ŞÜPHELERE VE BATIL GÖRÜŞLERE
CEVAPLAR
Allahu Teala şöyle buyurur: “Sana Kitabı indiren O’dur.
Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir ki bunlar Kitap’ın
anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalplerinde
eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve te’viline yeltenmek için onun
müteşabih olanına uyarlar. Halbuki onun gerçek te’vilini ancak
Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: Biz ona iman ettik, hepsi
Rabbimizin katındandır, derler. Ancak akıl sahipleri düşünür, öğüt
alır. Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi çevirme!
Katından bize bir rahmet ver. Şüphesiz sen pek çok bağışlayansın.”
1
Allahu Teala bize bu ayetlerde, insanların Allah’ın şeriatı
konusunda iki kısma ayrıldığını bildirmektedir:
Birinci Kısım: Bunlar; ilim ehli ve ilimde derinleşenlerdir.
Kur’an’ın tümünü alırlar ve hepsine iman ederler. Genel
olanı, özel olan ile; mutlak olanı, mukayyed olan ile; manası
kapalı olanı, manası açık olan ile birlikte değerlendirirler. Manasını
anlayamadıkları ayetleri, manası açık olan muhkem ayetler ile
anlarlar.
İkinci Kısım: Bunlar ise, sapıklar ve kalbinde eğrilik bulunan
kimselerdir. Kur’an’ın müteşabih olan ayetlerini alırlar ve
sadece bu ayetler ile ortaya çıkarlar… Muhkem olan ayetlerden,
açık olan nasslardan ya da bu müteşabihi açıklayan diğer ayetlerden
yüz çevirirler…
[COLOR="rgb(0, 100, 0)"]1 3 Al-i İmran/7-8[/COLOR]
Dolayısıyla, demokrasiyi ve şirk meclislerini savunan topluluğun,
sapıkların ve kalplerinde eğrilik olanların yolunu tuttuğu anlaşılmaktadır. Onlar Kitap ve Sünnet’te aktarılan bir takım
kıssalar ve şüpheli olan şeyleri araştırarak, bu kıssa ve şüpheleri
alırlar. Onları dinin kaidelerinden ve temel esaslarından olan açık,
mukayyed ya da açıklayıcı nassları ile değerlendirmezler. Bu,
hakkı batılla, nuru da karanlıkla karıştırmak istemelerinden dolayıdır..
Allahu Teala’nın izni ile burada, bu konudaki en meşhur
şüpheleri ele almaya gayret edeceğiz. Toplulukları hezimete
uğratan, bulutları yürüten Melik ve Vehhab olan Allah’ın yardımıyla,
onların bu şüphelerine cevap vereceğiz.
Bu şüphe heva ehlinden olan bir gruba aittir. Şöyle derler:
“Yusuf Aleyhisselam, Allah-u Teala’nın indirdiğiyle hükmetmeyen
kafir bir melikin yanında bakanlık görevinde bulundu. O halde
kafir hükümetlerde bu tür görevler almak caizdir. Hatta bu tür
görevler almak gereklidir.”
Buna karşılık biz deriz ki:
İlk Olarak: Bu şüpheyle, yasama parlamentosuna katılmanın
veya buna benzer görevler almanın caiz olduğuna delil
getirmek batıl ve fasittir. Çünkü bu şirk parlamentoları, Allahu
Teala’nın dini dışında bir dine dayanmaktadır ki bu, demokrasi
dinidir. Demokraside ise yasama hakkı ve helal ya da haram
belirleme hakkı Allahu Teala’nın değil, halkındır. Allahu Teala
şöyle buyurur:
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa ondan asla kabul
olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.”1
Bu şüphenin sahibi olan kimse, Yusuf’un Aleyhisselam İslam
dini dışında bir dine veya muvahhid olan atalarının dini
dışında bir dine uyduğunu ya da İslam dini dışında bir dini
koruyacağına dair yemin ettiğini söylemeye cesaret edebilir mi?
Yusuf’un Aleyhisselam, bu parlamentolardaki insanların yaptıkları
gibi, İbrahim’in Aleyhisselam dini dışında bir dine uygun olarak
yasa koyduğunu iddia edebilir mi?2
1 3 Al-i İmran/85
2 Onların anayasaları, halkın, otorite kaynağı olduğunu ve yasama otoritesinin,
krala veya başbakana ya da millet meclisine ait olduğunu belirtmektedir.
Yusuf Aleyhisselam, müstaz’af olduğu dönemlerde dahi
bütün açıklığı ile İbrahim’in dinini ilan ettiği halde, onun hakkında nasıl böyle bir iddiada bulunulabilir ki... Rabbimiz Yusuf
Aleyhisselam hakkında şöyle buyurur:
“Yusuf: "Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz
yemek gelmeden size onu yorumlarım. Gerçekten ben Allah’a
iman etmeyen ve kendileri ahireti inkar eden bir kavmin dinini
terkettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup’un dinine uydum.
Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız, yapabileceğimiz bir iş
değildir. Bu hem bize, hem insanlara Allah’ın lütuf ve keremindendir.
Fakat insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım!
Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek olan
ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan (kahhar olan) Allah mı?
Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın
adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah bunlara
dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır. O kendisinden
başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din
işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”1
Yusuf Aleyhisselam, müstaz’af olduğu dönemlerde dahi
dine çağırdığı, onu açıkladığı ve ilan ettiği halde, belli bir güce
kavuştuktan sonra bunu gizlemesi veya tahrif etmesi mümkün
müdür?
Bize cevap verin, ey şirk parlametolarında dinin maslahatını
arayan basiretsizler..
Sizler de bilmektesiniz ki bakanlık, uygulama otoritesi;
parlamento ise kanun koyma otoritesidir… Gerek bakanlık görevi
ve gerekse de parlamento üyeliği görevi ile Yusuf’un Aleyhisselam
durumu arasında dağlar kadar fark bulunmaktadır. Yaptığınız bu
kıyas doğru değildir...2
1 12 Yusuf/37-40
2 Bazı sözde bilginlerin iddiasına göre parlamento, hükümete muhalefet cephesidir.
Onlar bu cephede anayasal bir cihad yapıyorlar. Kanuni bir şekilde mücadele
ediyorlar, diplomatik yollarla yönetimi yenmeye çalışıyorlar…
Yusuf’un Aleyhisselam kıssasını, parlamentolara katılmanın meşruluğu hakkında delil olarak kullanmak,
kesinlikle doğru değildir.
İkinci Olarak:Allahu Teala’ya hüküm koyma konusunda
şirk koşan, Allahu Teala’nın dostlarına karşı savaş açan ve
Allahu Teala’nın düşmanlarını dost edinen bu tağuti devletlerin
gölgesi altında gerek bakanlık olsun ve gerekse milletvekilliği
olsun görev almayı, Yusuf’un Aleyhisselam durumu ile kıyaslamak,
birkaç yönden batıl ve fasittir. Şöyle ki:
Birinci Yön: Allah-u Teala’nın indirdiğiyle hükmetmeyen
bu hükümetlerin gölgesi altında bakanlıkta görev almak,
kesinlikle onların sonradan ortaya koydukları anayasalarına saygı
duymayı, dostluk göstermeyi ve Allahu Teala’nın, inkar edilmesini
emrettiği tağutlara bağlılığı gerektirir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Tağuta iman etmemeleri kendilerine emrolunduğu halde,
tağutun önünde muhakemeleşmek istiyorlar.”1
Ayrıca gerek bakanlık ve gerekse de milletvekilliği görevini
alabilmeleri için mutlaka küfür türünden bir yemin ile yemin
etmeleri gerekir.2
1 4 Nisa/60
2 Ürdün Anayasası’nın 43. maddesi şöyledir: “Başbakan ve bakanların, işlerine
başlamadan önce, kral karşısında şöyle yemin etmeleri gerekir: “Krala samimi
bir şekilde bağlı olacağıma, anayasayı koruyacağıma… Allah adına yemin
ederim.” Bunun bir benzeri de 79. maddede şöyle geçer: “Millet meclisindeki
her üyenin ve delegenin, görevine başlamadan önce, meclis önünde şu şekilde
yemin etmesi gerekir: “Krala ve vatana samimi bir şekilde bağlı olacağıma,
anayasayı koruyacağıma Allah adına yemin ederim…” Bunun bir benzeri de
Kuveyt Anayasası’nın 91 ve 126. maddelerindedir. Yusuf Aleyhisselam böyle bir
şey yaptı mı? “Yemin ederiz, ama bunu içimizden kabul etmez ve şeriatı kastederiz”
diyen, demokrasi aşığı bazı kimselerin batıl görüş ve sözlerine aldanmamak
gerekir. Yemin, yemin edenin niyetine göre değildir. Eğer durum böyle
olsaydı, insanlar arasındaki anlaşmalar ve şartlar bozulur, herkes işine geldiği
şekilde bunu bir hile haline getirirdi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem,
Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurur: “Yemin, yemin isteyenin niyetine göredir.” Dolayısıyla sizin bu yemininiz, niyetlerinize bağlı değildir;
aksine üzerine yemin etmiş olduğunuz tağutun niyetine bağlıdır…
Yusuf’un Aleyhisselam, bizzat Allahu Teala tarafından, temizlendiği belirtildiği halde, Allahu Teala’nın yasaklamış
olduğu bu türden bir işi yaptığı nasıl söylenebilir? Halbuki
Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“Ondan fenalığı ve fuhşu giderelim diye böyle yaptık.
Çünkü o, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.”1
Yusuf Aleyhisselam hakkında böyle bir şeyi iddia eden kişi
şüphesiz yaratılanların en kafiridir. Hatta yemin ettiğinde istisnada
bulunan lanetli iblisten daha da kötüdür. Ki iblisin yapmış olduğu
yemin hakkında Rabbimiz şöyle bildirir: “(İblis) Dedi ki: İzzetin
hakkı için hepsini mutlaka azdıracağım. Aralarında ihlasa erdirilmiş
kulların müstesna.”2
Yusuf Aleyhisselam, Allahu Teala’nın nassıyla ve kesin olarak
bildirildiği gibi, Allah’ın ihlasa erdirilmiş olan kullarındandı ve
hatta bu kulların efendilerindendi…
İkinci Yön: Bu hükümetlerin gölgesinde bakanlık görevini
üstlenmek (ister anayasaya yemin etsin ister etmesin), küfür
kanunlarına boyun eğmeyi ve bu kanunların dışına çıkmamayı
gerektirir. Dolayısıyla böyle bir görevi alan kişi, bu kanunların
ihlaslı bir kulu ve gerek hak, gerek batıl, gerek fısk ve gerekse
küfür konusunda bu kanunları belirleyenlerin sadık bir hizmetçisi
olmuş olur.
1 12 Yusuf/24
2 38 Sa’d/82-83
Yusuf es-Sıddık Aleyhisselam böyle miydi ki, onun durumu
ile demokrasi ve parlamentoları kıyaslayabilelim? Kim Allahu
Teala’nın nebisine böyle bir iftirada bulunursa, o kimsenin küfründen,
zındıklığından ve İslam’dan çıktığından şüphe etmeyiz…
Çünkü Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki Biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve
tağuttan kaçının” diye bir peygamber göndermişizdir.”1
Bu, Yusuf Aleyhisselam ve diğer bütün rasuller hakkında,
var olan en büyük hakikat ve en temel esastır.
O, insanları iyi ve kötü günde, darlıkta ve bollukta, acizlikte
ve güçte Allah’a ibadete ve tağuttan kaçınmaya davet etti ve
sonradan bunu yok sayıp, müşriklerden oldu öyle mi? Allahu
Teala onun, kendisine iman eden ve ihlasa erdirilmiş kullarından
olduğunu söylerken bu nasıl mümkün olabilir? Bazı müfessirler
Allahu Teala’nın, “Yoksa o, hükümdarın dinine (kanunlarına)
göre kardeşini alıkoyabilecek değildi”2 ayetini, Yusuf’un
Aleyhisselam, dönemin melikinin sistemine ve kanunlarına uymadığına
ve bu kanunlara uymak ile de sorumlu olmadığına dair
delil olarak saymışlardır. Yusuf Aleyhisselam, onun hükümlerine
uymamış ve onlara tutunmamıştı. Günümüz parlamentolarının ve
bakanlıkların durumu ise tamamen farklıdır.
Üçüncü Yön: Yusuf’un Aleyhisselam hazineden sorumlu
olması, Allahu Teala’nın imkan vermesiyle olmuştu. Allahu Teala
şöyle buyurur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik. O, orada dilediği
yerde konaklardı.”3
Dolayısıyla onun bu durumu, Allahu Teala tarafından verilmiş
bir iktidardı. Melikin emrine, hükmüne veya yargısına karşı
gelse dahi, melikin ya da bir başkasının ona zarar vermesi ya da
onu bu makamından azletmesi mümkün değildi…
Halbuki günümüzde, tağutların yanında belli görevleri üstlenmiş
olan rezil insanların durumu böyle değildir. Onlar,
tağutların oyuncakları niteliğindedirler.
1 16 Nahl/36
2 12 Yusuf/76
3 12 Yusuf/56
Dördüncü Yön: Yusuf’un Aleyhisselam, melikin yanında
tam ve gerçek anlamda bağımsız bir durumu ve dokunulmazlığı
vardı. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Onunla konuşunca şöyle dedi: Sen bugün bizim
nezdimizde önemli bir mevki sahibisin, eminsin.”1
Ona, tam bir hürriyet verilmişti. Allahu Teala şöyle buyurur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik. O, orada dilediği
yerde konaklardı.”2
Ne yaparsa yapsın, ona karşı çıkan, onu hesaba çeken,
yaptığı şeylerde onu gözetleyen kimse yoktu… Bugün tağutların
yanında bakanlık görevini üstlenmiş olan rezillerin durumu acaba
böyle midir? Yusuf’ta Aleyhisselam olduğu gibi tam bir bağımsızlıkları
ve dokunulmazlıkları mı var, yoksa yalan ve sadece sözde
kalan bir dokunulmazlıkları mı var? Bakan, baş tağutun işlerine
burnunu soktuğunda, ona muhalefet türünden bir şey yaptığında,
liderin çizgisinden ya da melikin dininden çıktığında acaba durumu
ne olur? Onlara göre bakan, melikin ya da derin devletin
siyaseti için bir hizmetçidir. Onun emirlerini emreder, yasakladıklarını
yasaklar. Onun, Allahu Teala’nın emirleri ve dini konusunda
dahi olsa, melikin emirlerine ya da anayasasına karşı çıkma
gibi bir hakkı asla bulunmamaktadır… Yusuf’un Aleyhisselam
durumunun da günümüz rezillerinin durumu gibi olduğunu iddia
etmek, şüphesiz büyük bir iftira ve Allahu Teala’nın, Yusuf
Aleyhisselam hakkındaki tezkiyesini yalanlamadır.
Eğer Yusuf’un Aleyhisselam durumu doğru bir şekilde anlaşılırsa,
günümüz parlamento ve bakanlıklarının durumu ile ne
kadar farklı olduğu da anlaşılmış olur.
1 12 Yusuf/54
2 12 Yusuf/56
Üçüncü Olarak:Bu şüpheyi iptal eden şeylerden biri
de, tefsir ehlinden bazılarının, melikin Müslüman olduğu yönündeki
sözleridir. Bu, İbn-i Abbas’ın talebesi olan Mücahid’ten
rivayet edilmiştir. Mücahid’ten aktarılan bu rivayet, parlamento
ve bakanlıkların meşruluğu hakkında bu kıssanın delil olarak
kullanılmasını temelinden yok eder.
Biz, Allahu Teala’ya yöneliyor ve Allahu Teala’nın Kitabı’ndaki
ayetin zahirine ya da umumuna uymayı, bazı insanlar
tarafından bu ayetler hakkında ortaya atılan sözlerden, yorumlardan,
delil ve belgelerden uzak bütün iddialardan daha üstün
görüyoruz… Mücahid’ten aktarılan bu rivayeti destekler mahiyetteki
delillerden biri de, Allahu Teala’nın Yusuf Aleyhisselam hakkındaki
şu buyruğudur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik.”1
Bu, Allahu Teala’nın, Kitabı’nın başka bir yerinde açıklamış
olduğu özettir. Rabbimiz, mü’minlerden, kendilerine yeryüzünde
iktidar olma imkanı verilenlerin durumunu şöyle niteler:
“Biz eğer o kimselere, yeryüzünde bir iktidar imkanı verirsek;
onlar namazlarını dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler,
kötülüğü yasaklarlar. İşlerin sonu Allah’a varır.”2
Yusuf’un Aleyhisselam bu kimselerden olduğundan hatta
onların efendilerinden olduğundan şüphe yoktur. Allahu Teala
onlara iktidar verdiğinde, iyiliği emreder, kötülükten
nehyederler… İslam dinini bilen kimse, dinde en büyük iyiliğin,
şüphesiz Yusuf Aleyhisselam ve babalarının usulünün temelinde
var olan Tevhid olduğunu bilir. En büyük kötülük ise, Yusuf’un
uyarmış olduğu, nefret ettiği, öfke duyduğu, ilahlarına karşı düşmanlık
beslediği şirktir…
1 12 Yusuf/56
2 22 Hacc/41
Yusuf’un, Allahu Teala kendisine iktidar
verdikten sonra, insanları babası Ya’kup, İshak ve İbrahim’in dinine çağırmaya devam ettiği kesin ve açıktır. İnsanlara bunu
emrediyor, buna karşı çıkan ve yok sayan herkesle mücadele
ediyordu. Allah’ın indirdiği dışında bir şeyle hükmetmiyordu ve
Allah’ın indirdiği dışında bir hükmün çıkarılması için yardımcı
olmuyordu. Bugün makamlarına deliler gibi sarılan rezil kimselerin
yaptığı gibi, Allahu Teala dışında kendisine ibadet edilen,
kanunlar koyan tağutların önderlerine asla destek olmuyordu.
Üstelik, bugün parlamentoda bulunan kimselerin yaptığı
gibi Allah’ın indirdiklerinden başka hüküm koyma konusunda
onlara katılmıyor, kesin olarak onların durumunu reddediyor,
kötülüklerini değiştiriyor, Tevhid ile hükmediyor, insanları Tevhid’e
çağırıyor ve Tevhid’e karşı gelen kim olursa olsun ondan
uzaklaşıyordu. Yusuf Aleyhisselam hakkında, Allahu Teala’nın
nasslarında geçen budur… Yusuf ancak bu şekilde nitelenmektedir.
Yine buna işaret eden ve onaylayan açık delillerden biri
de, Allahu Teala’nın şu sözü ve bunun tefsiridir:
“Hükümdar dedi ki: ‘Onu bana getirin, onu kendime en
yakınlardan kılayım.’ Onunla konuşunca da şöyle dedi: Sen
bugün bizim nezdimizde önemli bir mevki sahibisin, eminsin.”1
Acaba Yusuf Aleyhisselam, melik ile ne konuştu ki onu bu derece
etkiledi ve bu derece güven duyulmasına sebep oldu? Acaba
çoktan kapanmış olan ve hakkın ortaya çıkmış olduğu ‘Azizin
karısı’ meselesi hakkında mı konuştu? Yoksa acaba vatanın birliği,
iktisadi kalkınması ya da buna benzer meseleler hakkında mı
konuştu? Yusuf Aleyhisselam ile melik arasında geçen konuşma
hakkındaki ayeti, şu ayet açıklamaktadır:
“Andolsun ki Biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve
tağuttan kaçının” diye bir peygamber göndermişizdir.”2
1 12 Yusuf/54
2 16 Nahl/36
Allahu Teala başka bir ayette de şöyle buyurur:
“Andolsun ki sana ve senden öncekilere vahyolundu ki: Eğer şirk
koşarsan, andolsun ki amelin boşa çıkar ve muhakkak zarar
edenlerden olursun.”1
Allahu Teala, Yusuf’un Aleyhisselam davetinin en önemli
nitelikleri olarak şunları bildirmektedir:
“Yusuf: "Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz
yemek gelmeden size onu yorumlarım. Gerçekten ben Allah’a
iman etmeyen ve kendileri ahireti inkar eden bir kavmin dinini
terkettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup’un dinine uydum.
Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız, yapabileceğimiz bir iş
değildir. Bu hem bize, hem insanlara Allah’ın lütuf ve keremindendir.
Fakat insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım!
Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek olan
ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan (kahhar olan) Allah mı?
Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın
adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah bunlara
dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır. O kendisinden
başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din
işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”2
Kuşkusuz ayetlerde aktarılanlar, Yusuf’un Aleyhisselam en
büyük sözüydü. Bu, onun dosdoğru dini, davetinin temeli ve
atalarının diniydi. İyiliği emrettiğinde, bunu emrederdi… Yine
ona göre bu esasa aykırı olan bir şeyden daha büyük kötülük yok
idi. Yusuf’un sözünün ve davetinin bu olduğu kesinleştiğine göre,
Melik’in ona vermiş olduğu cevap şu idi:
“Sen bugün bizim nezdimizde önemli bir mevki sahibisin,
eminsin.”3
1 39 Zümer/65
2 12 Yusuf/37-40
3 12 Yusuf/54
Bu ise, melikin Yusuf’a uyduğuna, onu onayladığına, küfür
dinini bıraktığına, İbrahim, İshak, Ya’kup ve Yusuf’un
Aleyhimisselam dinine tabi olduğuna dair açık bir delil niteliğindedir.
Şöyle de denilebilir: En azından, Yusuf’un Tevhid’ini ve
dinini onayladı, ona konuşma ve dinine davet hürriyeti verdi.
Ona karşı çıkanı aşağıladı ve herhangi bir konuda ona karşı
çıkmadı. Yusuf’un Aleyhisselam bu durumuyla, Allahu Teala’nın
indirdikleri dışında kanunlar belirleme ve uygulama konusunda
tağutlara ortaklık eden kişilerin durumları arasındaki farkı kavraman,
hakkı anlayabilmen konusunda sana yeter…
Dördüncü Olarak:Buraya kadar aktarılanlardan ortaya
çıkmaktadır ki; Yusuf’un Aleyhisselam durumu, Tevhid’e aykırı
olmadığı gibi, günümüzde parlamentoya katılmış olan kişilerin
yaptıkları gibi, İbrahim’in dinini de yok etmemektedir.
Melikin, küfür üzere kalmaya devam ettiğini kabul etsek
dahi, Yusuf’un böyle bir işi üstlenmesi fürû meselelerinden olur
ve dinin aslı konusunda her hangi bir sorun ortaya çıkmaz. Zira
yukarıda açıkladığımız gibi Yusuf’un küfre düşmediği, kafirleri
dost edinmediği ya da yasama konusunda Allahu Teala’ya şirk
koşmadığı konusunda şüphe bulunmamaktadır. Bilakis o, Tevhid’i
emrediyor ve bütün bunları yasaklıyordu… Allahu Teala,
fürû kısmından olan hükümler hakkında şöyle buyurur:
“Sizden herbiriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik.”1
Peygamberlerin şeriatları, Tevhid meselesinde aynıdır,
ancak fürû kısmından olan hükümler konusunda değişebilir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
“Biz peygamberler topluluğu kardeşizdir, dinimiz de tektir.”
1
1 5 Maide/48
Hadiste, Tevhid’in esası konusundaki ittifaka, fürûdan
olan hükümlerin ise çeşitliliğine işaret bulunmaktadır. Bizden
önceki ümmetlerin şeriatinde yasak olan bir şey, bizim
şeriatimizde yasak olmayabilir. Yine bizden önceki ümmetlerin
şeriatinde yasak olmayan bir şey, bizim şeriatimizde yasak olabilir.
Ganimetin, bizden önceki ümmetler için haram hükmünde
olması, ancak bizim şeriatimizde ganimetin helal olması bu kabildendir.
Yusuf’un Aleyhisselam üstlenmiş olduğu iş, bizim şeriatımızda
caiz değildir. İbn-i Hibban, Ebu Ya’la ve Taberani,
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu rivayet
ederler: “Beyinsiz insanlar size yönetici olacaklar, kendilerine
insanların şerlilerini yaklaştıracaklar. Namazı vaktinde kılmayıp
geciktireceklerdir. Sizden kim onlara yetişirse, onların yanında
danışman, polis, zekat tahsildarı ve hazineden sorumlu olmasın.”
Hadiste belirtilen yöneticiler kafir değil, beyinsiz günahkarlardır.
Zira eğer ki onlar kafir olmuş olsalardı, en kötü vasıfları
olan küfür ile nitelenirlerdi. Ancak Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi
ve Sellem, onlar hakkında söylemiş olduğu en kötü nitelik, insanların
şerlilerini kendilerine yaklaştırmaları ve namazı geciktirmeleridir…
Bununla birlikte Rasullullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem,
onların yanında hazineden sorumlu olma işinin üstlenilmesini
yasaklamıştır… Facir yöneticilerin yanında hazineden sorumlu
olunması şeriatımızda yasaklandığına göre, kafir ve müşrik yönetimlerin
yanında bu türden bir işi üstlenmek nasıl mümkün olabilir
ki? Allahu Teala, Yusuf Aleyhisselam hakkında şöyle buyurur:
“(Yusuf) Dedi ki: Beni memleketin hazineleri üzerine tayin
et. Çünkü ben iyice koruyanım, bilenim.”2
1 Buhari, Ebu Hureyre’den Radıyallahu Anhu rivayet etmiştir.
2 12 Yusuf/55
Bizim şeriatımızda bu, yasaklanmıştır… Allah-u Teala en
doğrusunu bilir.
Bu konuda, hidayeti isteyen kimse için bu aktarılanlar yeterlidir…
Ancak kendi görüşünü daima üstün gören ve insanların
sözlerini açık delillerden daha öncelikli kabul eden kişiye gelince,
bu kişilerin ellerinde dağlar toz haline gelse dahi hidayeti bulamazlar.
Allahu Teala şöyle buyurur:
“Allah’ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah’a karşı
senin elinden bir şey gelmez.”1
Son olarak şunları söylemek isterim ki, şirk parlamentolarına
ve küfür bakanlıklarına katılmayı meşru ve doğru gören, şirk
ve küfrü müsamahayla karşılayan kimseler, Şeyhu’l-İslam İbn-i
Teymiyye’nin Rahimehullah, Yusuf Aleyhisselam hakkındaki bazı
sözlerini, kendi batıl anlayışlarına destek olarak kullanmaktadırlar.
Halbuki bu yaptıkları, hakkın batıl ile karıştırılması ve söylemediğini
söylemiş gibi göstererek Şeyhu’l-İslam’a atılmış olan bir
iftiradır. Çünkü İbn-i Teymiyye Rahimehullah, Yusuf’un
Aleyhisselam kıssasını, şirk parlamentolarının ve Allahu Teala’nın
indirdiğinden başka kanunlar çıkarmanın meşruluğu hakkında bir
delil olarak asla kullanmamıştır. Allahu Teala böyle bir azgınlıktan
hepimizi korusun. Biz Şeyhu’l-İslam’ı ve dinini bundan uzak
görürüz. Onun bu konudaki sözü gayet açıktır… Şeyhu’l-İslam
Rahimehullah iki kötülükten, zararı büyük olanının, zararı daha az
olan diğer kötülük ile defedilmesi veya birbiri ile çakışması halinde
iki maslahattan en üstününün tercih edilmesinden bahsetmektedir.
Bilinmektedir ki, en büyük maslahat Tevhid ve zararı en
büyük olan kötülük ise şirktir.
1 5 Maide/41
2 Mecmuu’l-Fetava, 28/68
Yusuf Aleyhisselam, gücü yettiği
kadar sahip olduğu adalet ve ihsanı uyguluyordu. İbn-i Teymiyye
Rahimehullah, el-Hisbe’de2, Yusuf Aleyhisselam hakkında şöyle der: “Sahip olduğu iyilik ve adaleti yerine getiriyor, mümkün
olduğunca onları imana davet ediyordu.”
Yine şöyle der: “Adalet ve ihsanı, gücü yettiği kadar yerine
getirdi.”1
Ey muvahhid kardeşim! İhtilaf etmemiz halinde, bu ihtilafımızın
çözümü hakkında başvuracağımız merci Allahu Teala’nın
ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem sözleridir. Rasul’ün
Sallallahu Aleyhi ve Sellem dışındaki insanların sözleri ise hatadan
masum değildir. Dolayısıyla alınabileceği gibi reddedilebilir de...
Kendisini tenzih etmemize rağmen Şeyhu’l-İslam’dan veya ondan
daha yüksek derecedeki bir alimden dahi buna benzer bir söz
sadır olursa, Allah ve Rasulü’nün sözlerinden bir delil getirmediği
sürece kabul etmeyiz. Allahu Teala şöyle buyurur:
“De ki: Ben sizi ancak vahiy ile korkutuyor ve uyarıyorum.
Halbuki sağırlar uyarıldıkları zaman yapılan çağrıyı işitmezler.”
2
“De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz delillerinizi getirin.”3
Dolayısıyla ey muvahhid kardeşim! Buna dikkat et ve
Tevhid’e azı dişlerinle sarıl. Kanma! Şüphelere, şirk yardımcılarının
ve Tevhid düşmanlarının iftiralarına aldırma… Onların muhalefetinden
etkilenme, Allahu Teala’nın dinini hakim kılan gruptan
olmaya gayret et. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onları
şöyle nitelemiştir:
“Ümmetimden bir taife hak üzere üstün olmaya devam
eder. Onları yardımsız bırakanlar, onlara zarar veremezler ve
Allah’ın emri gelinceye kadar onlar bu hal üzere devam ederler.”4
1 Mecmuu’l-Fetava, 20/56
2 21 Enbiya/45
3 2 Bakara/111
4 Fethu’l-Bari, 13/95