HEM de sana el uzatmağa utanıyordum.. Âbâ-ı kenâiseyye-i hatırlatan ca'li şefkatimle karşına çıkmağa ar ediyordum zira sana, gözümün önünde kıydılar, zülüflerini târ-u mâr edip, bu hale koydular. Beynini söndürürken, kalbini kursağına yedirirken, görmüştüm olup bitenleri ve uzatamamıştım günahkâr elimi eline... Sızlanışına rağmen uzatamamıştım... Kader’in, Faust’un kaderi, ama Mefiston kim?.. Kim revâ gördü bunları sana?.. Emin bir ülkede idin. Sıcak bir yuvan vardı. Rızkın başının ucunda ve işin yolundaydı. Sonra şu vahşetzâre geldin. Geldiğine bin pişman oldun. Ama gelmek elinde değildi. Etrafını büsbütün boş bulup halini aşina kimse göremedin. Asıl efgânını sadece sen duyuyordun. Ve koşanlar, midenin ah-u vâhına koşuyorlardı. Bu günkü canhiraş feryatların, tâ o zaman başlamıştı. Tâ o zaman terk edilmiştin. Hem de can-fezâ iken. Sen başkalarının keyf ve eğlencesi olarak elde idin, kucakta idin; bir gül gibi göğüste idin, dudakta idin. Ama senin için yapılan şeylerde sana ait olanı bulmak mümkün değildi. Gariptin. Yalnızdın. Ve sahipsizdin.
DÜNÜN bu gününü doğurdu ve bu günün ne olacağı belirsiz yarınlarını hazırlamakta. Yolların ayrımındasın yavrucuk... Şimdi bana müsaade et de, şu bâdirede Bahadır’ın olayım. Mızrabımı senin için vurup, feryadımı ruhuna duyurayım. Bu fırtına ve bu yangında gerektiği an imdadına koşamadığım için de kaldırım taşı gibi şu mücrim başımı ayaklarının altına koyayım. Ve bütün mücrimler adına senden özür dileyeyim: Bir keyf uğruna varlığına sebebiyet verenleri, etine - kemiğine bağlanıp gönlünü unutanları, bir geçici dem için ebediyetine kıyanları, ruhuna hoyratlık aşılayıp sefaletini hazırlayanları afveyle yavrucuk.