“Sanki yaşadıklarımdan hafızamda hiçbir şey birikmiyor” diye dert yandı sağ taraftaki. “Belki de hafızalarımız artık yaşadıklarımızı kayda değer bulmuyor!” dedi gülümseyerek soldaki.
Işıksız serin bodrumlarda o mayhoş elmaların kokusu eksik mesela... Akşam alacalarının o kendine özgü telaşlı hareketlilikleri eksik artık şehirlerde... Minik yağmur derelerinin taşlı yokuşlardan aşağıya doğru kıvrılarak usulca akışları eksik... Yüzlerde orada olmasına alışık olduğumuz bazı duygular eksik... Bir insanın bir başkasına hiç düşünmeden içini açabilmesindeki o eski rahatlık eksik... Pencerelerde, gelip geçen hikayelere merakla bakan gözler eksik... Bahçeler, avlular, içinde meyve ağaçları, dallarında kuruyup gitmiş yemişler eksik... Çarşı pazar dönüşü karşılaşmalar, ayak üstü iki satır muhabbetler eksik... Sokaklarda saklambaç oynayan çocukların sesleri eksik... İp atlayan kızlar eksik... Tamburun, udun, curanın, bendirin sesi eksik... Herkesin içinden iştirak edebileceği şarkılar eksik... Herkesin bir ucuna usulca sokulacağı sofralar eksik... Bir şeyler fazlalaştıkça hayatımızda, bir şeyler de eksiliyor. Çok yaşayanlar daha çok eksiliyor. Eksilenin yerine hemen başka bir şey konuyor, konduruluyor ama o eksilme ortadan kalkmıyor, yeri dolmuyor.
Aradaki iki sayfa koparıldığı için romanın ortasında bir yerde konu bütünlüğü bakımından küçük bir uçurum peydahlanmıştı. Geriliyor geriliyor ama hızla koşarak 232. sayfadan 235. sayfaya atlamaya bir türlü cesaret edemiyordu.
“Düşünüyorum, demek ki varım, diş ağırlarını azımsayan bir entelektüel lafı. Duyuyorum, demek ki varım daha genel ve bütün canlı varlıkları kapsayan bir gerçek. Benim ‘ben’imi sizinkinden ayıran temel farklılık düşünce değildir. Çok insan, az fikir; birbirimizden aldığımız, çaldığımız, birbirimizle değiştirdiğimiz fikirlerle hepimiz üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri düşünüyoruz. Ama biri benim ayağıma basarsa, ben yalnız başıma acı duyuyorum. Ben’in özü düşünce değil, hepimizde çok daha temel olan duygudur. Acı söz konusu olduğu zaman, bir kedi bile, biricik, eşsiz ve değiştirilemeyen ben’inden kuşkulanamaz. Derin bir acı karşısında dünya uçar gider ve her birimiz kendi acımızla başbaşa kalırız” diyor ‘Ölümsüzlük’te Milan Kundera.
Bir de şunu düşünün; bütün dalgalarını toplayıp geldiğinde kıyıyı yerinde bulamayan bir deniz ne hisseder?
“Başka bir kalbe başlıyor denizin çocukları/ Kumsalda yemiş kabukları/ Açıkça belli ayak izleri empozeler/ Tesbih gibi gidip dönsün de deniz/ Canlı sırtında olalım okyanusun” diyor ‘Nacar’ şiirinde Cahit Zarifoğlu, rahmet olsun.
Her gece rüyalarında bir kehribar tesbihin taneleri üstünde neşeyle seksek oynayan çocuklar da var.
“Ne kadar fazla olursan” dedi meczup, “o kadar eksik kalırsın!”
gökhan özcan