Ebu’l-Hasan Yesar al-Ansari nin oğlu olan ve Ebu Said künyesini taşıyan Hasan-ı Basri, tabiilerin büyüklerindendir. Hicri 21 senesine doğmuş, Medine de büyümüş, 110 senesinde Basra’da vefat etmiştir. Babası Yesar, Meysan fethinde esir edilip Medine’ye getirilmiştir. Annesi Neyyir de mü’minlerin anası Ümmü Seleme ‘nin azatlısıdır. Bu aile Vadi’l-Kura da yaşıyordu. Annesi Ümmü Seleme ye hizmet içim Medine ye gelirken küçük Hasan da beraber gelir ve ezvac-i tahiratın oturduğu evlere girerdi. Kendisi eliyle o evlerin tavanına dokunduğunu söyler.
Ebu Nuaym in anlattığına göre Ümmü Seleme (r.a.), Hasan’ın annesini bir yere göndermişti. Annesinin yokluğundan şiddetle ağlayan çocuğa Ümmü Seleme kucağına alıp meme vermişti.
İşte Hasan’ın, derin ilim ve hikmet sahibi olmasını, peygamber evinden bir memeyi tutmasına bağlarlar.
Hasan-ı Basri, hayatını ilim ve cihada vermişti. Henüz 14 yaşında iken hifzını tamamlıyan Hasan, bu yaşlarda Basra ya gitmiş ve orada ilmi ve hitabeti ile büyük şöhret kazanmıştı. Yezid’in halifeliğinin sahih olmadığını açıkça söylemekten çekinmedi. Abdulmelik’e yazdığı mektupta da aynı lisan serbestliğini gösterdiği için kendisinde kadercilik eğilimi sezilmiştir. Ancak onun kaderciliği, kelami bir doktrin alacak mahiyette değildi. O, insanların sorumluluğuna inanıyordu. İçinde duyduğu derin Allah korkusu bunu gerektirirdi. Gayet edebi va’zlariyle Basra halkını etkilemişti. Va’zlarında daima Allah korkusunu telkin ederdi. Ahiret korkusu ile daima üzgündü. “Mü’min, üzgün sabahlar, üzgün akşamlar . Bundan başkasını yapamaz. Çünkü o iki korku arasındadır: Geçmiş olan ve Allah’ın o hususta kendisine ne işlem yapacağını bilmediği bir günahla, başına ne gibi tehlikelerin geleceğini bilmediği bir ömür arasında” derdi.
Bütün rivayetler, onun daima ahiret tasasında olduğu konusunda birleşmektedir. Kur’an’dan bir ayet okusa ağlarmış. Dermiş ki: “Vallahi, ey adem oğlu, eğer sen Kur’an okur, ona inanırsan; bu dünyada üzüntün artacak, korkun şiddetlenecek, ağlaman çoğalacak!”. Çocukluk günlerini Medine’de geçirdiğinden sahabilerin yaşadığı zühd hayatı, Hasan’ın ruhuna sinmiştir. O havayı hiç unutmadı, bu zühd havasını Basra’ya götürdü.Basralılara gerçek zühdün ne demek olduğunu öğretti: “Vallahi, yetmiş Bedir’liye yetiştim, çoğu kez giydikleri sof idi. Eğer siz onları görseydiniz deli sanırdınız. Onlar da sizin iyilerinizi görselerdi “bunların ahirette bir nasibi yok” derlerdi. Kötülerinizi görselerdi, “bunlar hesap gününe inanmıyorlar” derlerdi.” “Öyle insanlar gördüm ki dünyaya ayaklarının altındaki toprak kadar kıymet vermezlerdi. Dünya kendilerine doğmuş, batmış, filan gitmiş, falan gitmiş hiç umurlarında değildi. Öyle insanlar gördüm ki bunlardan biri akşam eder, yanında azıcık azık vardır, yine hepsini yemez. “Bunun hepsini kendi karnıma koymayayım, bir kısmını da Allah için sadaka vereyim” diye düşünürdü.”
Hasan-ı Basri, o derece hikmetli konuşurdu ki İmam Ca’fer-i sadık, onun hakkında: “Sözü Peygamber’in sözüne benziyor” demişti. O derece kuvvetli bir hitabet gücüne sahipti ki kendine öz üslubiyle “Nereye gidiyorsunuz?” demesi, dinleyenleri ağlatmaya kafi gelirdi. Gözü yaşlı olarak onu dinleyenler, yanından çıkarlarken artık dünyayı tamamen unutmuş, ölümden başka herşeyi kafalarında silmiş olurlardı. Üzerinde durduğu tek konu, Allah korkusu ve ölüm endişesi idi.
Hasan-ı Basri’nin, kendisini böyle zühde adamasında en önemli etken Amir ibn Abdi’l-Kays isimli zattır. Bu zat, Basra’nın toplumsal hayatında yeni bir zühd hareketini temsil ediyordu. Kendisi evlenmez; et, yağ yemez ; emirlerin yanına girmezdi. Tevrat ve İncil ile de biraz meşgul olmuştu.
Onun zühdi hayatını etkileyen diğer bir sebep de Basra’da zühd hayatının teşvik görmüş olmasıdır. Bir zaman sonra Hasan-ı Basri, topluluklarda görünmez olmuş, camide oturmaktan vazgeçmişti. “Ashabını bıraktın, burada yalnız başına oturuyorsun” diyenlere şöyle cevap verdi: “Muhammed (s.a.v.) in ashabından bir takım insanlara rastladım, bana dedilr ki: kıyamet gününde insanların iyisi nefsini en çok muhasebe edendir. Kıyamet gününde en çok sevinecek olan da dünyada en çok üzüntülü olandır. Kıyamet gününde en çok gülen de dünyada en çok ağlayandır.”
Ömer İbn Abdulaziz, kendisine hüküm ve kaza işlerinde yardım edecek kimseleri tavsiye etmesini istemiş , Hasan: “Din ehli seni istemez, dünya ehlini de sen istemezsin “ demiştir.
Tefsiri:
Hasan-I Basri, İbnu Abbas’ın tefsir derslerini dinlemişti. Tefsirde en büyük tesiri İbnu Abbas’tan görmüştür. Kendisinde batıni mana sezilmektedir. Zahir ve batın hakkındaki görüşünü şöyle özetler: “Sen batınını araştırır ve bunu zahirine kıyaslarsan, manasına vakıf olursun.” Hasan-I Basri’nin iki meclisi vardı. Biri evde, biri camide idi. Evdeki özel meclisi idi. Burada yakın dostları ile oturur, zühd ve batın ilimler üzerinde konuşurlardı. Özel meclisine devam edenler için : “Kardeşlerimiz, bize ailemizden, karımızdan ve çocuklarımızdan daha sevgilidir. Çünkü ailemiz bize dünyayı hatırlatıyor, kardeşlerimiz ise bize ahireti hatırlatıyor” demiştir.
İbnu’n Nedim, fihristinde tefsirlerden bahsederken Hasan-I Basri’nin de bir tefsir kitabı olduğunu söyler. Taberi, Hasan-I Basri’nin, talebeleri tarafından rivayet edilen tefsirlerini kitabına almıştır. Fakat bunlar çok değildir. Her halde Taberi, Hasan’ın, genellikle İbnu Abbas görüşünde olduğunu kabul etmiştir. Çok defa da Hasan’ın tefsiri, talebesi Katade’nin tefsirine karışmıştır.
Hasan’ın talebelerinde olan Amr İbn Ubeyd’in eserleri arasında tefsire dair bir kitabı da vardır ki Amr, buraya Hasan-I Basriéden işittiklerini yazmıştır. Artık İbnu’n-Nedim’in, Hasan’a atfettiği tyefsir bu mudur, değil midir bilmiyoruz. Ancak Taberi, Hasan’ın görüşlerini söylerken özellikle cebirci olduğuna ısrar eder. Halbuki Amr İbn Ubeyd’in nakli bu görüşe aykırıdır. Onun nakillerinde Hasan, kaderci görünmektedir. Taberi, Hasan’ın tefsirlerini çoğu kez Amr yoluyla nakletmez.
Taberi’deki rivayetlerden anlıyoruz ki Hasan, zamanında Kur’an hakkında söylenen her şeyden bahsetmiştir: Nüzul sebepleriyle hükümler arasındaki münasebetten, nasih mensuhtan, Mekki ve Medeni ayetlerden, kıssalardan, vs. özellikle kıssa, onuın va’z üslubuna pek yarıyordu. Bununla beraber o, kıssaya İbni Abbas, Vehb İbn Münebbih ve diğer kıssa erbabı kadar önem vermemiştir. Onlar gibi Zu’n-Nun ‘un, balık karnında ne kadar kaldığını; Karun’un, kavmine ne renkte bir elbise ile çıktığını söyler. Bilhassa Süleyman’ın kişiliğine önem verir. Süleyman onun gözünde, Allah’ın bir kulda topladığı hikmet ve mülkü temsil etmektedir. Süleyman, Allah’ın rahat yaşatıp hesaba tabi tutmadığı tek insandır.
Hasan’ın tefsirde en büyük özelliği, ayetlerin, ruhunda bıraktığı ize ve zevke göre manalar çıkarmasıdır. O, bizzat ayeti tefsir etmez, fakat ayeti okurken duyduğu hisleri dile getirir. Işte bu yol,sufi tefsirinin metodu ve başlangıcıdır. Kendilerini ona bağliyan sufiler, duydukları zevke göre ayetleri manalandırmaya başlamışlar, tabii bu, git gide zühdi manaların sınırını aşarak felsefi nazariyelere, afaki, enfüsi tatbiklere yol açmıştır. Şimdi Hasan Basri’nin tefsirinden örnekler verelim.
Tefsirinden örnekler:
1-“Allah’a davet edip iyi amel işleyen ve ben müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir” ayetini okuyor şöyle diyor: İşte bu, Allah’ın sevgilisidir; bu, Allah’ın seçkin kuludur; bu, Allah’ın hayırlı kuludur; bu, Allah’ın yarattıklarının en sevgilisidir. Allah’ın çağrısına icabet etmiş, insanları da o daveti kabule çağırmış, iyi amel işlemiş ve “ben müslümanlardanım” demiş! Işte bu, Allah’ın halifesidir. Burada Hasan’ın nasıl coştuğunu ve ayetin nitelediği şahsiyette ne derece hayran kaldığını görmekteyiz.
2-“Dünya hayatı sizi aldatmasın” ayetini okuyunca derhal kendini tutamıyor: “Bunu söyliyen kimdir? Dünyayı yaratan , ve onu en iyi bilen! Sakın ha, dünya ile meşgul olmayın, zira dünyanın meşgalesi çoktur. Adam kendine bir meşgale kapısı açtı mı onun arkasından on kapı daha açılır.
3-“Sağda ve solda oturur” ayetinde şöyle diyor: “Ey Adem oğlu, senin için iki sayfa açıldı. Sana iki kerim melek verildi. Biri sağında, öteki solunda. Sağında olan iyiliklerini zapteder, solunda olan kötülüklerini. Artık dilediğini yap. Az veya çok. Ölünce sayfan dürülür, boynuna asılır ve kabrine konur. Kıyamete kadar o seninle beraberdir. O zaman (Allah) der ki: “Her insanın günahını boynuna astık. Kıyamet günü onun için ap açık bir kitap olarak çıkaracağız. “Kitabını, oku, bugün kendi kendine hesabını görebilirsin.” Vallahi seni nefsinin hesapçısı yapan Allah, gerçekten adalet yapmıştır.”
4-Talha İbn Amr al-Hadrami diyor ki: “Bir gün Hasan çıkageldi. Ata ile beraber yanına oturduk. Şöyle dedi: Bana ulaştığına göre Allah şöyle buyurmuştur: Ey Adem oğlu, seni ben yarattım, halbuki sen başkasına ibadet ediyorsun. Ben seni anıyorum, sen beni unutuyorsun. Ben seni çağırıyorum, sen benden kaçıyorsun. Bu, yeryüzündeki zulümlerin en kötüsüdür. Sonra şu ayeti okudu: Yavrum, Allah’a ortak koşma, zira ortak koşmak büyük bir zulümdür.
5-De ki: Allah’ın, kulları için yarattığı süsü ve güzel rızıkları kim yasakladı?” ayetinde Hasan, nefsi yaşatacak kadarından fazla yemenin doğru olmadığını söylüyor. “Zinet”sırtına bindiğin şeydir. “Tayyibat” Allah’ın, o hayvanların karınlarına koyduğu süttür. Şimdi öyle insanlar var ki Allah’ın nimetini, karnının, şehvetinin ve belinin oyuncağı yapıyor. Kim Allah’ın nimetini alırsa onu güzelce helal olarak yer. Ama Allah’ın nimetini karnının, şehvetinin ve belinin oyuncağı yaparsa onu, kıyamet gününde boynuna vebal yapmış olur.
6- Hasan Basri : “Onlardan kimi nefsine zalimdir” ayetindeki zalimi münafık, diğer bir rivayete göre fasık diye tefsir etmiştir. Ona göre büyük günah işleyene münafık denir. Kişinin akibetinden emin olması nifak alametidir. Insanın nifaktan kurtulabilmesi için sözü ile bilgisi arasında ihtilaf olmamalıdır. Bundan dolayı o, çağında yaşıyanların çoğunu münafık saymıştır. Diyor ki: “Münafıklar, evlerde, yollarda, çarşılarda hep bizimle beraberdir. Vallahi onlar Rablarını bilmemişlerdir.
O halde nifaktan kurtulmak için kalbi islah etmek lazımdır. Hasan bu prensip üzerinde çok durmuştur. Onun için kendisi kalbler ilminin kurucusu sayılmaktadır. Bu prensiple o, tasavvufi anlama çok yakındır. Çünkü salih kalp korkunun çalkandığı yerdir. Fasık kalp ise batıl dikenlerin ve kuruntuların yetiştiği yerdir. Kalb, hayatını kaybedince ona öğüt tesir etmez. Mescitte etrafına toplananlara Hasan şöyle demiştir: “Ah kalbler düzelmiş olsaydı ben sizi ta kıyamet sabahına kadar ağlatırdım!”
Hasan Basri, Hz. Osman’ın katli ve ondan sonraki olayları Allah’ın bir intikamı saymaktadır. Allah, Resulünün hayatında ona ikram olarak müslümanlardan bu intikamı almamaış, fakat vefatından sonra bu intikamı alacağını “Seni götürürsek biz onlardan intikam alıcılarız” ayetiyle bildirmiştir. Bunun sebebi de dünyaya düşkün olan, dünyaya yönelen,dinlerine içten bağlanmayan insanların türemiş olmasıdır. Hasan’a göre olaylar, zühdi hayattan ayrılmanın bir sonucudur.
Örneklerden anlaşıldığı üzere Hasan, tefsirden çok va’zetmektedir. Onca mana açıktır, izaha lüzum yoktur. O, okuduğu ayetlerden, kalbine doğan zevke göre va’zetmiştir. Her ayet, onun kalbinde Allah korkusunu depreştirmiştir. Onun ifade gücüyle dile getirilen derin hisler, en güzel mev’izeler olmuş, kalblere işlemiştir. Halk bunlardan bir müzik tesiri de duymuştur. Onun anlattıkları, öteki hikayecilerdeki gibi değildir. Hasan, hikaye anlatmıyor, yaşadığını söylüyordu. Bununla beraber onda kıssa hiç yok da değildi. Mesela “Cehennem ateşi, her gün yetmiş bin deriyi pişirir. Kafir derisi kırk arşın kalınlığındadır. “ gibi hikayeler vardır onun tefsirlerinde. Bazı kıssaları detaylarıyla anlatır, tahlil eder, daha sonra kendi görüşü olan zühdü aşılamaya çalışır, bunun dışına çıkılmasına şiddetle çatar. Örneğin: “Biz emaneti göklere, yere ve yıldızlara arz ettik…” ayeti üzerine şöyle diyor: “Emaneti yedi kat göklere ve yıldızlarla süslediği yollara, büyük arş taşıyıcılarına arz etti, dedi ki: Emaneti, taşıdığı sorumlulukla birlikte yüklenir misiniz? Dediler ki: Sorumluluğu nedir? Dedi ki: İyi taşırsan mükafat alırsın, kötü taşırsan cezalanırsın. Hayır, dediler. İnsana arz etti. Insan yüklendi. Çünkü insan, nefsine zalim, Rabbını emrini bilmezdir.” Kıssayı bitirdikten sonra zalim ve cahil insanın halini hatırlıyor da ona şiddetle hücum ediyor: Mallar, saraylar içerisinde yaşayan, sultanın kapısına giden, çeşitli yemekler yiyen insanları şiddetle kötülüyor. Sonra yetimleri, dulları, fakirleri hatırlıyor.
Demek ki Hasan, fikirlerini kıssa şekline sokuyor ve onu daha etkili olacak biçimde anlatıyor. Hasan’ın her tefsirinde muhakkak zühd tarafı kendini gösterir. “Allah’ın, sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri özlemeyin” ayetinde kişinin mal istediğini, halbuki belki o malda kendisinin helakinin bulunduğunu söylüyor.
Tefsirinde siyasi yönü de vardır. Emevi devletini sevmediği bellidir. Onun için Kur’an’daki Ülü’l-emr ile bilginlerin kasdedildiğini ileri sürüyor. Ona göre gerçek yetki sahibi alimlerdir.
Isra’nın ruh ile olduğu; vücudun o gece mekanından ayrılmadığı kanısındadır. Bunun için : “Sonra yaklaştı, indi, iki yay aralığı kadar, belki daha az kaldı. Kuluna vahyettiğini etti” ayetinde vahyedenin Cebrail olduğunu söyler.
Görülüyor ki Hasan Basri’nin görüşlerinde tasavvufi bir tema hakimdir. Hasan Basri’de aradıklarını bulan sufiler, onu efsanevi bir şekilde tasvir etmişlerdir. Onlara göre Hasan, Malik İbn Dinar ve Süfyan-ı Sevri gibi sufi kisvesi olan yamalı hırka giyer, yalın ayak gezerdi. Gömleği kirli idi. Çünkü onu yakamaya fırsat bulamazdı. Fakat dikkatli bir kritik bunun aslı olmadığını ortaya koymaktadır. Gerçi Hasan-I Basri sof giyerdi ama bu onun devamlı giydiği birşey değildi. Sof giyip zühd göstermeyi sevmezdi: “Kim tevazuundan sof giyerse kalbinin nuru artar. Ama kim böbürlenmek ve zühdünü göstermek için sof giyerse o, şeytanlarla beraber cehennemde kavrulur” derdi. Riyadan son derece kaçan Hasan-ı Basri: “İnsanın nefsini kötülemesi dahi kendini övmesidir” demiştir ki gayet zekice bir sözdür.
KAYNAK: Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Yayınları
İşari Tefsir Okulu