You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Şems-i Tebrizî ve Cellât Hikayesi

Şems-i Tebrizî ve Cellât Hikayesi

...Revan...
Şems-i Tebrizî ve Cellât Hikayesi
Uzun bir yazı ama okumaya değer.

Sabahın ilk ışıkları, Konya’nın yorgun sokaklarını aydınlatırken,
tepedeki meydanda toplanan kalabalık gittikçe büyüyor,
birbiriyle yarışırcasına kenardaki ağaçların altına tezgâh açmış
şerbetçiler, simitç...iler, çerezciler ara sıra tiz sesleriyle uğultuyu kesiyorlardı.
Sabahın bu vaktinde bunca insanı buraya çeken, bir
ödül ya da bağış değildi. Büyük bir panayı......r veya şenlik hiç değildi.
Bu saatte bile meydanı cazibe merkezi haline getiren şey,
ortaya kurulmuş idam sehpasıydı. Sabah namazını çoğu zaman
olduğu gibi Alâeddin Camii’nde kılan Şems, meydana doğru
yürüyüp sehpanın önündeki ilk sıraya geçti. Bir grup asker aralarında
bir de cellât olmak üzere meydana doğru yürüyorlardı.

Cellât, sıranın önüne geldiğinde insanlar bir adım da olsa geri
çekilmeye çalışıyorlardı. Adam tam Şems’in önünden geçecekti
ki Şems, kalabalığın aksine bir adım öne çıkarak cellâdın sağ
koluna okşarcasına vurdu ve “Allah koluna kuvvet versin” dedi.
Cellâdın siyah maskesinin aralığından gözüken gözleri hayretle
açılıp şaşkınlıkla Şems’e baktığında o da aynı tempoyla kolunu
sıvazlayıp meydandan ayrılmak üzere yürüdü. O sırada ikinci
grup asker, mahkûmu getiriyorlardı. Oldukça zayıf gözüken
orta yaşlardaki adamın masum bir çehresi vardı. Şems’le yolda
karşılaşınca bir süre sessizce bakıştılar. Mahkûmun yorgun yüzünde
garip bir tebessüm belirip kayboldu. Şems ise onun bu
görüntüsünü bakışlarında saklamak ister gibi gözlerini kapadı
bir süre, sonra hızla yürüyüp gitti.
Kalabalıkta kısa bir an hâkim olan ölüm sessizliği başladığı
gibi bir anda bitti. Kimse olanlara bir anlam veremiyordu. Çoğu
ülkede olduğu gibi Selçuklu’da da cellâtlar çoğunlukla Çingenelerden
seçilir ve tanınmamak için maskeli çalışırlardı. Ancak
birçok şehirde olduğu gibi Konya’da da cellâtlar lanetli sayılırdı.
Bu yüzden herkes onlardan uzak durur, onlar da halka yaklaşmazlardı.
Oysa Şems, cellâda dokunmuş; hatta neredeyse kolunu
okşamış, üstelik lanetli işi için dua etmişti. Üzerindeki şaşkınlığı
atan kalabalık, bir süre bunları tartıştı aralarında. Ama
bu sesler idam sehpasına sadece bir homurtu, bir uğultu olarak
yansıyordu. Fakat mahkûm sehpaya çıkartılıp suçu okunmaya
başladığında sesler yine aniden kesildi. Suç tartışmasız, idama
yeter nitelikte ağır bir cürümdü: Soygun, yağma ve cinayet.
Suçun okunmasından sonra cellât, mahkûma boy boy baltalar
ve değişik kılıçlar olan masayı işaret etti. Adamcağız aletlere
şöyle bir bakıp bir şeyler mırıldandığında ön sıradakiler “İşini
sen daha iyi bilirsin” dediğini işitir gibi oldular. Sonunda beklenen
an geldi. Mahkûmun incecik boynunun, beyazlığına tezat
kapkara bir kütüğe yatırılışı yansıdı yüzlerce gözbebeğine.

O gözler hiç kırpılmadan, cellâdın bir süre masanın önünde
durduğunu, sonra ağır hareketlerle orta büyüklükte bir baltayı
alışını izledi. Sonra o baltanın hızla kalkıp inişini... ve aşağı düşen
başın yerinden akan kanı… Hatta bu kan kesilip damlalara
dönüşünceye kadar orada öylece durup baktılar. Sonra bir
kıpırdanma başladı. Sanki koskoca meydanı dolduran kalabalık
tek bir bedendi ve bu beden az evvel ölüydü de akan kanla
cana gelmişti. Tam bu esnada hiç umulmadık bir şey oldu: İdam
sehpasında ebedî bir dekor gibi elindeki kanlı baltayla hiç kıpırdamadan
dikilen cellâtta da garip bir hareketlenme oldu. Ama
bu kalabalığın canlanmasından çok daha başka türlü bir dirilmeydi.
Cellât aniden baltasını atıp maskesini çıkardı. İnsanlar
korkuyla geri çekildiler. Fakat onun bunu dikkate aldığı yoktu.
Bir anda sehpadan aşağı atlayıp ön sıradakilere doğru koştu ve
tek tek yüzlerine bakmaya başladı. İnsanlar geri çekilmek istiyorlar
ama yer bulamayıp birbirlerini çiğniyorlardı. Cellâtsa
hep aynı şeyi soruyordu: “Bana dokunan adam nerede? Kimdi
o, tanıyanınız var mı?”
Sonunda biri, korkunun şaşkınlığından kurtulup “Tebrizli
Şems” demeyi akıl etti de cellât biraz geri çekildi. Bir anda herkes,
bir şekilde yardımcı olup cellâttan kurtulmak için bildiğini
söylemeye başladı. Sonunda cellât, Şems’in, Mevlânâ’nın dostu
olduğunu, onun medresesinde bulunabileceğini, aşağı inip gittiğini
öğrendi. Hatta bazıları medresenin yolunu bile tarif etti:
“Tepeden kuzey istikametinde in, Sarayın yanından, Sultanü’d
Dâr’dan geç, Karatay Medresesi’ne gelince yolun tam karşısına
bak, Kemaliye’nin arka tarafına düşer.”
Cellât koşarak tepeden inerken kısa bir süreliğine ferahlayan
kalabalık daha sonra birbirini tetikleyerek kendi içinde bir öfke
patlaması meydana getirdi. Biri, “Lanetlendik!” diye bağırınca
benzer nidaların arkası hiç kesilmedi. “Şems yüzünden…” diyordu
çoğunluk; “Cani, merhametsiz acımasız adam!” diyordu

birileri. Sonunda, “Cellâda dokunan bir adam şehrimize de lanet
getirir” diyenler çoğaldı. “Lanetli bir adamın burada yeri
yok!” diye birbirinden etkilenerek artan öfke, onca kafaya rağmen
yine tek bir bedenmiş gibi tepenin sokaklarından aşağı
akmaya başladı.
Şems, gerçekten de aşağı inip medreseye gelmişti. Odasına
girmeyip şadırvanın yanında oturdu. Biraz sonra Baha ve
Mevlânâ da yanına geldi. Ama Şems’in durgun halini görüp
dalgınlığını bozmamak için hiç konuşmuyorlardı. O sırada iri
yarı, esmer tenine tezat oldukça açık renk gözüken elâ gözleri
simsiyah kirpiklerle çerçevelenmiş, yakışıklı genç bir adam
cümle kapısından koşarak içeri girdi. Onu ilk fark eden, medrese
tarafından şadırvana doğru yürüyen Hüsameddin oldu.
Genç adamın telaşına bir anlam veremeyen Çelebi, “Hayırdır
evlâdım” diye sordu. Misafir, “Tebrizli Şems’i arıyorum; burada
olduğunu söylediler” diye cevap verince şadırvanın yanı
işaret edildi. Genç adam, aynı hızla o yana koşarak diz çöküp
Şems’in ellerine sarıldı ve “Efendim beni bağışlayın” diye ağlamaya
başladı. Bahçede bulunan herkes şaşırıp kalmıştı. Ancak
Şems, az evvelki durgunluğunu kaybetmeden “Günahları
bağışlamak yalnızca Allah’a aittir. Bize karşı da bir kusur işlemiş
değilsin” dedi. Sonra daldığı düşüncelerden sıyrılmak ister
gibi başını sallayıp sesini berraklaştırarak “Ayağa kalk, Tanrı’nın
kulları önünde diz çökülmez; kim olursa olsun!” diye ikaz etti.
Adam başını biraz kaldırıp “Ama efendim biliyorsunuz ki ben
cellâdım, bir günahkâr, bir Çingene…” derken Şems, sözünü
kesti:
“Ne olmuş, ne fark eder? Ben de Tebrizli Şems’im, nasıl bir
adam olduğum konusunda da değişik rivayetler var. Nihayetinde
ikimizi de eşi benzeri olmayan tek Tanrı yaratmadı mı?”
Sonra sesini yumuşatıp gülümseyerek “Kalk, yanıma otur” dedi.
Cellât, kalkıp havuzun kenarına oturdu. Ancak hem ağlamaktan

hem koşmaktan hâlâ nefes nefeseydi ve içindeki duyguları anlatacak
kelimeleri bir türlü bulamıyordu. Sadece, “Beni kurtardınız,
kurtardınız. Artık bırakmayın” deyip duruyordu. Şems,
“Senin kurtarıcın ben değilim” dedi. Cellât, “Hayır, sizsiniz”
diye itiraz etti ve “bana dokundunuz, bir anda bütün dünyam
değişti” diye açıkladı.
“Hayır, iyi düşün; ben sana dokunduğumda bir şey değişmedi.
Gidip her zamanki gibi işini yaptın değil mi?”
“Evet” dedi cellât, oldukça şaşırmıştı. Şems anlatmaya başladı:
“Sen o mahkûmu idam ettiğin anda değiştin. Senin kurtarıcın
o maktul, ben değilim. Çünkü o adam sana dua etmişti.”
Cellât, büsbütün hayret ederek “Nasıl yani cellâdına mı dua
etmiş?” diye sorunca izahın devamı geldi:
“Evet, idam ettiğin adam bir veli idi. Son zamanlarda ölümü
sevda haline getirmişti yüreğinde. Allah’a kavuşmak arzusuyla
yanıp tutuşuyor, sadece bunun için dua ediyordu. Öyle ki aylardır
yemeden içmeden kesilmişti. Ne kadar zayıf düşmüş, sen
de gördün. Ama buna rağmen Allah’ın bir velisini idam etmek
kolay değildir. Hiç kolay değildir. Onun için sana, ‘Allah koluna
kuvvet versin’ diye dua ettim. İdam kolay olsun, çabuk
bitsin diye. Yapabileceğim başka bir şey yoktu. Allah ona merhamet
etmiş, duasını kabul etmişti. Böylece bir davada yanlışça
yargılanıp idama mahkûm oldu. Ama kendisini Allah’a
kavuşturacak kişiye dua ediyordu, durmadan; ‘tam bir hidayet
bulsun, tamamen Hak yoluna girsin’ diye. Allah bu duasını
da kabul etmiş.”


Alıntı:AŞK GÜNEŞE BENZER'den alıntıdır.
İki kişilik duânın adıysa saadet.
Ya Rabbi beni onunla beraber affet!
Bunu ilk beğenen sen ol.
Profesör
RE: Şems-i Tebrizî ve Cellât Hikayesi
Eyvallah
"Ey Sevgili!..
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni!..
Bunu ilk beğenen sen ol.

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren İslami Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.