dünyanın çeşitli ülkelerine göç ediyor.
Bilindiği gibi Türkiye en yüksek sayıda; yaklaşık 2,4 milyon mülteciyi ülkesinde
barındırıyor. Türkiye, mültecilere büyük bir sevgi ve hoşgörüyle sahip çıkıp, onları
adeta kendi evlerindeymişçesine misafir ediyor.
Batı dünyasının mülteciler konusundaki yaklaşımı ise, Türkiye’ninkinden çok farklı.
Avrupa ve Amerika, adeta mültecileri görmezden geliyor. Öldürülmekten kaçan bu
biçare insanları yardımsız bırakıp onlara kapılarını kapatmaya çalışıyor.
Merhametin ve adaletin beşiği olduğunu iddia eden Avrupa’nın mültecilere yaptığı
uygulamalar vicdanları sızlatmaya devam ediyor.
Görünürde güvenlik, ekonomik nedenler, işsizlik sorunu gibi gerekçeler öne
sürülse de, Batı’nın mültecileri almak istememesinin en önemli nedenlerinden biri
de, git gide yükselen Müslüman karşıtlığı. Öyle ki, bu karşıtlık artık yüksek sesle dile getiriliyor.
Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın Alman Frankfurter Allgemeine Zeitung Gazetesi için kaleme aldığı makalesinde kullandığı ifadeler bu durumun en açık
örneklerinden biri. Orban sözkonusu makalesinde, “ülkesinin, Avrupa'nın Hristiyan köklerini tehdit eden sığınmacılarla istila edildiğini" ifade ediyor.[1]
Macaristan Başbakanı Viktor Orban, yaşanan mülteci krizini ele almak için Avrupa
Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ile gerçekleştirdiği görüşmenin ardından
düzenlenen basın toplantısında da, ‘Avrupa’nın mültecilere kapılarını açmasının
ahlaki bir argüman olmadığını’ söylemiş ve mültecilere seslenerek, açık bir biçimde, “Lütfen gelmeyiniz. Türkiye güvenli bir ülkedir, orada kalın. Aileler,
çocuklar ve kendiniz için orada kalmanız daha iyi” diyebilmiştir.[2]
Danimarka hükümetinin yaptığı da Macaristan’dan hiç farklı değil. Danimarka,
mültecilerin kendi ülkesine gelmeyi akıllarından geçirmesini bile istemiyor. Bu
amaçla, Ortadoğu ülkelerinde yayın yapan bazı kuruluşlara “Sakın bize gelmeyin, hoş karşılanmazsınız, sonra üzülürsünüz” anlamına gelen ilanlar verdiler.[3]
Danimarka Halk Partisi Yabancılar Sözcüsü Martin Henriksen de, “Parasını verelim,
mülteciler bize gelmesin, Türkiye’de kalsın” şeklinde açıklamalar yaptı.[4]
Diğer Avrupa ülkeleri de mülteciler konusuna olumsuz bakıyorlar. Avrupa Birliği
ülkelerince düzenlenen içişleri bakanları toplantısında, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde toplanan mültecilerin belirli kotalar dahilinde birlik ülkelerine
yerleştirilmelerine, Macaristan ve Slovakya ile birlikte, Çek Cumhuriyeti ve
Romanya da karşı çıkmış, Finlandiya ise çekimser kalmıştı.
Slovakya Başbakanı Robert Fico da kısa bir süre önce yaptığı açıklamada,
“Slovakya’da Müslümanları ağırlayacak kültürel altyapı yok” gerekçesiyle,
Müslüman mültecileri kabul edemeyeceklerini söylemişti.[5] Oysa Suriyeli mültecilere gidin demenin onları ölüme terketmek anlamına geldiği çok açıktır.
Zaten mültecilerin Avrupa ülkelerinin sınırlarında coplanmaları, üzerlerine plastik
mermi sıkılması, biber gazı ve tazyikli suyla durdurulmak istenmeleri, 24 saat boyunca yiyecek ve su verilmeksizin bekletilmeleri ve daha çeşitli insanlık dışı
uygulamalara maruz kalmaları, onların Avrupa topraklarında hiç istenmediklerinin açık birer göstergesi ve bu zavallı insanlara yaşatılan acılar akıl ve vicdanın asla
kabul edemeyeceği gibi...
ABD’nde de Müslüman karşıtlığı git gide yükseliyor. Son olarak, 2016 yılında
yapılacak başkanlık seçimleri için Cumhuriyetçi Parti’den aday adayı olan Donald Trump, ülkedeki camilerin gözetim altında tutulması ve Müslümanların emniyet
güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında fişlenmesi gerektiğini dile getirdi.
Hatta Trump bu düşüncesini daha da sertleştirerek Müslümanların tümünün ülkeye girişinin yasaklanması gerektiğini söyleyerek büyük tepki çekti.[6]
Amerikan yayın kuruluşu CNN International’ın ünlü isimlerinden ve aynı zamanda
bir Müslüman olan Fareed Zakaria, Müslümanların şu anda ABD’nde en çok nefret
edilen azınlık konumunda olduklarını ve yakında sokağa bile çıkamayacaklarını ifade etti.[7]
Avrupa ve Amerikan medyası birbiri ardına İslam aleyhtarı yazı ve görüntülere yer veriyor. Bu şekilde halkta da Müslüman karşıtlığının fikirsel zemini oluşturulmaya çalışılıyor.
Görüldüğü gibi, Batı dünyası mültecileri ülkelerinde görmek istemiyor. Onların ülkelerine gelmemeleri için kötü muamele de dâhil, ellerinden gelen her şeyi
yapıyorlar. Diğer bir deyişle, mültecilere, “savaşın içinde kalın, bulunduğunuz topraklardan çıkmayın” deniyor. Bu zavallı insanlar adeta bulundukları topraklara
hapsedilip göz göre göre ölüme itiliyorlar.
Batılı ülkeler, bu coğrafya üzerinde hiçbir maddi veya manevi bağlantısı
olmamasına rağmen, ülkelerine istemedikleri bu insanların sözüm ona güvenliğini sağlamak ve terörle mücadele etmek adına, Ortadoğu’ya tarihin en büyük askeri
yığınaklarından birini yapıyorlar. Başta Rusya ve ABD olmak üzere, İngiltere,
Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Belçika, Hollanda, Portekiz, Yunanistan ve
Kanada, Doğu Akdeniz’e savaş gemilerini gönderiyorlar. İran ve Çin de her an gelecekmiş gibi hazırlar.[8]
Bölgede oluşan bu tablo çok endişe verici. Bir tarafta ülkelerine hapsedilen milyonlarca çaresiz insan ve diğer tarafta hapsedilen bu çaresiz insanların üzerine
doğrultulmuş silahlar. Bu gerilimde oluşabilecek ufak bir kıvılcım, çoluk çocuk demeden çoğunluğu Müslüman olan tüm bölge halkını yok edecek kadar büyük bir
savaşa dönüşebilir.
İnsan hakları ihlalleri konusundaki hassasiyetini sürekli vurgulayan Avrupa’nın, bu
konuda da en yüksek hassasiyeti göstermesi şarttır. Bu masum ve suçsuz
insanların yaşam haklarının temini bakımından, bölgede bulunan tüm ülkeler
birbirlerine karşı sağduyulu ve ılımlı yaklaşım göstermeli, gerilimi tırmandıracak her türlü söz ve davranıştan kaçınmalıdır.
Bereketiyle gelen mültecilere karşı Türkiye’nin merhametine ise bütün dünya şahit olmakta. Batılı ülkeler, savaş tehdidi altındaki bu bölgeden iltica etmek isteyen
insanların içinde bulundukları çaresiz duruma hemen dikkat vermeli ve en azından can güvenliklerini sağlamak adına, Türkiye’nin merhametini ve misafirperverliğini
örnek alarak onlara kapılarını açmalı, “bu insanlara nasıl bakarız, biz fakirleşiriz” mantığıyla değil, vicdanlarıyla düşünmelidirler. Şefkat ve merhamet dolu
böylesine sıcak bir tavır, farklı dinlerdeki insanların birbirlerine daha çok yakınlaşmasına, birbirlerini daha çok sevip saymalarına da vesile olacaktır.
İnsanların sadece bugün değil, gelecekte de barış ve huzur içinde, kardeşçe yaşamaları için bu önemli bir fırsattır.