Hakikatte hiç baktık mı bir çocuğun gözlerine?
O derinliği hissettik mi? Neyi gördük veya neyi özümsedik onun o muhteşem renk armonisi gözlerinin derinliklerinde?
Bazen çok şeyi kaçırıyoruz. Taş binaların içine hapsolmuşuz adeta. Ruhlarımızın, et ve kemik bedenlerin içine hapsolduğu gibi. Oysa yaşam dağlarda, ovalarda, yaylalarda, bir kuşun uçmasında, kanadını nasıl çırptığında, bir mağaranın karanlığında, bir ağacın gölgesinde, bir taşın altında çoğu kez.
Ama kaçırıyoruz hayatı. Yaşamı, zoraki mutlulukların gölgesinde zannediyoruz. Bardakların içindeki sıvılarda arıyoruz, birkaç ekran büyüklüğünde renkleri başımızı döndürdüğünü zannettiğimiz kutularda, yalan dolan kelimelerin hoşluğunda, mum ışığı ile aydınlanan sofralarda. Hakikaten bunlar mıdır huzur? Bunları özümseyebiliyor, ruhumuza alabiliyor muyuz?
Türkiye ile komşu ülke sınırında, bir çocuk gördüm,gözleri el fenerinden bile daha parlak, masmavi. Bir fotoğrafını çekme özgürlüğüm bile olamadı, etrafındaki insanlar onu çevrelemiş sarmıştı. Ama o, onların arasından masum ve o muhteşem gözleri ile bana baktı. Artık o sadece benim zihnimin kayıtlarında dolaşıyor. Onu asla unutamayacak olduğumu biliyorum.
Çünkü yaşamı, korkuyu, sevinci ve ölümü onun o gözlerindeki derin maviliğinde özümsedim. Hiçbir zerrede göremeyecek olduğum kadar yakin bir hal ile.
Onun küçük elinden tutup kendime çekmek için, sahip olduğum ve hiç sahip olmadığım her şeyi terk etme halini yaşadım bir an olsun. Sonra baktım benim evladım, yolculuktan yorulmuş, uzanmış kucağıma uyuyor, sakin, sessiz ve güvende. Bu iki hali aynı anda yaşamak, beni benden alan bir haldi. Ve gönlümden geçenler dünyayı bile yakardı.
Dünyayı bir “savaşın ve ölümün” dünyası olarak baştan çizilmiş bir kaderin içine zerk etmişler. Gönül nasıl kabul etsin ki?
Bazı coğrafyalarda bir çocuk olmak, ne zor iş. Gördüm onları, dünya gözlerim ile, ama ruh gözüm, gönül gözüm nasıl kabul edebilirdi ki bunu? Doğaya aykırıydı, bir çocuğun elinde tuttuğu, ne bir çiçekti, ne de oyuncak bir bebek. Ne olduğunu bile bilemeyecek yaşta olan çocuklar.
Oyuncaklar ile hiç tanışmamış olmaları, sıcak yemek için çok uzun zaman bekliyor olmalarını gördüm. Onlar hiç tabağındakileri beğenmemezlik yapacak bir hal yaşamamışlardır eminim. Yatağa gitmek için seslenilmeye ihtiyaç bile duymazlar belki. Çünkü bir taşın kenarında, üşüyen ellerini ısıtarak, derin uykularına dalar onlar. Üstlerini örtecek bir el bile yok iken, güzel ve sıcacık rüyalarına doğru yola çıkarlar. Hiç şımartılmadılar onlar, ne bilsinler ki naz yapmayı.
Bazı coğrafyalarda çocuk olmak ne zor iş.
Birinin sırtında atçılık oynamaz onlar, çünkü sırtlarında taşıdıkları ağır yükleri vardır onların. Kalemi, defteri beğenmemezlik yapmaz onlar, o kalemleri tutacak elleri yorgundur, belki üşüyordur, lakin hala bir harf yazmak için acılarını bile unuturlar.
Tamahkar bir nefs’e sahiptir insan. Kendine ait olmayan her şeye dokunur. Yaşamı hal ile yaşayacağı yerde, yok etmek ister.
Eğer hazımsızsan, bilgileri kitapları da yutsan, tüm gün tekkelerde türbelerde de yatsan, dua etsen bir işe yaramaz.
Aldığın bilgiyi hazmetmedikçe, yaşamda her şeyi hazmetmedikçe her türlü fenalık peşini bırakmaz.
Yaptığın hiçbir şey seni bir adım ileri götürmez. Sadece hayal peşinde koşturur, zihin içinde gölgeler ile avunmanı sağlar. Oysa yaşam tam karşımızda, hiç olmayacak kadar basitlikte. Oysa zihnimiz bize oyunlar oynar. Yaşamı farklı gösterir, zorlaştırır. Her şey basitliktedir, yanı başımızda, tam karşımızdadır.
Üstünlüğü sahip olduğumuz maddi değerler ile ölçeriz. Oysa ki üstünlük Edeb’tedir. Edeb’in Edeb’e üstünlüğü olur. Etin, kemiğin üstünlüğü yoktur. Madde ve eşyaya sahip olmanın da üstünlüğü yoktur.
Bazı coğrafyalarda bir çocuk olmak bu yüzden zordur. Üstünlüğün, görünen güç ve maddeden ibaret olduğunu zannetmek sevdasına düşenlerin dünyasında oldukları için.
Yaşamların son bulduğu yerin tam ortasında durdum.
Rüzgar bana burada neden olduğumu sorarken, ben o sessizlikte çınlayan çığlıkları dinliyordum.
Onlarla beraber atıyordu yüreğim. Ama benimki görünende, onlarınki sonsuzlukta.
Hakikat, Sen’in belirlediğindir.
Yaşamın beni arzu ettiği yerdeyim şimdi. Ve ben, arzu edilen yerde Sen’i inşa ediyorum.
Evet şimdi yapmam gereken, etrafımdaki çocuklara daha sıkı sarılmak ve onların muhteşem gözlerindeki Yaşam Deryasında kaybolmak. Belki, siz de yapmak istersiniz. Ve belki de yapıyorsunuzdur.
Kevser Yeşiltaş