“Dükkânım, çalışma yerim senin olsun.
San'atım, hünerim, bilgiler, yığın yığın kitaplar hep senin olsun.
Arslan da senin olsun, orman da senin olsun.
Tatar ülkesinin ceylanı bana yeter.
Aşk insanı yok eder, var eder. Gönülsüz bırakır, elsiz, ayaksız bir hâle sokar.”
Hz. Mevlânâ
Yazıyorum, her buruşan kâğıt yüzüme yüzünü çarpıyor, beni bırakıp gitme. Zamanla aklımı yordum, bu ağır teraziyi yakamam, fikrimi arama artık. Binen indirsin yükü, yollar tekin değil han kalabalık. Tenhalar kaçırdı yüreğimi senin olsun. Küçük gelinciklerden sor, geceler yutamıyorsa rızkını, üç kuruşa söylenmeye gelmez. Dar kalıplara soktular bizi, paslı bıçaklarla boynumuzdan geçtiler kaç kez. Şarkılarımızı küle batırdılar. Çöplük karıştırırken açlığımızı hor gördüler. Yetiştir elleşilmeyen aşkını. Bir yudum ulaşmaz mı dersin.
Hatırlat, nasıldı sana baktığım zamanlar. Gündüz kahvaltıdan sonra gecenin kalbi atıyorken hâlâ. Uyanmazken dünyaya, hatırlat gök hangi mavisini giymişti. Alaca rengim var mıydı? Sök bu dikişi ne olursun. Bu kıyâfet üzerime fazla geliyor, benim değil. Ne kaldıysa kaldır at, azalt beni. Hücrelerimden atomları yıka. Su değdir onulmaz yaralarıma, öz yaşına çıkar. Gönülsüz bırak, aşk can çekişmesin.
Kanımdan yıkılan bir hastayım. Durumumu anlamaya bakış gerek, gönül gözü mahrem. Saklanmam gerek sonra, herkesten ve her şeyden el çekerek, bağımsızlığın hatırına, zor kıvamda, yalnızlığımda, bırakarak kendimi paklanmam gerek. Dağ ceylanı bulmalıyım ürkerek kaçan. Onu bulunca kendimi vurmalıyım. O ceylan aynam olsun sen bana bakarken. Yıldızlar üşüdüğünde kamer ısınmamız olsun. Akla dair soruların ötesinde, sadece dal ve bana yer aç.
Kısa karışmadı ne olduysa. Uzuna, upuzuna doğru ucu inceldikçe sivrilen bir ipti. Boğazımı doladı, nefesim coğrafyalar gezerken, bir avuç toprakta tıkandı. Bayrağımdan sarıldı karlar. Eridi küheylanın yalnızlığı. Atları sevdiğimi biliyorsun. Vurma ayaklarımı çekiyor damarlar. Baştanbaşa hüznüm, dikenli tarlalarda söyle çocuklara koşmasınlar. Hâlimi sorma, dengemi yitiriyorum.
Sesin çeker mi ruhumu, acziyetim âzât bilmez köle. Sesin, alır mı küçük savrulmuşluğumu fırtınalı bu çölden. Bildiğim bütün kelimeler, üst üste sıralı yan yana ve nâzik, birbirinde mezc olmuş kitaplar ve dergiler, öğretilen pratik bilgiler, gelişimler, kişiseller senin olsun bir ses ver. Ne varsa bir kenarın olsun, bırak ve bak.
Uçurum kadar gelmeyen bilemez aşkın kanatlarını. Çırpmama izin ver. Sana ulaşmak için yokluk vadisinden geçiyor pınarlarım. Deniz nerede kaldı, varlığına karışmama ömrüm aşk. Ömrüm, seninle var kılınan aşk. Okuyorum, okuma bilmezken. Çantam masam oluyor, otobüsün içinde kaşları kitapta kürek çeken simalardan biri olurken, yaz ağır ağır ter döküyor. Mevsimler de senin olsun, bana kokunu ver.
Şehir haritasını açıyor kalbime. Yolları bulamıyorum, ne yana meyillensem sen. Nereden gittin, nereden geldin, nereliydim? Çöktüğüm toprak, ey içimin toprağı konuş dervişçe; eğildikçe, soldukça çehreme bu kızıl gül kimin dokunuşudur? Elim nerede, kolum kimin? Yüz ne diyor, dilin tercümanı kim? Aşk cömerttir yakar bedeni. Ruh, bağlandıkça bağımsızlaşır. Bağımda sızlanır kalbimin bilmecesi. Titretir, hoş gelir aşk. Anlarım, ağır terazinin yanma vaktidir.