaynağa sahip olma" kast ediliyor. (Çev.)

Dr.Ebubekir Sifil
Bunu ilk beğenen sen ol.
هل أنا حقاً أنا ؟
RE: Müslümanın Fıkhi İhtilaflar Karşısındaki Konumu
Bu nasıl bir algı ki Allah subhanehu ve tealanın dinde yerdiği ihtilafı meşru kabul ediyor. Her mesele de farklı farklı görüşler hatta birinin haram dediğine diğerinin farz demesi gibi bir durumu nasıl tasvip edebiliyor? Madem bir meselede zıt iki durum da doğru olabiliyor; o zaman neden bundan önceki alimler birbirlerini hatalı olmakla itham ediyorlar? Mantık bir şeyin hem kendisinin hem de onunla çelişen zıttının doğruluğunu nasıl kabul ediyor? Bir şey hem kendisi hem de bir başkası nasıl olabiliyor?
Bunu ilk beğenen sen ol.
Son Düzenleme: 22-10-2013, Saat:06:48 AM, Düzenleyen: kalemşör.
General
RE: Müslümanın Fıkhi İhtilaflar Karşısındaki Konumu
ihtilafta rahmet arayanlar ittifakta gazap mı arıyor? her hususta birleşmemiz gerekirken ayrılığa meşrudur demek gerçek bir ihanettir farkında olunmasa da.
Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.(Şehid İnşaAllah Malcolm x-Malik El Şahbaz)

Sizi rahatsız etmeye geldim!
Bunu ilk beğenen sen ol.

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren İslami Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.