Mehmet şevket Eygi / MİLLİ GAZETE
İSMET Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın öldüğüne çok üzülmüş göründü ama işin içyüzü öyle değildir... Zaten dargındılar. Hattâ bir rivayete göre Atatürk ölüm döşeğindeyken İnönü’nün öldüğünü sanıyordu. Bu yüzden onun çocuklarına burs bağlanmasını vasiyet etmişti, Atatürk’ün vasiyetinin tamamı henüz açığa çıkartılmamıştır. Gizli tutuluyor. Niçin? Onu açıklamaktan korkanlar var. Korkularının, çekinmelerinin sebepleri ve gerekçeleri nelerdir? Onları da bilmiyoruz.
İsmet Paşa Cumhurbaşkanı olunca “Millî Şef” unvanını aldı. Şef, Almancadaki Führer’în Türkçesidir. İtalya’da Duçe...
Paşa paralara ve pullara kendi resmini koydurttu. Atatürk’ün ev hapsinde tuttuğu Kazım Karabekir Paşa’yı Meclis Başkanı yaptı. Sağa sola heykellerini, büstlerini diktirdi. Zahiren ah Atatürk, vah Atatürk diyordu ama saman altından kendi saltanatının temellerini atıyordu.
Atatürk ölünce saltanat taraftarları ümide kapılmışlar, Mısır’da yaşayan Şehzade Ömer Faruk Efendiyi tahta çıkartmak için harekete geçmişlerdi. Son Halife Paris’te yaşıyordu ama ihtiyarlamıştı...
Bazıları İsmet İnönü’yü demokrat zihniyetli biri olarak göstermeye çalışıyor. Onun demokratlıkla en ufak bir alakası yoktur. Çoğulculuğa, aykırı fikir ve görüşlere, en ufak bir muhalefete, en doğru bir tenkide tahammülü yoktu.
1944’te milliyetçileri ve Türkçüleri toplattırmış, İstanbul Bahçekapı’daki Sansaryan hanındaki tabutluklara koydurtmuş, feci işkenceler yaptırtmıştı. O tarihte ben çocuktum, Galatasaray’ın Ortaköy’deki ilk kısmında yatılı okuyordum. Rahmetli Hamdune teyzem Cağaloğlu’nda kızı ve damadı ile birlikte oturuyordu. Aynı sokakta Emniyet Birinci Şube Müdürü de ikamet ediyordu. Kısa boylu bir zattı, hanımı Giritliydi, mükemmel Rumca bilirdi. Bir hafta sonu tatilinde teyzeme gelmiştim. Emniyet Müdürü ve ailesi misafirliğe geldiler. Müdür tabutluklarda yapılanları anlattıydı. Dün gibi hatırlıyorum... Daracık hücrelermiş... Tepede kocaman bir ampul, altındaki milliyetçinin beynini kaynatıyormuş. Yere çömelemesinler diye dizlerinin eklem yerlerine sopalar bağlamışlar...
İnönü zamanında bir yandan solculara ve komünistlere de baskı ve zulüm yapılıyordu ama el altından birtakım kızıl şahıslar destekleniyordu.
İnönü başa geçince Müslümanlar ümitlenmişlerdi ama hava aldılar. Onun zamanında bütün din mektepleri kapalıydı. İlahiyat fakültesi yoktu. Cami hizmetlisi yetiştiren hiçbir eğitim müessesesi yoktu. Hocasız köylerde, civardan imam getirilinceye kadar bazen cenazeler kokuyordu.
Medyada kalemşörlük yapan biri kalkmış, “Adnan Menderes, İnönü’den daha fazla diktatördü” diye yazmış. Tamamen hezeyandır. Menderes, İnönü’nün yanında Zemzemle yıkanmış gibidir.
Menderes zamanında baskı yapılmadı mı? Çok yapıldı. En fazla uyanık, şuurlu, idealist Müslümanlar ezildi. 1953’te Malatya’da Ahmet Emin vurulunca bütün yurtta Müslümanlara karşı terör ve dehşet kasırgaları estirildi, toplu tutuklamalar yapıldı.
İnönü zamanında camilerin 10’da sekizi kapalıydı. Bunlar CHP’nin oligarşik rejimi devrildikten sonra halk tarafından tamir edilmiştir.
Hafızasını yitirmiş bir toplum haline geldik. Yakın tarihimizi bilmiyoruz. Atatürk konusunda ileri geri konuşmak yasaktır. “İnönü’nün Hatırasını Koruma Kanunu” diye bir kanun yok. Bari 1938 ile 1950 arasının gerçek tarihi yazılsın.
Atatürk ile İsmet Paşa niçin darıldılar, bozuştular, hattâ çok sert şekilde münakaşa ettiler?
İsmet Paşa Atatürk’e ne dedi ve huzurdan çıktı?
Atatürk ile bozuştuktan sonra İnönü, devrin Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi hocaya gidip dert yanmıştır.
Atatürk’ün onulmaz bir hastalığa yakalandığını ve uzun müddet yaşamayacağını biliyordu...
Stadyuma gitmiş, halka kendisini alkışlattırarak Atatürk’e nisbet yapmış, meydan okumuştur. Atatürk buna son derece kızmış ve sinirlenmiştir.
Gazeteci ve tarihçi Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu anlatmıştı. Bir gece geç vakitlerde bir iki kişi Cumhuriyet matbaasına gitmişler, kalıplarda değişiklik yaptırmışlar ve birkaç nüsha gazete basmışlar. O değişiklik neydi? Kimin için yapılmıştı? Bunları yazamam.
Ölümünden yarım asır geçmeden karşımıza allanmış pullanmış, sırma saçlı, sürmeli gözlü bir İsmet Paşa çıkartılmıştır. Atatürkçü mü Atatürkçü, devrimci mi devrimci, halkçı mı halkçı, iyiler iyisi, güzeller güzeli, devletin sadık hadimi, millet ve memleketin hizmetkarı... O gerçekten böyle miydi? Yoksa tarih ve gerçekler tahrif mi edildi?
Günlük BUGÜN gazetesini yayınladığım yıllarda, yakın tarihimizi iyi bilen bir zata “İkinci Adam Efsanesi” başlığı ile bir kitap yazdırtmış ve bunu gazetede tefrika ettirmiştim. O kitapta, bugün anlatılanlara hiç benzemeyen zalim ve makyavelist bir İnönü tasvir edilir.
İsmet Paşa özbeöz Türk müydü?
Ölüm döşeğinde iken bir komaya giriyor, bir açılıyordu. Zihninin berraklaştığı bir sırada yanında bulunan Kemal Satır’a “Kemal kütüphaneye git, Ermeni alfabesinde kaç harf vardı, onu bana öğreniver...” demiştir. Bunu o zamanın Milliyet gazetesinde okumuştum. Paşa, ölümüne birkaç saat kala niçin aklını Ermeni alfabesine takmıştı.
1986’da Van’a gittiğimde eskî müftülerden Şeyh Reşid Efendi ile tanışmış ve görüşmüştüm. İnönü’nün kökeni hakkında bana acayip şeyler söylemişti...
Validesi çok dindar bir kadındı. Onu üzmemek (veya ondan korktuğu) için Ramazan’da oruç yediğini saklardı.
Çok kindardı. Adnan Menderes ve iki bakanı onun kininden asılmıştır.
Gençliğinde Halıcıoğlu’ndaki Mühendishane-i Berri-i Hümayu’nda (Kara Harp Okulunda) seccadesini göze görünür yerlere sererek namaz kılarmış.
1960’lı yıllarda bir gün Cağaloğlu’ndaki Millî Türk Talebe Birliği’ne gelmiş, gençlerle sohbet etmişti. O tarihte Birlik solcuların elindeydi. Sohbet esnasında şu mealde bir laf etmişti: “İki şeye hâlâ aklım ermiyor. Birincisi yazıyı nasıl değiştirebildik. İkincisi kadınları nasıl açabildik...” (Gazete koleksiyonlarına bakılabilir.)
Saltanat zamanında hanımı çarşaflı ve peçeli gezermiş. Hatta eve erkek misafirler geldiğinde onlara görünmez, çayları veya kahveleri kapıyı tıkardatarak verirmiş.
Bendeniz devr-i İsmet’i yaşadım, gördüm. Halkın büyük kısmı sefalet içindeydi. Köylüler genellikle çarık giyerdi. Çıplak ayakla gezen çoktu. Ülke veremden, sıtmadan, frengiden kırılıyordu. Sosyal sigorta ve sosyal adalet yoktu. Memleket bit istilasına uğramıştı. Halkın yüzde seksenini oluşturan köylülerin çoğu yırtık pırtık elbiseler giyerdi. “Halkın hali nedir?” diyeni içeri atarlar, komünistlikten mahkum ederlerdi. Eski Bayındırlık bakanlarından Sırrı isminde bir zat (Soyadını unuttum) bir generale özel bir mektup yazıyor, içinde “Paşam bu memleketin hali ne olacak” şeklinde bir cümle sarf ediyor. Mektup ele geçti, eski bakan tutuklandı, 15 sene hapis yattı.
Zonguldak vilayetinde, kömür madenlerinde mecburi işçilik vardı, kaçanlara asker kaçağı muamelesi yapılırdı.
İsmet Paşa uçağa binmeyi sevmezdi, kendisine mahsus lüks bir Beyaz treni vardı, onunla gezerdi.
Oğullarından biri İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okurken, Dolmabahçe sarayını yurt olarak kullanmıştır. (Eski Tokat milletvekili Ahmet Gürkan’ın şimdi adını unuttuğum bir kitabında bu konuda bilgi vardır.)
İnönü zamanında Ezan-ı Muhammedi okumak yasaktı. Minarelerden Tanrı uludur diye bağırılırdı. Ankara’da Hacı Bayram Veli Camii Şerifinde Cuma namazı esnasında Arapça Ezan okuyan Ticanî tarikatına mensup Müslümanlar namazdan sonra camiye yakın Birinci Şubeye getirilir ve eşek sudan gelinceye kadar dövülürdü.
Bir hususu itiraf etmeliyim: İsmet paşa zamanında bu kadar kokuşma, rüşvet, hortumlama, hırsızlık, millet malını çalma, Belediyeleri sövüşleme yoktu. Zaten fazla para da yoktu. Devletin bütçesi topu topu 300 küsur milyon liraydı...
Allah’ım bir hakikat kalmasın âlemde nihan...
Yolun doğrusu kendine apaçık belli olduktan sonra Resûlullah’a karşı çıkan ve müminlerin yolundan başkasını izleyen kimseyi saptığı yönde bırakırız ve onu cehenneme atarız. Orası varılacak ne kötü bir yerdir!