You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Yavuz Sultan Selim Han
El ve Dil Belâsı
El ve Dil Belâsı

Yine cevâmiu’l-kelim’den, Buhâri’nin naklettiği bir hadîste Efendimiz, şöyle buyurmaktadır :

المسلم من سَلِمَ المسلمون من لسانه ويده، والمهاجر من هجر ما نهى الله عنه

“Gerçek müslüman, elinden dilinden müslümanların emniyet ve esenlikte olup (zarar görmedikleri) kimsedir. Hakiki muhacir de, Allah’ın yasak ettiği şeylerden uzaklaşıp onları terk edendir.”[1]

İdeal Mü’min

Şimdi bu hadîsi kısaca tahlil edelim:

“اَلْمُسْلِمُ” kelimesinin başında, bir lam-ı ta’rif vardır. Ayrıca, اَلْمُسْلِمُونَ kelimesi de, lam-ı tarifle zikredilmiştir. Bu iki lam-ı tarifin, bize anlattığı bir mânâ vardır. İdeal mü’min, gerçekten silm, selâmet ve güvenlik atmosferi içine girip, o atmosferde kendini eritebilmiş.. ve yine kendisi gibi tam ve hakiki mü’minlere, eliyle veya diliyle kötülüğü dokunmayan mü’mindir. Öyle görünen, öyle olduğunu iddia eden veya nüfus cüzdanında müslüman yazan kimseler değil; bütün zihinlerde tersim edilen hakiki ve ideal mü’minden bahsediliyor. Biz lam-ı tarifin “ahd-i zihnî” mânâsına gelişinden, bunu teşemmüm ediyoruz. Yani, “mutlak zikir, kemaline masruftur” kaidesinden çıkış yaparak, mü’min denince ilk akla gelen, en kâmil mânâdaki mü’mindir ve hadîste kasdolunan mü’min de işte budur.

Bir insanın, normalde dildeki bu inceliği bilmesi mümkün değildir. Zira, işin bu tarafı, ancak mektep, medrese veya bir üstadın rahlesi önünde diz çökmekle öğrenilebilecek dilbilgisi veya gramer bilgisiyle mümkündür. Allah Resûlü için, böyle bir tedris söz konusu değildir. Demek ki, O’nun konuştukları kendinden değil; O, Muallim-i Ezeli’nin konuşturduklarını konuşmaktadır. Onun içindir ki, Allah Resûlü’nün ifade ve beyanlarında, dile ait bütün nükteler mevcud olmakla beraber dile ait bir tek kusur dahi mevcut değildir.

Biz yine yukardaki hadîse dönelim: Hakiki müslüman, emniyet ve güven insanıdır. Öyle ki, diğer bütün müslümanlar, zerrece herhangi bir kuşku ve tereddüte düşmeden ona sırtlarını dönebilirler. Zira bilirler ki, ondan kimseye zarar gelmez. Ailelerini birine emanet etmeleri icap etse, gözleri arkada kalmadan ona emanet edebilirler. Çünkü onun elinden ve dilinden asla kimseye zarar gelmez. Onunla bir mecliste beraber bulunduktan sonra, o meclisten ayrılan insan, arkasından emindir; zira bilir ki, arkada kalan o insan, ne kendisi gıybet eder, ne de yanındakilerinin gıybetini dinler. O, kendi haysiyetine, şerefine düşkün olduğu kadar, bir başkasının haysiyetine, şerefine de o kadar düşkündür. Yemez, yedirir. İçmez, içirir. Yaşamaz, yaşatır. Ve bir başkası için füyûzat hislerinden dahi fedakârlıkta bulunur. Biz, bütün bu mânâları, lâm-ı tarifin aynı zamanda “hasr” ifade etmesinden çıkarıyoruz.

Silm ve Müslüman

Diğer taraftan, bu ifadelerde cinas da vardır. “Müslim” kelimesiyle, “selime” fiili, ikisi de “silm” kökünden gelir. Bazı harflerindeki benzerlikten dolayı, aralarında gayr-ı tam bir cinas mevcuddur. Ancak bu iki kelimenin babları, ayrı ayrıdır. Bu benzerlik ve ayrılık, bize şöyle bir mânâyı dahi hatırlatır: Müslüman; her meselesi, silm, selamet ve müslimlik çizgisinde cereyan eden insandır. O, kendisini öyle İlâhî bir cazibeye kaptırmıştır ki; artık bütün hareketleri bu kuvve-i ile’l-mer-keziye çevresinde cereyan eder.

O, tanıdığı-tanımadığı herkese selam verir. Böylece kalblerde onun için bir sevgi vaz’edilir.[2]

Namazını bitirirken, selamla bitirir. İns, cin, melek, bütün şuurlu varlıklar, onun selamını alır. O, görmediği bu varlıklarla da selamlaşır. Mü’minin dışında hiç kimse, şimdiye kadar selamlaşmayı, bu denli yaygın hale getirmiş değildir.

İslâm’a; namaz, oruç, zekat, hac ve kelime-i şehadet gibi rükünleri yerine getirmekle girilir. Bu da Cenâb-ı Hakk’ın “Topluca silme giriniz” (Bakara, 2/208) emrine ittiba ile, silm ve selamet deryasına yelken açmak demektir. O deryaya kendisini salan insanın ise, her hali silm ve İslâm kokar. Bu duruma gelmiş bir insandan da, hiç kimse iyiliğin dışında bir hareket ve bir mukabele görmez.

Niçin El ve Dil

Efendimiz’in her ifadesinde olduğu gibi, söz konusu ettiğim ifadesinde de kullanılan her kelime, dikkatle seçilmiştir. Görülüyor ki burada da yine elden ve dilden bahsedilmektedir. Diğer azaların değil de sadece bu iki uzvun zikredilmesinde elbette birçok nükte vardır. İnsan bir başkasına vereceği zararı iki türlü verir. Bu, ya vicâhî, yüz yüze veya gıyabî yani arkadan olur. Vicâhî zararı el, gıyabîyi de dil temsil eder. İnsan karşısındakine ya bizzat tecavüzde bulunur ve onun hukukunu çiğner, ya da, gıyabında onun gıybetini yaparak, hakir ve küçük düşürerek hukukuna tecavüz eder. Bu iki çirkin durum da mü’minden hiçbir zaman sadır olmaz. Çünkü o, ister yüz yüze olduğu insanlara, isterse hazır bulunmayanlara karşı hep mürüvvetle davranır.

Ayrıca Efendimiz, lisanı elden önce zikrediyor. Çünkü, elle yapılacak zarara, karşı tarafın mukabele imkânı ihtimal dahilindedir. Halbuki, arkadan yapılan gıybet veya atılan iftira, ekseriyetle karşılıksız kalır. Dolayısıyla, rahatlıkla böyle bir hareket, fertleri, cemiyetleri hatta milletleri birbirine düşürebilir. Dille yapılabilecek zararların takibi, vicâhî olarak yapılmak istenenlere nisbeten daha zordur. Onun içindir ki, Efendimiz, dili, ele takdim etmiştir. Diğer taraftan, bu ifadede, müslümanın Allah katındaki değer ve kıymetine de işarette bulunulmuştur. Müslüman olmanın Allah katında öyle bir değer ve kıymeti vardır ki, bir başka müslüman ona karşı elini ve dilini kontrol altında bulundurması gerekmektedir.

Cihanşümûl emniyet ve esenlik düşüncesiyle gelen İslâmiyetin önemli bir ahlâkî buudu, müslüman ferdin, maddî-mânevî kendine zarar veren şeylerden uzaklaşması ise, diğer ehemmiyetli bir derinliği de, az dahi olsa, başkalarına zarar vermemektir. Zarar vermek bir yana, toplumun her kesiminde, emniyet ve güveni temsil etmektir. Evet, müslüman, sînesinde taşıdığı emniyet duygusu ve yüreğinin güvenle atması ölçüsünde hakîkî müslümandır.. ve hakîki bir müslüman da gezip-dolaştığı; oturup-kalktığı hemen her yerde “esselâm” kaynaklı bu hisse tercümandır: O, mü’minlere uğradığında selâm verir, emniyet soluklar.. onlardan ayrılırken esenlik diler, ayrılır.. namazın tahiyyatlarını selâmlarla süsler.. ve Hakk’ın huzurundan ayrılırken de mü’minleri selâmlayarak ayrılır. Artık, bütün hayatını böyle selâm yörüngesinde sürdüren bir insanın, kendi temel düşüncesine rağmen, emniyete, güvene, sağlığa ve maddî-mânevî, dünyevî-uhrevî selâmete ters bir yola girmesi, kendine ve başkalarına zarar vermesi herhalde düşünülemez...

Hadîsle alâkalı bu kuşbakışı ilk mülâhazadan sonra, yine onun ruhundan fışkıran şu hususlara da bir göz atıp geçelim:

1) Hakiki müslüman, yeryüzünde cihanşümûl sulhün en emin temsilcisidir.
2) Müslüman, ruhunun derinliklerinde yaşattığı bu yüksek duyguyu her yerde soluklar-gezer.
3) O, ezâ, cefâ etmek ve zarar vermek bir yana, hatırlandığı her yerde emniyet ve selâmetin remzi olarak hatırlanır.
4) Onun nazarında, elle yapılan tecâvüz ile gıybet, bühtan, tahkîr, tezyîf gibi dil ile yapılan tecavüz ve çekiştirme arasında fark yoktur. Hatta bazı durumlarda, ikincisi birinciden daha büyük cürüm sayılır.
5) Bir mü’min bu günahlardan bazılarını irtikap etse de yine mü’mindir ve dinden çıkmış sayılmaz. Yani akîdemizce küfür-îmân arası bir mevki söz konusu değildir.
6) Her meselede olduğu gibi, îmân ve İslâm meselesinde de, himmetler âli tutulup kemâlât-ı insaniyeye yani herhangi bir Müslüman değil, kâmil mü’minliğe talip olunmalıdır gibi pek çok şey o mu’ciz beyân lisanda tek bir satıra sığdırılmıştır.

[1] Buhâri, İman, 4.
[2] Buhâri, İman, 20; Müslim, İman,63
Beni Bir Ben Bilirim, Birde Yaradan Bilir Bana Bir Ben Lazımım, Birde Anlayan
Bunu ilk beğenen sen ol.

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren İslami Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.