You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Demokrasi Bir Dindir!

Demokrasi Bir Dindir!

General
Demokrasi Bir Dindir!
DEMOKRASİ DİNİNE RUHSAT VEREN
ŞÜPHELERE VE BATIL GÖRÜŞLERE
CEVAPLAR




Allahu Teala şöyle buyurur: “Sana Kitabı indiren O’dur.
Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir ki bunlar Kitap’ın
anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalplerinde
eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve te’viline yeltenmek için onun
müteşabih olanına uyarlar. Halbuki onun gerçek te’vilini ancak
Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: Biz ona iman ettik, hepsi
Rabbimizin katındandır, derler. Ancak akıl sahipleri düşünür, öğüt
alır. Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi çevirme!
Katından bize bir rahmet ver. Şüphesiz sen pek çok bağışlayansın.”
1
Allahu Teala bize bu ayetlerde, insanların Allah’ın şeriatı
konusunda iki kısma ayrıldığını bildirmektedir:
Birinci Kısım: Bunlar; ilim ehli ve ilimde derinleşenlerdir.
Kur’an’ın tümünü alırlar ve hepsine iman ederler. Genel
olanı, özel olan ile; mutlak olanı, mukayyed olan ile; manası
kapalı olanı, manası açık olan ile birlikte değerlendirirler. Manasını
anlayamadıkları ayetleri, manası açık olan muhkem ayetler ile
anlarlar.
İkinci Kısım: Bunlar ise, sapıklar ve kalbinde eğrilik bulunan
kimselerdir. Kur’an’ın müteşabih olan ayetlerini alırlar ve
sadece bu ayetler ile ortaya çıkarlar… Muhkem olan ayetlerden,
açık olan nasslardan ya da bu müteşabihi açıklayan diğer ayetlerden
yüz çevirirler…



[COLOR="rgb(0, 100, 0)"]1 3 Al-i İmran/7-8[/COLOR]







Dolayısıyla, demokrasiyi ve şirk meclislerini savunan topluluğun,
sapıkların ve kalplerinde eğrilik olanların yolunu tuttuğu anlaşılmaktadır. Onlar Kitap ve Sünnet’te aktarılan bir takım
kıssalar ve şüpheli olan şeyleri araştırarak, bu kıssa ve şüpheleri
alırlar. Onları dinin kaidelerinden ve temel esaslarından olan açık,
mukayyed ya da açıklayıcı nassları ile değerlendirmezler. Bu,
hakkı batılla, nuru da karanlıkla karıştırmak istemelerinden dolayıdır..
Allahu Teala’nın izni ile burada, bu konudaki en meşhur
şüpheleri ele almaya gayret edeceğiz. Toplulukları hezimete
uğratan, bulutları yürüten Melik ve Vehhab olan Allah’ın yardımıyla,
onların bu şüphelerine cevap vereceğiz.









Bu şüphe heva ehlinden olan bir gruba aittir. Şöyle derler:
“Yusuf Aleyhisselam, Allah-u Teala’nın indirdiğiyle hükmetmeyen
kafir bir melikin yanında bakanlık görevinde bulundu. O halde
kafir hükümetlerde bu tür görevler almak caizdir. Hatta bu tür
görevler almak gereklidir.”
Buna karşılık biz deriz ki:
İlk Olarak: Bu şüpheyle, yasama parlamentosuna katılmanın
veya buna benzer görevler almanın caiz olduğuna delil
getirmek batıl ve fasittir. Çünkü bu şirk parlamentoları, Allahu
Teala’nın dini dışında bir dine dayanmaktadır ki bu, demokrasi
dinidir. Demokraside ise yasama hakkı ve helal ya da haram
belirleme hakkı Allahu Teala’nın değil, halkındır. Allahu Teala
şöyle buyurur:
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa ondan asla kabul
olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.”1
Bu şüphenin sahibi olan kimse, Yusuf’un Aleyhisselam İslam
dini dışında bir dine veya muvahhid olan atalarının dini
dışında bir dine uyduğunu ya da İslam dini dışında bir dini
koruyacağına dair yemin ettiğini söylemeye cesaret edebilir mi?
Yusuf’un Aleyhisselam, bu parlamentolardaki insanların yaptıkları
gibi, İbrahim’in Aleyhisselam dini dışında bir dine uygun olarak
yasa koyduğunu iddia edebilir mi?2







1 3 Al-i İmran/85
2 Onların anayasaları, halkın, otorite kaynağı olduğunu ve yasama otoritesinin,
krala veya başbakana ya da millet meclisine ait olduğunu belirtmektedir.







Yusuf Aleyhisselam, müstaz’af olduğu dönemlerde dahi
bütün açıklığı ile İbrahim’in dinini ilan ettiği halde, onun hakkında nasıl böyle bir iddiada bulunulabilir ki... Rabbimiz Yusuf
Aleyhisselam hakkında şöyle buyurur:
“Yusuf: "Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz
yemek gelmeden size onu yorumlarım. Gerçekten ben Allah’a
iman etmeyen ve kendileri ahireti inkar eden bir kavmin dinini
terkettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup’un dinine uydum.
Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız, yapabileceğimiz bir iş
değildir. Bu hem bize, hem insanlara Allah’ın lütuf ve keremindendir.
Fakat insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım!
Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek olan
ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan (kahhar olan) Allah mı?
Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın
adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah bunlara
dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır. O kendisinden
başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din
işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”1
Yusuf Aleyhisselam, müstaz’af olduğu dönemlerde dahi
dine çağırdığı, onu açıkladığı ve ilan ettiği halde, belli bir güce
kavuştuktan sonra bunu gizlemesi veya tahrif etmesi mümkün
müdür?
Bize cevap verin, ey şirk parlametolarında dinin maslahatını
arayan basiretsizler..
Sizler de bilmektesiniz ki bakanlık, uygulama otoritesi;
parlamento ise kanun koyma otoritesidir… Gerek bakanlık görevi
ve gerekse de parlamento üyeliği görevi ile Yusuf’un Aleyhisselam
durumu arasında dağlar kadar fark bulunmaktadır. Yaptığınız bu
kıyas doğru değildir...2




1 12 Yusuf/37-40
2 Bazı sözde bilginlerin iddiasına göre parlamento, hükümete muhalefet cephesidir.
Onlar bu cephede anayasal bir cihad yapıyorlar. Kanuni bir şekilde mücadele
ediyorlar, diplomatik yollarla yönetimi yenmeye çalışıyorlar…




Yusuf’un Aleyhisselam kıssasını, parlamentolara katılmanın meşruluğu hakkında delil olarak kullanmak,
kesinlikle doğru değildir.

İkinci Olarak:Allahu Teala’ya hüküm koyma konusunda
şirk koşan, Allahu Teala’nın dostlarına karşı savaş açan ve
Allahu Teala’nın düşmanlarını dost edinen bu tağuti devletlerin
gölgesi altında gerek bakanlık olsun ve gerekse milletvekilliği
olsun görev almayı, Yusuf’un Aleyhisselam durumu ile kıyaslamak,
birkaç yönden batıl ve fasittir. Şöyle ki:
Birinci Yön: Allah-u Teala’nın indirdiğiyle hükmetmeyen
bu hükümetlerin gölgesi altında bakanlıkta görev almak,
kesinlikle onların sonradan ortaya koydukları anayasalarına saygı
duymayı, dostluk göstermeyi ve Allahu Teala’nın, inkar edilmesini
emrettiği tağutlara bağlılığı gerektirir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Tağuta iman etmemeleri kendilerine emrolunduğu halde,
tağutun önünde muhakemeleşmek istiyorlar.”1
Ayrıca gerek bakanlık ve gerekse de milletvekilliği görevini
alabilmeleri için mutlaka küfür türünden bir yemin ile yemin
etmeleri gerekir.2



1 4 Nisa/60
2 Ürdün Anayasası’nın 43. maddesi şöyledir: “Başbakan ve bakanların, işlerine
başlamadan önce, kral karşısında şöyle yemin etmeleri gerekir: “Krala samimi
bir şekilde bağlı olacağıma, anayasayı koruyacağıma… Allah adına yemin
ederim.” Bunun bir benzeri de 79. maddede şöyle geçer: “Millet meclisindeki
her üyenin ve delegenin, görevine başlamadan önce, meclis önünde şu şekilde
yemin etmesi gerekir: “Krala ve vatana samimi bir şekilde bağlı olacağıma,
anayasayı koruyacağıma Allah adına yemin ederim…” Bunun bir benzeri de
Kuveyt Anayasası’nın 91 ve 126. maddelerindedir. Yusuf Aleyhisselam böyle bir
şey yaptı mı? “Yemin ederiz, ama bunu içimizden kabul etmez ve şeriatı kastederiz”
diyen, demokrasi aşığı bazı kimselerin batıl görüş ve sözlerine aldanmamak
gerekir. Yemin, yemin edenin niyetine göre değildir. Eğer durum böyle
olsaydı, insanlar arasındaki anlaşmalar ve şartlar bozulur, herkes işine geldiği
şekilde bunu bir hile haline getirirdi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem,
Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurur: “Yemin, yemin isteyenin niyetine göredir.” Dolayısıyla sizin bu yemininiz, niyetlerinize bağlı değildir;
aksine üzerine yemin etmiş olduğunuz tağutun niyetine bağlıdır…







Yusuf’un Aleyhisselam, bizzat Allahu Teala tarafından, temizlendiği belirtildiği halde, Allahu Teala’nın yasaklamış
olduğu bu türden bir işi yaptığı nasıl söylenebilir? Halbuki
Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“Ondan fenalığı ve fuhşu giderelim diye böyle yaptık.
Çünkü o, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.”1
Yusuf Aleyhisselam hakkında böyle bir şeyi iddia eden kişi
şüphesiz yaratılanların en kafiridir. Hatta yemin ettiğinde istisnada
bulunan lanetli iblisten daha da kötüdür. Ki iblisin yapmış olduğu
yemin hakkında Rabbimiz şöyle bildirir: “(İblis) Dedi ki: İzzetin
hakkı için hepsini mutlaka azdıracağım. Aralarında ihlasa erdirilmiş
kulların müstesna.”2
Yusuf Aleyhisselam, Allahu Teala’nın nassıyla ve kesin olarak
bildirildiği gibi, Allah’ın ihlasa erdirilmiş olan kullarındandı ve
hatta bu kulların efendilerindendi…
İkinci Yön: Bu hükümetlerin gölgesinde bakanlık görevini
üstlenmek (ister anayasaya yemin etsin ister etmesin), küfür
kanunlarına boyun eğmeyi ve bu kanunların dışına çıkmamayı
gerektirir. Dolayısıyla böyle bir görevi alan kişi, bu kanunların
ihlaslı bir kulu ve gerek hak, gerek batıl, gerek fısk ve gerekse
küfür konusunda bu kanunları belirleyenlerin sadık bir hizmetçisi
olmuş olur.


1 12 Yusuf/24
2 38 Sa’d/82-83















Yusuf es-Sıddık Aleyhisselam böyle miydi ki, onun durumu
ile demokrasi ve parlamentoları kıyaslayabilelim? Kim Allahu
Teala’nın nebisine böyle bir iftirada bulunursa, o kimsenin küfründen,
zındıklığından ve İslam’dan çıktığından şüphe etmeyiz…
Çünkü Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki Biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve
tağuttan kaçının” diye bir peygamber göndermişizdir.”1
Bu, Yusuf Aleyhisselam ve diğer bütün rasuller hakkında,
var olan en büyük hakikat ve en temel esastır.
O, insanları iyi ve kötü günde, darlıkta ve bollukta, acizlikte
ve güçte Allah’a ibadete ve tağuttan kaçınmaya davet etti ve
sonradan bunu yok sayıp, müşriklerden oldu öyle mi? Allahu
Teala onun, kendisine iman eden ve ihlasa erdirilmiş kullarından
olduğunu söylerken bu nasıl mümkün olabilir? Bazı müfessirler
Allahu Teala’nın, “Yoksa o, hükümdarın dinine (kanunlarına)
göre kardeşini alıkoyabilecek değildi”2 ayetini, Yusuf’un
Aleyhisselam, dönemin melikinin sistemine ve kanunlarına uymadığına
ve bu kanunlara uymak ile de sorumlu olmadığına dair
delil olarak saymışlardır. Yusuf Aleyhisselam, onun hükümlerine
uymamış ve onlara tutunmamıştı. Günümüz parlamentolarının ve
bakanlıkların durumu ise tamamen farklıdır.
Üçüncü Yön: Yusuf’un Aleyhisselam hazineden sorumlu
olması, Allahu Teala’nın imkan vermesiyle olmuştu. Allahu Teala
şöyle buyurur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik. O, orada dilediği
yerde konaklardı.”3
Dolayısıyla onun bu durumu, Allahu Teala tarafından verilmiş
bir iktidardı. Melikin emrine, hükmüne veya yargısına karşı
gelse dahi, melikin ya da bir başkasının ona zarar vermesi ya da
onu bu makamından azletmesi mümkün değildi…
Halbuki günümüzde, tağutların yanında belli görevleri üstlenmiş
olan rezil insanların durumu böyle değildir. Onlar,
tağutların oyuncakları niteliğindedirler.




1 16 Nahl/36
2 12 Yusuf/76
3 12 Yusuf/56







Dördüncü Yön: Yusuf’un Aleyhisselam, melikin yanında
tam ve gerçek anlamda bağımsız bir durumu ve dokunulmazlığı
vardı. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Onunla konuşunca şöyle dedi: Sen bugün bizim
nezdimizde önemli bir mevki sahibisin, eminsin.”1
Ona, tam bir hürriyet verilmişti. Allahu Teala şöyle buyurur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik. O, orada dilediği
yerde konaklardı.”2
Ne yaparsa yapsın, ona karşı çıkan, onu hesaba çeken,
yaptığı şeylerde onu gözetleyen kimse yoktu… Bugün tağutların
yanında bakanlık görevini üstlenmiş olan rezillerin durumu acaba
böyle midir? Yusuf’ta Aleyhisselam olduğu gibi tam bir bağımsızlıkları
ve dokunulmazlıkları mı var, yoksa yalan ve sadece sözde
kalan bir dokunulmazlıkları mı var? Bakan, baş tağutun işlerine
burnunu soktuğunda, ona muhalefet türünden bir şey yaptığında,
liderin çizgisinden ya da melikin dininden çıktığında acaba durumu
ne olur? Onlara göre bakan, melikin ya da derin devletin
siyaseti için bir hizmetçidir. Onun emirlerini emreder, yasakladıklarını
yasaklar. Onun, Allahu Teala’nın emirleri ve dini konusunda
dahi olsa, melikin emirlerine ya da anayasasına karşı çıkma
gibi bir hakkı asla bulunmamaktadır… Yusuf’un Aleyhisselam
durumunun da günümüz rezillerinin durumu gibi olduğunu iddia
etmek, şüphesiz büyük bir iftira ve Allahu Teala’nın, Yusuf
Aleyhisselam hakkındaki tezkiyesini yalanlamadır.
Eğer Yusuf’un Aleyhisselam durumu doğru bir şekilde anlaşılırsa,
günümüz parlamento ve bakanlıklarının durumu ile ne
kadar farklı olduğu da anlaşılmış olur.




1 12 Yusuf/54
2 12 Yusuf/56

























Üçüncü Olarak:Bu şüpheyi iptal eden şeylerden biri
de, tefsir ehlinden bazılarının, melikin Müslüman olduğu yönündeki
sözleridir. Bu, İbn-i Abbas’ın talebesi olan Mücahid’ten
rivayet edilmiştir. Mücahid’ten aktarılan bu rivayet, parlamento
ve bakanlıkların meşruluğu hakkında bu kıssanın delil olarak
kullanılmasını temelinden yok eder.
Biz, Allahu Teala’ya yöneliyor ve Allahu Teala’nın Kitabı’ndaki
ayetin zahirine ya da umumuna uymayı, bazı insanlar
tarafından bu ayetler hakkında ortaya atılan sözlerden, yorumlardan,
delil ve belgelerden uzak bütün iddialardan daha üstün
görüyoruz… Mücahid’ten aktarılan bu rivayeti destekler mahiyetteki
delillerden biri de, Allahu Teala’nın Yusuf Aleyhisselam hakkındaki
şu buyruğudur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik.”1
Bu, Allahu Teala’nın, Kitabı’nın başka bir yerinde açıklamış
olduğu özettir. Rabbimiz, mü’minlerden, kendilerine yeryüzünde
iktidar olma imkanı verilenlerin durumunu şöyle niteler:
“Biz eğer o kimselere, yeryüzünde bir iktidar imkanı verirsek;
onlar namazlarını dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler,
kötülüğü yasaklarlar. İşlerin sonu Allah’a varır.”2
Yusuf’un Aleyhisselam bu kimselerden olduğundan hatta
onların efendilerinden olduğundan şüphe yoktur. Allahu Teala
onlara iktidar verdiğinde, iyiliği emreder, kötülükten
nehyederler… İslam dinini bilen kimse, dinde en büyük iyiliğin,
şüphesiz Yusuf Aleyhisselam ve babalarının usulünün temelinde
var olan Tevhid olduğunu bilir. En büyük kötülük ise, Yusuf’un
uyarmış olduğu, nefret ettiği, öfke duyduğu, ilahlarına karşı düşmanlık
beslediği şirktir…





1 12 Yusuf/56
2 22 Hacc/41




Yusuf’un, Allahu Teala kendisine iktidar
verdikten sonra, insanları babası Ya’kup, İshak ve İbrahim’in dinine çağırmaya devam ettiği kesin ve açıktır. İnsanlara bunu
emrediyor, buna karşı çıkan ve yok sayan herkesle mücadele
ediyordu. Allah’ın indirdiği dışında bir şeyle hükmetmiyordu ve
Allah’ın indirdiği dışında bir hükmün çıkarılması için yardımcı
olmuyordu. Bugün makamlarına deliler gibi sarılan rezil kimselerin
yaptığı gibi, Allahu Teala dışında kendisine ibadet edilen,
kanunlar koyan tağutların önderlerine asla destek olmuyordu.
Üstelik, bugün parlamentoda bulunan kimselerin yaptığı
gibi Allah’ın indirdiklerinden başka hüküm koyma konusunda
onlara katılmıyor, kesin olarak onların durumunu reddediyor,
kötülüklerini değiştiriyor, Tevhid ile hükmediyor, insanları Tevhid’e
çağırıyor ve Tevhid’e karşı gelen kim olursa olsun ondan
uzaklaşıyordu. Yusuf Aleyhisselam hakkında, Allahu Teala’nın
nasslarında geçen budur… Yusuf ancak bu şekilde nitelenmektedir.
Yine buna işaret eden ve onaylayan açık delillerden biri
de, Allahu Teala’nın şu sözü ve bunun tefsiridir:
“Hükümdar dedi ki: ‘Onu bana getirin, onu kendime en
yakınlardan kılayım.’ Onunla konuşunca da şöyle dedi: Sen
bugün bizim nezdimizde önemli bir mevki sahibisin, eminsin.”1
Acaba Yusuf Aleyhisselam, melik ile ne konuştu ki onu bu derece
etkiledi ve bu derece güven duyulmasına sebep oldu? Acaba
çoktan kapanmış olan ve hakkın ortaya çıkmış olduğu ‘Azizin
karısı’ meselesi hakkında mı konuştu? Yoksa acaba vatanın birliği,
iktisadi kalkınması ya da buna benzer meseleler hakkında mı
konuştu? Yusuf Aleyhisselam ile melik arasında geçen konuşma
hakkındaki ayeti, şu ayet açıklamaktadır:
“Andolsun ki Biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve
tağuttan kaçının” diye bir peygamber göndermişizdir.”2



1 12 Yusuf/54
2 16 Nahl/36





Allahu Teala başka bir ayette de şöyle buyurur:
“Andolsun ki sana ve senden öncekilere vahyolundu ki: Eğer şirk
koşarsan, andolsun ki amelin boşa çıkar ve muhakkak zarar
edenlerden olursun.”1
Allahu Teala, Yusuf’un Aleyhisselam davetinin en önemli
nitelikleri olarak şunları bildirmektedir:
“Yusuf: "Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz
yemek gelmeden size onu yorumlarım. Gerçekten ben Allah’a
iman etmeyen ve kendileri ahireti inkar eden bir kavmin dinini
terkettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup’un dinine uydum.
Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız, yapabileceğimiz bir iş
değildir. Bu hem bize, hem insanlara Allah’ın lütuf ve keremindendir.
Fakat insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım!
Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek olan
ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan (kahhar olan) Allah mı?
Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın
adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah bunlara
dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır. O kendisinden
başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din
işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”2
Kuşkusuz ayetlerde aktarılanlar, Yusuf’un Aleyhisselam en
büyük sözüydü. Bu, onun dosdoğru dini, davetinin temeli ve
atalarının diniydi. İyiliği emrettiğinde, bunu emrederdi… Yine
ona göre bu esasa aykırı olan bir şeyden daha büyük kötülük yok
idi. Yusuf’un sözünün ve davetinin bu olduğu kesinleştiğine göre,
Melik’in ona vermiş olduğu cevap şu idi:
“Sen bugün bizim nezdimizde önemli bir mevki sahibisin,
eminsin.”3





1 39 Zümer/65
2 12 Yusuf/37-40
3 12 Yusuf/54







Bu ise, melikin Yusuf’a uyduğuna, onu onayladığına, küfür
dinini bıraktığına, İbrahim, İshak, Ya’kup ve Yusuf’un
Aleyhimisselam dinine tabi olduğuna dair açık bir delil niteliğindedir.
Şöyle de denilebilir: En azından, Yusuf’un Tevhid’ini ve
dinini onayladı, ona konuşma ve dinine davet hürriyeti verdi.
Ona karşı çıkanı aşağıladı ve herhangi bir konuda ona karşı
çıkmadı. Yusuf’un Aleyhisselam bu durumuyla, Allahu Teala’nın
indirdikleri dışında kanunlar belirleme ve uygulama konusunda
tağutlara ortaklık eden kişilerin durumları arasındaki farkı kavraman,
hakkı anlayabilmen konusunda sana yeter…


Dördüncü Olarak:Buraya kadar aktarılanlardan ortaya
çıkmaktadır ki; Yusuf’un Aleyhisselam durumu, Tevhid’e aykırı
olmadığı gibi, günümüzde parlamentoya katılmış olan kişilerin
yaptıkları gibi, İbrahim’in dinini de yok etmemektedir.
Melikin, küfür üzere kalmaya devam ettiğini kabul etsek
dahi, Yusuf’un böyle bir işi üstlenmesi fürû meselelerinden olur
ve dinin aslı konusunda her hangi bir sorun ortaya çıkmaz. Zira
yukarıda açıkladığımız gibi Yusuf’un küfre düşmediği, kafirleri
dost edinmediği ya da yasama konusunda Allahu Teala’ya şirk
koşmadığı konusunda şüphe bulunmamaktadır. Bilakis o, Tevhid’i
emrediyor ve bütün bunları yasaklıyordu… Allahu Teala,
fürû kısmından olan hükümler hakkında şöyle buyurur:
“Sizden herbiriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik.”1
Peygamberlerin şeriatları, Tevhid meselesinde aynıdır,
ancak fürû kısmından olan hükümler konusunda değişebilir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
“Biz peygamberler topluluğu kardeşizdir, dinimiz de tektir.”
1


1 5 Maide/48






Hadiste, Tevhid’in esası konusundaki ittifaka, fürûdan
olan hükümlerin ise çeşitliliğine işaret bulunmaktadır. Bizden
önceki ümmetlerin şeriatinde yasak olan bir şey, bizim
şeriatimizde yasak olmayabilir. Yine bizden önceki ümmetlerin
şeriatinde yasak olmayan bir şey, bizim şeriatimizde yasak olabilir.
Ganimetin, bizden önceki ümmetler için haram hükmünde
olması, ancak bizim şeriatimizde ganimetin helal olması bu kabildendir.
Yusuf’un Aleyhisselam üstlenmiş olduğu iş, bizim şeriatımızda
caiz değildir. İbn-i Hibban, Ebu Ya’la ve Taberani,
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu rivayet
ederler: “Beyinsiz insanlar size yönetici olacaklar, kendilerine
insanların şerlilerini yaklaştıracaklar. Namazı vaktinde kılmayıp
geciktireceklerdir. Sizden kim onlara yetişirse, onların yanında
danışman, polis, zekat tahsildarı ve hazineden sorumlu olmasın.”
Hadiste belirtilen yöneticiler kafir değil, beyinsiz günahkarlardır.
Zira eğer ki onlar kafir olmuş olsalardı, en kötü vasıfları
olan küfür ile nitelenirlerdi. Ancak Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi
ve Sellem, onlar hakkında söylemiş olduğu en kötü nitelik, insanların
şerlilerini kendilerine yaklaştırmaları ve namazı geciktirmeleridir…
Bununla birlikte Rasullullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem,
onların yanında hazineden sorumlu olma işinin üstlenilmesini
yasaklamıştır… Facir yöneticilerin yanında hazineden sorumlu
olunması şeriatımızda yasaklandığına göre, kafir ve müşrik yönetimlerin
yanında bu türden bir işi üstlenmek nasıl mümkün olabilir
ki? Allahu Teala, Yusuf Aleyhisselam hakkında şöyle buyurur:
“(Yusuf) Dedi ki: Beni memleketin hazineleri üzerine tayin
et. Çünkü ben iyice koruyanım, bilenim.”2




1 Buhari, Ebu Hureyre’den Radıyallahu Anhu rivayet etmiştir.
2 12 Yusuf/55








Bizim şeriatımızda bu, yasaklanmıştır… Allah-u Teala en
doğrusunu bilir.
Bu konuda, hidayeti isteyen kimse için bu aktarılanlar yeterlidir…
Ancak kendi görüşünü daima üstün gören ve insanların
sözlerini açık delillerden daha öncelikli kabul eden kişiye gelince,
bu kişilerin ellerinde dağlar toz haline gelse dahi hidayeti bulamazlar.
Allahu Teala şöyle buyurur:
“Allah’ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah’a karşı
senin elinden bir şey gelmez.”1
Son olarak şunları söylemek isterim ki, şirk parlamentolarına
ve küfür bakanlıklarına katılmayı meşru ve doğru gören, şirk
ve küfrü müsamahayla karşılayan kimseler, Şeyhu’l-İslam İbn-i
Teymiyye’nin Rahimehullah, Yusuf Aleyhisselam hakkındaki bazı
sözlerini, kendi batıl anlayışlarına destek olarak kullanmaktadırlar.
Halbuki bu yaptıkları, hakkın batıl ile karıştırılması ve söylemediğini
söylemiş gibi göstererek Şeyhu’l-İslam’a atılmış olan bir
iftiradır. Çünkü İbn-i Teymiyye Rahimehullah, Yusuf’un
Aleyhisselam kıssasını, şirk parlamentolarının ve Allahu Teala’nın
indirdiğinden başka kanunlar çıkarmanın meşruluğu hakkında bir
delil olarak asla kullanmamıştır. Allahu Teala böyle bir azgınlıktan
hepimizi korusun. Biz Şeyhu’l-İslam’ı ve dinini bundan uzak
görürüz. Onun bu konudaki sözü gayet açıktır… Şeyhu’l-İslam
Rahimehullah iki kötülükten, zararı büyük olanının, zararı daha az
olan diğer kötülük ile defedilmesi veya birbiri ile çakışması halinde
iki maslahattan en üstününün tercih edilmesinden bahsetmektedir.
Bilinmektedir ki, en büyük maslahat Tevhid ve zararı en
büyük olan kötülük ise şirktir.


1 5 Maide/41
2 Mecmuu’l-Fetava, 28/68










Yusuf Aleyhisselam, gücü yettiği
kadar sahip olduğu adalet ve ihsanı uyguluyordu. İbn-i Teymiyye
Rahimehullah, el-Hisbe’de2, Yusuf Aleyhisselam hakkında şöyle der: “Sahip olduğu iyilik ve adaleti yerine getiriyor, mümkün
olduğunca onları imana davet ediyordu.”
Yine şöyle der: “Adalet ve ihsanı, gücü yettiği kadar yerine
getirdi.”1
Ey muvahhid kardeşim! İhtilaf etmemiz halinde, bu ihtilafımızın
çözümü hakkında başvuracağımız merci Allahu Teala’nın
ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem sözleridir. Rasul’ün
Sallallahu Aleyhi ve Sellem dışındaki insanların sözleri ise hatadan
masum değildir. Dolayısıyla alınabileceği gibi reddedilebilir de...
Kendisini tenzih etmemize rağmen Şeyhu’l-İslam’dan veya ondan
daha yüksek derecedeki bir alimden dahi buna benzer bir söz
sadır olursa, Allah ve Rasulü’nün sözlerinden bir delil getirmediği
sürece kabul etmeyiz. Allahu Teala şöyle buyurur:
“De ki: Ben sizi ancak vahiy ile korkutuyor ve uyarıyorum.
Halbuki sağırlar uyarıldıkları zaman yapılan çağrıyı işitmezler.”
2
“De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz delillerinizi getirin.”3
Dolayısıyla ey muvahhid kardeşim! Buna dikkat et ve
Tevhid’e azı dişlerinle sarıl. Kanma! Şüphelere, şirk yardımcılarının
ve Tevhid düşmanlarının iftiralarına aldırma… Onların muhalefetinden
etkilenme, Allahu Teala’nın dinini hakim kılan gruptan
olmaya gayret et. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onları
şöyle nitelemiştir:
“Ümmetimden bir taife hak üzere üstün olmaya devam
eder. Onları yardımsız bırakanlar, onlara zarar veremezler ve
Allah’ın emri gelinceye kadar onlar bu hal üzere devam ederler.”4

1 Mecmuu’l-Fetava, 20/56
2 21 Enbiya/45
3 2 Bakara/111
4 Fethu’l-Bari, 13/95
Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.(Şehid İnşaAllah Malcolm x-Malik El Şahbaz)

Sizi rahatsız etmeye geldim!
Bunu ilk beğenen sen ol.
General
RE: Demokrasi Bir Dindir!
Allahu Teala şöyle buyurur: “Sana Kitabı indiren O’dur.
Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir ki bunlar Kitap’ın
anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalplerinde
eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve te’viline yeltenmek için onun
müteşabih olanına uyarlar. Halbuki onun gerçek te’vilini ancak
Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: Biz ona iman ettik, hepsi
Rabbimizin katındandır, derler. Ancak akıl sahipleri düşünür, öğüt
alır. Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi çevirme!
Katından bize bir rahmet ver. Şüphesiz sen pek çok bağışlayansın.”
1
Allahu Teala bize bu ayetlerde, insanların Allah’ın şeriatı
konusunda iki kısma ayrıldığını bildirmektedir:
Birinci Kısım: Bunlar; ilim ehli ve ilimde derinleşenlerdir.
Kur’an’ın tümünü alırlar ve hepsine iman ederler. Genel
olanı, özel olan ile; mutlak olanı, mukayyed olan ile; manası
kapalı olanı, manası açık olan ile birlikte değerlendirirler. Manasını
anlayamadıkları ayetleri, manası açık olan muhkem ayetler ile
anlarlar.
İkinci Kısım: Bunlar ise, sapıklar ve kalbinde eğrilik bulunan
kimselerdir. Kur’an’ın müteşabih olan ayetlerini alırlar ve
sadece bu ayetler ile ortaya çıkarlar… Muhkem olan ayetlerden,
açık olan nasslardan ya da bu müteşabihi açıklayan diğer ayetlerden
yüz çevirirler…



3 Al-i İmran/7-8







Dolayısıyla, demokrasiyi ve şirk meclislerini savunan topluluğun,
sapıkların ve kalplerinde eğrilik olanların yolunu tuttuğu anlaşılmaktadır. Onlar Kitap ve Sünnet’te aktarılan bir takım
kıssalar ve şüpheli olan şeyleri araştırarak, bu kıssa ve şüpheleri
alırlar. Onları dinin kaidelerinden ve temel esaslarından olan açık,
mukayyed ya da açıklayıcı nassları ile değerlendirmezler. Bu,
hakkı batılla, nuru da karanlıkla karıştırmak istemelerinden dolayıdır..
Allahu Teala’nın izni ile burada, bu konudaki en meşhur
şüpheleri ele almaya gayret edeceğiz. Toplulukları hezimete
uğratan, bulutları yürüten Melik ve Vehhab olan Allah’ın yardımıyla,
onların bu şüphelerine cevap vereceğiz.









Bu şüphe heva ehlinden olan bir gruba aittir. Şöyle derler:
“Yusuf Aleyhisselam, Allah-u Teala’nın indirdiğiyle hükmetmeyen
kafir bir melikin yanında bakanlık görevinde bulundu. O halde
kafir hükümetlerde bu tür görevler almak caizdir. Hatta bu tür
görevler almak gereklidir.”
Buna karşılık biz deriz ki:
İlk Olarak: Bu şüpheyle, yasama parlamentosuna katılmanın
veya buna benzer görevler almanın caiz olduğuna delil
getirmek batıl ve fasittir. Çünkü bu şirk parlamentoları, Allahu
Teala’nın dini dışında bir dine dayanmaktadır ki bu, demokrasi
dinidir. Demokraside ise yasama hakkı ve helal ya da haram
belirleme hakkı Allahu Teala’nın değil, halkındır. Allahu Teala
şöyle buyurur:
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa ondan asla kabul
olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.”1
Bu şüphenin sahibi olan kimse, Yusuf’un Aleyhisselam İslam
dini dışında bir dine veya muvahhid olan atalarının dini
dışında bir dine uyduğunu ya da İslam dini dışında bir dini
koruyacağına dair yemin ettiğini söylemeye cesaret edebilir mi?
Yusuf’un Aleyhisselam, bu parlamentolardaki insanların yaptıkları
gibi, İbrahim’in Aleyhisselam dini dışında bir dine uygun olarak
yasa koyduğunu iddia edebilir mi?2







1 3 Al-i İmran/85
2 Onların anayasaları, halkın, otorite kaynağı olduğunu ve yasama otoritesinin,
krala veya başbakana ya da millet meclisine ait olduğunu belirtmektedir.







Yusuf Aleyhisselam, müstaz’af olduğu dönemlerde dahi
bütün açıklığı ile İbrahim’in dinini ilan ettiği halde, onun hakkında nasıl böyle bir iddiada bulunulabilir ki... Rabbimiz Yusuf
Aleyhisselam hakkında şöyle buyurur:
“Yusuf: "Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz
yemek gelmeden size onu yorumlarım. Gerçekten ben Allah’a
iman etmeyen ve kendileri ahireti inkar eden bir kavmin dinini
terkettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup’un dinine uydum.
Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız, yapabileceğimiz bir iş
değildir. Bu hem bize, hem insanlara Allah’ın lütuf ve keremindendir.
Fakat insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım!
Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek olan
ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan (kahhar olan) Allah mı?
Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın
adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah bunlara
dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır. O kendisinden
başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din
işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”1
Yusuf Aleyhisselam, müstaz’af olduğu dönemlerde dahi
dine çağırdığı, onu açıkladığı ve ilan ettiği halde, belli bir güce
kavuştuktan sonra bunu gizlemesi veya tahrif etmesi mümkün
müdür?
Bize cevap verin, ey şirk parlametolarında dinin maslahatını
arayan basiretsizler..
Sizler de bilmektesiniz ki bakanlık, uygulama otoritesi;
parlamento ise kanun koyma otoritesidir… Gerek bakanlık görevi
ve gerekse de parlamento üyeliği görevi ile Yusuf’un Aleyhisselam
durumu arasında dağlar kadar fark bulunmaktadır. Yaptığınız bu
kıyas doğru değildir...2




1 12 Yusuf/37-40
2 Bazı sözde bilginlerin iddiasına göre parlamento, hükümete muhalefet cephesidir.
Onlar bu cephede anayasal bir cihad yapıyorlar. Kanuni bir şekilde mücadele
ediyorlar, diplomatik yollarla yönetimi yenmeye çalışıyorlar…




Yusuf’un Aleyhisselam kıssasını, parlamentolara katılmanın meşruluğu hakkında delil olarak kullanmak,
kesinlikle doğru değildir.

İkinci Olarak:Allahu Teala’ya hüküm koyma konusunda
şirk koşan, Allahu Teala’nın dostlarına karşı savaş açan ve
Allahu Teala’nın düşmanlarını dost edinen bu tağuti devletlerin
gölgesi altında gerek bakanlık olsun ve gerekse milletvekilliği
olsun görev almayı, Yusuf’un Aleyhisselam durumu ile kıyaslamak,
birkaç yönden batıl ve fasittir. Şöyle ki:
Birinci Yön: Allah-u Teala’nın indirdiğiyle hükmetmeyen
bu hükümetlerin gölgesi altında bakanlıkta görev almak,
kesinlikle onların sonradan ortaya koydukları anayasalarına saygı
duymayı, dostluk göstermeyi ve Allahu Teala’nın, inkar edilmesini
emrettiği tağutlara bağlılığı gerektirir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Tağuta iman etmemeleri kendilerine emrolunduğu halde,
tağutun önünde muhakemeleşmek istiyorlar.”1
Ayrıca gerek bakanlık ve gerekse de milletvekilliği görevini
alabilmeleri için mutlaka küfür türünden bir yemin ile yemin
etmeleri gerekir.2



1 4 Nisa/60
2 Ürdün Anayasası’nın 43. maddesi şöyledir: “Başbakan ve bakanların, işlerine
başlamadan önce, kral karşısında şöyle yemin etmeleri gerekir: “Krala samimi
bir şekilde bağlı olacağıma, anayasayı koruyacağıma… Allah adına yemin
ederim.” Bunun bir benzeri de 79. maddede şöyle geçer: “Millet meclisindeki
her üyenin ve delegenin, görevine başlamadan önce, meclis önünde şu şekilde
yemin etmesi gerekir: “Krala ve vatana samimi bir şekilde bağlı olacağıma,
anayasayı koruyacağıma Allah adına yemin ederim…” Bunun bir benzeri de
Kuveyt Anayasası’nın 91 ve 126. maddelerindedir. Yusuf Aleyhisselam böyle bir
şey yaptı mı? “Yemin ederiz, ama bunu içimizden kabul etmez ve şeriatı kastederiz”
diyen, demokrasi aşığı bazı kimselerin batıl görüş ve sözlerine aldanmamak
gerekir. Yemin, yemin edenin niyetine göre değildir. Eğer durum böyle
olsaydı, insanlar arasındaki anlaşmalar ve şartlar bozulur, herkes işine geldiği
şekilde bunu bir hile haline getirirdi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem,
Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurur: “Yemin, yemin isteyenin niyetine göredir.” Dolayısıyla sizin bu yemininiz, niyetlerinize bağlı değildir;
aksine üzerine yemin etmiş olduğunuz tağutun niyetine bağlıdır…







Yusuf’un Aleyhisselam, bizzat Allahu Teala tarafından, temizlendiği belirtildiği halde, Allahu Teala’nın yasaklamış
olduğu bu türden bir işi yaptığı nasıl söylenebilir? Halbuki
Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“Ondan fenalığı ve fuhşu giderelim diye böyle yaptık.
Çünkü o, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.”1
Yusuf Aleyhisselam hakkında böyle bir şeyi iddia eden kişi
şüphesiz yaratılanların en kafiridir. Hatta yemin ettiğinde istisnada
bulunan lanetli iblisten daha da kötüdür. Ki iblisin yapmış olduğu
yemin hakkında Rabbimiz şöyle bildirir: “(İblis) Dedi ki: İzzetin
hakkı için hepsini mutlaka azdıracağım. Aralarında ihlasa erdirilmiş
kulların müstesna.”2
Yusuf Aleyhisselam, Allahu Teala’nın nassıyla ve kesin olarak
bildirildiği gibi, Allah’ın ihlasa erdirilmiş olan kullarındandı ve
hatta bu kulların efendilerindendi…
İkinci Yön: Bu hükümetlerin gölgesinde bakanlık görevini
üstlenmek (ister anayasaya yemin etsin ister etmesin), küfür
kanunlarına boyun eğmeyi ve bu kanunların dışına çıkmamayı
gerektirir. Dolayısıyla böyle bir görevi alan kişi, bu kanunların
ihlaslı bir kulu ve gerek hak, gerek batıl, gerek fısk ve gerekse
küfür konusunda bu kanunları belirleyenlerin sadık bir hizmetçisi
olmuş olur.


1 12 Yusuf/24
2 38 Sa’d/82-83















Yusuf es-Sıddık Aleyhisselam böyle miydi ki, onun durumu
ile demokrasi ve parlamentoları kıyaslayabilelim? Kim Allahu
Teala’nın nebisine böyle bir iftirada bulunursa, o kimsenin küfründen,
zındıklığından ve İslam’dan çıktığından şüphe etmeyiz…
Çünkü Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki Biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve
tağuttan kaçının” diye bir peygamber göndermişizdir.”1
Bu, Yusuf Aleyhisselam ve diğer bütün rasuller hakkında,
var olan en büyük hakikat ve en temel esastır.
O, insanları iyi ve kötü günde, darlıkta ve bollukta, acizlikte
ve güçte Allah’a ibadete ve tağuttan kaçınmaya davet etti ve
sonradan bunu yok sayıp, müşriklerden oldu öyle mi? Allahu
Teala onun, kendisine iman eden ve ihlasa erdirilmiş kullarından
olduğunu söylerken bu nasıl mümkün olabilir? Bazı müfessirler
Allahu Teala’nın, “Yoksa o, hükümdarın dinine (kanunlarına)
göre kardeşini alıkoyabilecek değildi”2 ayetini, Yusuf’un
Aleyhisselam, dönemin melikinin sistemine ve kanunlarına uymadığına
ve bu kanunlara uymak ile de sorumlu olmadığına dair
delil olarak saymışlardır. Yusuf Aleyhisselam, onun hükümlerine
uymamış ve onlara tutunmamıştı. Günümüz parlamentolarının ve
bakanlıkların durumu ise tamamen farklıdır.
Üçüncü Yön: Yusuf’un Aleyhisselam hazineden sorumlu
olması, Allahu Teala’nın imkan vermesiyle olmuştu. Allahu Teala
şöyle buyurur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik. O, orada dilediği
yerde konaklardı.”3
Dolayısıyla onun bu durumu, Allahu Teala tarafından verilmiş
bir iktidardı. Melikin emrine, hükmüne veya yargısına karşı
gelse dahi, melikin ya da bir başkasının ona zarar vermesi ya da
onu bu makamından azletmesi mümkün değildi…
Halbuki günümüzde, tağutların yanında belli görevleri üstlenmiş
olan rezil insanların durumu böyle değildir. Onlar,
tağutların oyuncakları niteliğindedirler.




1 16 Nahl/36
2 12 Yusuf/76
3 12 Yusuf/56







Dördüncü Yön: Yusuf’un Aleyhisselam, melikin yanında
tam ve gerçek anlamda bağımsız bir durumu ve dokunulmazlığı
vardı. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Onunla konuşunca şöyle dedi: Sen bugün bizim
nezdimizde önemli bir mevki sahibisin, eminsin.”1
Ona, tam bir hürriyet verilmişti. Allahu Teala şöyle buyurur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik. O, orada dilediği
yerde konaklardı.”2
Ne yaparsa yapsın, ona karşı çıkan, onu hesaba çeken,
yaptığı şeylerde onu gözetleyen kimse yoktu… Bugün tağutların
yanında bakanlık görevini üstlenmiş olan rezillerin durumu acaba
böyle midir? Yusuf’ta Aleyhisselam olduğu gibi tam bir bağımsızlıkları
ve dokunulmazlıkları mı var, yoksa yalan ve sadece sözde
kalan bir dokunulmazlıkları mı var? Bakan, baş tağutun işlerine
burnunu soktuğunda, ona muhalefet türünden bir şey yaptığında,
liderin çizgisinden ya da melikin dininden çıktığında acaba durumu
ne olur? Onlara göre bakan, melikin ya da derin devletin
siyaseti için bir hizmetçidir. Onun emirlerini emreder, yasakladıklarını
yasaklar. Onun, Allahu Teala’nın emirleri ve dini konusunda
dahi olsa, melikin emirlerine ya da anayasasına karşı çıkma
gibi bir hakkı asla bulunmamaktadır… Yusuf’un Aleyhisselam
durumunun da günümüz rezillerinin durumu gibi olduğunu iddia
etmek, şüphesiz büyük bir iftira ve Allahu Teala’nın, Yusuf
Aleyhisselam hakkındaki tezkiyesini yalanlamadır.
Eğer Yusuf’un Aleyhisselam durumu doğru bir şekilde anlaşılırsa,
günümüz parlamento ve bakanlıklarının durumu ile ne
kadar farklı olduğu da anlaşılmış olur.




1 12 Yusuf/54
2 12 Yusuf/56

























Üçüncü Olarak:Bu şüpheyi iptal eden şeylerden biri
de, tefsir ehlinden bazılarının, melikin Müslüman olduğu yönündeki
sözleridir. Bu, İbn-i Abbas’ın talebesi olan Mücahid’ten
rivayet edilmiştir. Mücahid’ten aktarılan bu rivayet, parlamento
ve bakanlıkların meşruluğu hakkında bu kıssanın delil olarak
kullanılmasını temelinden yok eder.
Biz, Allahu Teala’ya yöneliyor ve Allahu Teala’nın Kitabı’ndaki
ayetin zahirine ya da umumuna uymayı, bazı insanlar
tarafından bu ayetler hakkında ortaya atılan sözlerden, yorumlardan,
delil ve belgelerden uzak bütün iddialardan daha üstün
görüyoruz… Mücahid’ten aktarılan bu rivayeti destekler mahiyetteki
delillerden biri de, Allahu Teala’nın Yusuf Aleyhisselam hakkındaki
şu buyruğudur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik.”1
Bu, Allahu Teala’nın, Kitabı’nın başka bir yerinde açıklamış
olduğu özettir. Rabbimiz, mü’minlerden, kendilerine yeryüzünde
iktidar olma imkanı verilenlerin durumunu şöyle niteler:
“Biz eğer o kimselere, yeryüzünde bir iktidar imkanı verirsek;
onlar namazlarını dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler,
kötülüğü yasaklarlar. İşlerin sonu Allah’a varır.”2
Yusuf’un Aleyhisselam bu kimselerden olduğundan hatta
onların efendilerinden olduğundan şüphe yoktur. Allahu Teala
onlara iktidar verdiğinde, iyiliği emreder, kötülükten
nehyederler… İslam dinini bilen kimse, dinde en büyük iyiliğin,
şüphesiz Yusuf Aleyhisselam ve babalarının usulünün temelinde
var olan Tevhid olduğunu bilir. En büyük kötülük ise, Yusuf’un
uyarmış olduğu, nefret ettiği, öfke duyduğu, ilahlarına karşı düşmanlık
beslediği şirktir…





1 12 Yusuf/56
2 22 Hacc/41




Yusuf’un, Allahu Teala kendisine iktidar
verdikten sonra, insanları babası Ya’kup, İshak ve İbrahim’in dinine çağırmaya devam ettiği kesin ve açıktır. İnsanlara bunu
emrediyor, buna karşı çıkan ve yok sayan herkesle mücadele
ediyordu. Allah’ın indirdiği dışında bir şeyle hükmetmiyordu ve
Allah’ın indirdiği dışında bir hükmün çıkarılması için yardımcı
olmuyordu. Bugün makamlarına deliler gibi sarılan rezil kimselerin
yaptığı gibi, Allahu Teala dışında kendisine ibadet edilen,
kanunlar koyan tağutların önderlerine asla destek olmuyordu.
Üstelik, bugün parlamentoda bulunan kimselerin yaptığı
gibi Allah’ın indirdiklerinden başka hüküm koyma konusunda
onlara katılmıyor, kesin olarak onların durumunu reddediyor,
kötülüklerini değiştiriyor, Tevhid ile hükmediyor, insanları Tevhid’e
çağırıyor ve Tevhid’e karşı gelen kim olursa olsun ondan
uzaklaşıyordu. Yusuf Aleyhisselam hakkında, Allahu Teala’nın
nasslarında geçen budur… Yusuf ancak bu şekilde nitelenmektedir.
Yine buna işaret eden ve onaylayan açık delillerden biri
de, Allahu Teala’nın şu sözü ve bunun tefsiridir:
“Hükümdar dedi ki: ‘Onu bana getirin, onu kendime en
yakınlardan kılayım.’ Onunla konuşunca da şöyle dedi: Sen
bugün bizim nezdimizde önemli bir mevki sahibisin, eminsin.”1
Acaba Yusuf Aleyhisselam, melik ile ne konuştu ki onu bu derece
etkiledi ve bu derece güven duyulmasına sebep oldu? Acaba
çoktan kapanmış olan ve hakkın ortaya çıkmış olduğu ‘Azizin
karısı’ meselesi hakkında mı konuştu? Yoksa acaba vatanın birliği,
iktisadi kalkınması ya da buna benzer meseleler hakkında mı
konuştu? Yusuf Aleyhisselam ile melik arasında geçen konuşma
hakkındaki ayeti, şu ayet açıklamaktadır:
“Andolsun ki Biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve
tağuttan kaçının” diye bir peygamber göndermişizdir.”2



1 12 Yusuf/54
2 16 Nahl/36





Allahu Teala başka bir ayette de şöyle buyurur:
“Andolsun ki sana ve senden öncekilere vahyolundu ki: Eğer şirk
koşarsan, andolsun ki amelin boşa çıkar ve muhakkak zarar
edenlerden olursun.”1
Allahu Teala, Yusuf’un Aleyhisselam davetinin en önemli
nitelikleri olarak şunları bildirmektedir:
“Yusuf: "Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz
yemek gelmeden size onu yorumlarım. Gerçekten ben Allah’a
iman etmeyen ve kendileri ahireti inkar eden bir kavmin dinini
terkettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup’un dinine uydum.
Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız, yapabileceğimiz bir iş
değildir. Bu hem bize, hem insanlara Allah’ın lütuf ve keremindendir.
Fakat insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım!
Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek olan
ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan (kahhar olan) Allah mı?
Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın
adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah bunlara
dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır. O kendisinden
başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din
işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”2
Kuşkusuz ayetlerde aktarılanlar, Yusuf’un Aleyhisselam en
büyük sözüydü. Bu, onun dosdoğru dini, davetinin temeli ve
atalarının diniydi. İyiliği emrettiğinde, bunu emrederdi… Yine
ona göre bu esasa aykırı olan bir şeyden daha büyük kötülük yok
idi. Yusuf’un sözünün ve davetinin bu olduğu kesinleştiğine göre,
Melik’in ona vermiş olduğu cevap şu idi:
“Sen bugün bizim nezdimizde önemli bir mevki sahibisin,
eminsin.”3





1 39 Zümer/65
2 12 Yusuf/37-40
3 12 Yusuf/54







Bu ise, melikin Yusuf’a uyduğuna, onu onayladığına, küfür
dinini bıraktığına, İbrahim, İshak, Ya’kup ve Yusuf’un
Aleyhimisselam dinine tabi olduğuna dair açık bir delil niteliğindedir.
Şöyle de denilebilir: En azından, Yusuf’un Tevhid’ini ve
dinini onayladı, ona konuşma ve dinine davet hürriyeti verdi.
Ona karşı çıkanı aşağıladı ve herhangi bir konuda ona karşı
çıkmadı. Yusuf’un Aleyhisselam bu durumuyla, Allahu Teala’nın
indirdikleri dışında kanunlar belirleme ve uygulama konusunda
tağutlara ortaklık eden kişilerin durumları arasındaki farkı kavraman,
hakkı anlayabilmen konusunda sana yeter…


Dördüncü Olarak:Buraya kadar aktarılanlardan ortaya
çıkmaktadır ki; Yusuf’un Aleyhisselam durumu, Tevhid’e aykırı
olmadığı gibi, günümüzde parlamentoya katılmış olan kişilerin
yaptıkları gibi, İbrahim’in dinini de yok etmemektedir.
Melikin, küfür üzere kalmaya devam ettiğini kabul etsek
dahi, Yusuf’un böyle bir işi üstlenmesi fürû meselelerinden olur
ve dinin aslı konusunda her hangi bir sorun ortaya çıkmaz. Zira
yukarıda açıkladığımız gibi Yusuf’un küfre düşmediği, kafirleri
dost edinmediği ya da yasama konusunda Allahu Teala’ya şirk
koşmadığı konusunda şüphe bulunmamaktadır. Bilakis o, Tevhid’i
emrediyor ve bütün bunları yasaklıyordu… Allahu Teala,
fürû kısmından olan hükümler hakkında şöyle buyurur:
“Sizden herbiriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik.”1
Peygamberlerin şeriatları, Tevhid meselesinde aynıdır,
ancak fürû kısmından olan hükümler konusunda değişebilir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
“Biz peygamberler topluluğu kardeşizdir, dinimiz de tektir.”
1


1 5 Maide/48






Hadiste, Tevhid’in esası konusundaki ittifaka, fürûdan
olan hükümlerin ise çeşitliliğine işaret bulunmaktadır. Bizden
önceki ümmetlerin şeriatinde yasak olan bir şey, bizim
şeriatimizde yasak olmayabilir. Yine bizden önceki ümmetlerin
şeriatinde yasak olmayan bir şey, bizim şeriatimizde yasak olabilir.
Ganimetin, bizden önceki ümmetler için haram hükmünde
olması, ancak bizim şeriatimizde ganimetin helal olması bu kabildendir.
Yusuf’un Aleyhisselam üstlenmiş olduğu iş, bizim şeriatımızda
caiz değildir. İbn-i Hibban, Ebu Ya’la ve Taberani,
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu rivayet
ederler: “Beyinsiz insanlar size yönetici olacaklar, kendilerine
insanların şerlilerini yaklaştıracaklar. Namazı vaktinde kılmayıp
geciktireceklerdir. Sizden kim onlara yetişirse, onların yanında
danışman, polis, zekat tahsildarı ve hazineden sorumlu olmasın.”
Hadiste belirtilen yöneticiler kafir değil, beyinsiz günahkarlardır.
Zira eğer ki onlar kafir olmuş olsalardı, en kötü vasıfları
olan küfür ile nitelenirlerdi. Ancak Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi
ve Sellem, onlar hakkında söylemiş olduğu en kötü nitelik, insanların
şerlilerini kendilerine yaklaştırmaları ve namazı geciktirmeleridir…
Bununla birlikte Rasullullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem,
onların yanında hazineden sorumlu olma işinin üstlenilmesini
yasaklamıştır… Facir yöneticilerin yanında hazineden sorumlu
olunması şeriatımızda yasaklandığına göre, kafir ve müşrik yönetimlerin
yanında bu türden bir işi üstlenmek nasıl mümkün olabilir
ki? Allahu Teala, Yusuf Aleyhisselam hakkında şöyle buyurur:
“(Yusuf) Dedi ki: Beni memleketin hazineleri üzerine tayin
et. Çünkü ben iyice koruyanım, bilenim.”2




1 Buhari, Ebu Hureyre’den Radıyallahu Anhu rivayet etmiştir.
2 12 Yusuf/55








Bizim şeriatımızda bu, yasaklanmıştır… Allah-u Teala en
doğrusunu bilir.
Bu konuda, hidayeti isteyen kimse için bu aktarılanlar yeterlidir…
Ancak kendi görüşünü daima üstün gören ve insanların
sözlerini açık delillerden daha öncelikli kabul eden kişiye gelince,
bu kişilerin ellerinde dağlar toz haline gelse dahi hidayeti bulamazlar.
Allahu Teala şöyle buyurur:
“Allah’ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah’a karşı
senin elinden bir şey gelmez.”1
Son olarak şunları söylemek isterim ki, şirk parlamentolarına
ve küfür bakanlıklarına katılmayı meşru ve doğru gören, şirk
ve küfrü müsamahayla karşılayan kimseler, Şeyhu’l-İslam İbn-i
Teymiyye’nin Rahimehullah, Yusuf Aleyhisselam hakkındaki bazı
sözlerini, kendi batıl anlayışlarına destek olarak kullanmaktadırlar.
Halbuki bu yaptıkları, hakkın batıl ile karıştırılması ve söylemediğini
söylemiş gibi göstererek Şeyhu’l-İslam’a atılmış olan bir
iftiradır. Çünkü İbn-i Teymiyye Rahimehullah, Yusuf’un
Aleyhisselam kıssasını, şirk parlamentolarının ve Allahu Teala’nın
indirdiğinden başka kanunlar çıkarmanın meşruluğu hakkında bir
delil olarak asla kullanmamıştır. Allahu Teala böyle bir azgınlıktan
hepimizi korusun. Biz Şeyhu’l-İslam’ı ve dinini bundan uzak
görürüz. Onun bu konudaki sözü gayet açıktır… Şeyhu’l-İslam
Rahimehullah iki kötülükten, zararı büyük olanının, zararı daha az
olan diğer kötülük ile defedilmesi veya birbiri ile çakışması halinde
iki maslahattan en üstününün tercih edilmesinden bahsetmektedir.
Bilinmektedir ki, en büyük maslahat Tevhid ve zararı en
büyük olan kötülük ise şirktir.


1 5 Maide/41
2 Mecmuu’l-Fetava, 28/68










Yusuf Aleyhisselam, gücü yettiği
kadar sahip olduğu adalet ve ihsanı uyguluyordu. İbn-i Teymiyye
Rahimehullah, el-Hisbe’de2, Yusuf Aleyhisselam hakkında şöyle der: “Sahip olduğu iyilik ve adaleti yerine getiriyor, mümkün
olduğunca onları imana davet ediyordu.”
Yine şöyle der: “Adalet ve ihsanı, gücü yettiği kadar yerine
getirdi.”1
Ey muvahhid kardeşim! İhtilaf etmemiz halinde, bu ihtilafımızın
çözümü hakkında başvuracağımız merci Allahu Teala’nın
ve Rasulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem sözleridir. Rasul’ün
Sallallahu Aleyhi ve Sellem dışındaki insanların sözleri ise hatadan
masum değildir. Dolayısıyla alınabileceği gibi reddedilebilir de...
Kendisini tenzih etmemize rağmen Şeyhu’l-İslam’dan veya ondan
daha yüksek derecedeki bir alimden dahi buna benzer bir söz
sadır olursa, Allah ve Rasulü’nün sözlerinden bir delil getirmediği
sürece kabul etmeyiz. Allahu Teala şöyle buyurur:
“De ki: Ben sizi ancak vahiy ile korkutuyor ve uyarıyorum.
Halbuki sağırlar uyarıldıkları zaman yapılan çağrıyı işitmezler.”
2
“De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz delillerinizi getirin.”3
Dolayısıyla ey muvahhid kardeşim! Buna dikkat et ve
Tevhid’e azı dişlerinle sarıl. Kanma! Şüphelere, şirk yardımcılarının
ve Tevhid düşmanlarının iftiralarına aldırma… Onların muhalefetinden
etkilenme, Allahu Teala’nın dinini hakim kılan gruptan
olmaya gayret et. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onları
şöyle nitelemiştir:
“Ümmetimden bir taife hak üzere üstün olmaya devam
eder. Onları yardımsız bırakanlar, onlara zarar veremezler ve
Allah’ın emri gelinceye kadar onlar bu hal üzere devam ederler.”4




1 Mecmuu’l-Fetava, 20/56
2 21 Enbiya/45
3 2 Bakara/111
4 Fethu’l-Bari, 13/95
Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.(Şehid İnşaAllah Malcolm x-Malik El Şahbaz)

Sizi rahatsız etmeye geldim!
Bunu ilk beğenen sen ol.
Son Düzenleme: 27-06-2012, Saat:10:52 PM, Düzenleyen: karadamlalar.
General
RE: Demokrasi Bir Dindir!
İKİNCİ ŞÜPHE
MÜSLÜMAN OLDUĞU NEBİ SALLALLAHU ALEYHİ VE
SELLEM TARAFINDAN HABER VERİLMESİNE
RAĞMEN, NECAŞİ’NİN, ALLAH’IN İNDİRDİĞİ İLE
HÜKMETMEDİĞİ İDDİASI




Heva ehlinden olan bazıları, şirk parlamentolarında milletvekili
görevinde olan kişilerin ve yönetici konumundaki
tağutlarının durumunu yamamak için, Necaşi’nin durumunu delil
olarak kullanırlar ve şöyle derler: “Necaşi, Müslüman olduktan
sonra Allah’ın indirdiğiyle hükmetmedi. Ölünceye dek bu durumda
kaldı. Bununla birlikte Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu
salih bir kul olarak isimlendirdi, gıyabi olarak cenaze namazını
kıldı ve ashabına da onun namazını kılmalarını emretti.”
Buna karşılık biz deriz ki:
İlk Olarak: Her şeyden önce bu tuhaf şüpheyi delil olarak
kullanan kimsenin, Necaşi’nin, Müslüman olduktan sonra,
Allah’ın indirdiğiyle hükmetmediği konusunda, delaleti kat’i, açık
ve doğru bir delil ortaya koyması gerekir. Halbuki bu şüphenin
sahiplerinin elinde sadece istinbat1 ve kuru iddialar bulunmaktadır.
Allahu Teala şöyle buyurur:
“De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz delillerinizi getirin.”2
İkinci Olarak: Bizim ve bizim hasımlarımızın kabul ettiği
şey, Necaşi’nin dinin tamamlanmasından önce vefat ettiğidir…
O, Allahu Teala’nın şu sözü nazil olmadan önce ölmüştü:
“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki
nimetimi tamamladım. Ve size din olarak İslam’ı beğenip seçtim.”
1



1 İstinbat: Nasslardan çıkarılan hüküm
2 2 Bakara/111





Bu ayet Veda Haccı’nda nazil olmuştu. Necaşi ise Hafız
İbn-i Kesir Rahimehullah ve diğerlerinin söylediği gibi, Mekke’nin
fethinden çok önce vefat etmişti.2
Allahu Teala’nın hükmü ile hükmetme konusunda onun
sorumlu olduğu, dinden kendisine ulaşan kısmıyla hükmetmesi,
bu kısma tabi olması ve onunla amel etmesiydi. Çünkü bu tür
konularda bakılması gereken şey, kişiye Kur’an’ın ulaşıp ulaşmamış
olmasıdır. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Bu Kur’an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam
için vahyolundu.”3
Necaşi’nin döneminde, günümüzde olduğu gibi ulaşım ve
iletişim araçları yoktu. Hatta bazen hükümler bir kişiye yıllar
sonra ulaşıyor ve Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefat ettiği
haberi bile duyulmuyordu… Necaşi’nin döneminde din, daha
yeni idi. Kur’an halen inmekte idi ve şeriat tamamlanmamıştı.
Buhari’nin ve diğerlerinin Abdullah bin Mes’ud’dan rivayet ettikleri
şu hadis, açık bir şekilde buna delalet eder: “Biz namazda
Nebi’ye Sallallahu Aleyhi ve Sellem selam verir, o da bize karşılık
verirdi. Necaşi’nin yanından döndüğümüzde, ona yine selam
verdik, o bize karşılık vermedi. Sonra şöyle buyurdu: “Şüphesiz
namazda bir meşguliyet vardır.”
Habeşistan’da, Necaşi’nin yanında bulunan sahabe,
Arapçayı bilmelerine ve Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem haberlerini
takip etmelerine rağmen, kendilerine namazda selam verilmeyeceği
ulaşmadıysa, namaz gibi şeriatın sürekli tekrar edilmeyen
diğer hükümleri, ibadetleri ve hududları nasıl ulaşabilir ki?





1 5 Maide/3
2 Bkz: El-Bidaye ve’n-Nihaye, 3/277
3 6 En’am/19






Bugün demokrasi şirkine boyun eğmiş olan bir kişi,
Kur’an’ın, İslam’ın ve dinin kendisine ulaşmadığını iddia edebilir
mi ki, kendi batılını Necaşi’nin durumuyla kıyaslayabilsin?...
Üçüncü Olarak: Bu mesele anlaşıldıktan sonra, bilinmelidir
ki Necaşi, Allahu Teala’nın indirdiğinden kendisine ulaşanla
hükmediyordu. Kim bunun aksini iddia ederse, onu kabul etmemiz
için delil getirmesi gerekir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz delillerinizi getirin.”1
Halbuki Necaşi’nin kıssasıyla delil getirenlerin zikrettiklerinin
tamamı, o sırada Allahu Teala’nın indirdiğinden kendisine
ulaşanla hükmettiğine işaret etmektedir. Şöyle ki:
1- Necaşi’ye ulaşan hükümlerden birisi şudur: “Tevhid’in
Allahu Teala’ya has kılınması ve bunun gerçekleşmesi, Muhammed’in
Sallallahu Aleyhi ve Sellem risaletine ve İsa’nın Aleyhisselam
Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna iman.” O, bunu kabul etmiş ve
fiilen uygulamıştır. Bunun delili, onun Nebi’ye Sallallahu Aleyhi ve
Sellem göndermiş olduğu mektuptur. Ömer Süleyman el-Eşkar,
bu mektubu delil göstererek demokrasiyi savunanlardandır.
2- Nebi’ye Sallallahu Aleyhi ve Sellem bey’ati ve hicreti.
Necaşi hakkında şu anlatılır: “O ve onun bir oğlu, Ca’fer ve onun
arkadaşları vasıtasıyla Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem
bey’at etti. Onun elleriyle alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim
oldu. Necaşi, Rasulullah’a oğlu Eriha bin el-Esham ibn-i Encer’i
gönderdi ve dedi ki: “Eğer sana gelmemi istersen, gelirim ey
Allah’ın Rasulü! Şüphesiz ben senin söylediklerinin hak olduğuna
şehadet ederim.” Muhtemelen bu mektubundan kısa bir süre
sonra vefat etti ya da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem o sırada ona
cevap veremedi. Bütün bu olaylar kıssada açık ve belirgin değildir.
Dolayısıyla sadece bu kıssaya binaen hüküm vermek ve
onunla delillendirmede bulunmak caiz değildir.



1 2 Bakara/111





3- Necaşi’nin, Nebi’ye Sallallahu Aleyhi ve Sellem, O’nun
dinine ve bu dine bağlı olanlara yönelik desteği: Necaşi, kendisine
hicret edenlere ve sığınanlara yardım etti, onlara emniyet ve
himaye sağladı. Onları yardımsız bırakıp, Kureyş’e teslim etmedi.
İsa Aleyhisselam hakkındaki akidelerini açıkça belirtmelerine rağmen
kötü bir şekilde davranmaları için onları Habeşistan
Hristiyanlarına da bırakmadı. Bütün bunlar, Necaşi’nin dine
yardımı, itaati ve onaylamasıdır…
Bununla birlikte Ömer el-Eşkar düşüncesiz davranır ve bu
konu üzerinde durduğu bir kitabında, Necaşi’nin Allah’ın şeriatıyla
hükmetmediği sonucuna varır. Bu, Necaşi gibi muvahhid bir
kimse hakkında söylenmiş olan yalan ve iftiradır… Bilakis Necaşi,
Allah’ın dininden kendisine ulaşan kısım ile hükmetmekteydi.
Ömer el-Eşkar, bu iddiası hakkında açık ve doğru bir delil getirmemiştir.
Sadece tarih kitaplarından dikkatsizce topladığı ve delil
zannettiği bir takım kıssalara tabi olmuştur.
Dördüncü Olarak: Necaşi’nin kıssasında, önce kafir
iken, sonra Müslüman olan bir yöneticinin portresi bulunmaktadır.
Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kavminden bir grup
insanla birlikte oğlunu göndermesi, kendisine izin verildiği takdirde
hicret etmek istemesi, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem,
İslam’a ve Müslümanlara yardım etmek istemesi; onun İslam’ının
doğruluğunu ve Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem emrine tam
bir şekilde tabi olduğunu göstermektedir. Hatta İslam’ın yasakladığı
akidesinden uzaklaşmış, kavminin ve atalarının dinlerinden
ayrılmıştı. Necaşi, hakkı ve dini öğrenmek, buna yönelmek ve bu
durumda iken Allah’a yaklaşmak istiyordu. Bu ise, dinin tamamlanmasından
ve tam bir şekilde kemale ermesinden önceydi…
Meşruluğu hakkında, Necaşi’nin durumunun ve kıssasının
delil olarak kullanılmaya çalışıldığı parlamento üyeliği ve bakanlıkların
durumu ise tamamen farklıdır. Zira, kendilerini İslam’a
nisbet eden bu milletvekilleri ve bakanlar, İslam’ın yasakladığı hiçbir şeyden uzaklaşmamaktadırlar. Bilakis İslam’ın yasakladığı
bir takım akide ve dinlere bağlılıkları ile övünmektedirler.
Necaşi’nin Hristiyanlık dininden uzaklaştığı gibi, demokrasi dininden
uzaklaşmamaktadırlar. Bilakis onlar demokrasi dinine bağlılıkları
ile övünmekte, demokrasi dinini yüceltmekte ve insanlara
bu batıl dinlerini hoş göstermek için çabalamaktadırlar. Allahu
Teala izin vermediği halde, kendilerini, kanunlar koyan rabler ve
ilahlar kılmaktadırlar. Bu kanunların ortaya konması ve uygulanması
konusunda tağutlara yardımcı olmaktadırlar. Onlar bu şirkte
ısrar ediyor, ona bağlı kalıyor üstelik bu batıl dinlerinden yüz
çeviren kimseleri kınıyorlar. Onların bütün bunları, dinin tamamlanmasından,
Kur’an’ın hatta sünnet ve sahabe sözlerinin dahi
kendilerine ulaşmış olmasından sonra yapmaktadırlar.
Allah’a yemin ederim ki ey insaf sahibi, kim olursan ol, bil
ki Necaşi ve bu insanlar arasında dağlar kadar fark vardır… Hak
mizanında bu iki durum birbiri ile eşit değildir. Ancak İslam ve
Tevhid’e karşı, demokrasi dinini din edinen sahtekarların mizanında
bu iki durum birbiri ile eşit gibi değerlendirilmektedir.
Allahu Teala şöyle buyurur:
“İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek
için ölçüp tarttıklarında ise noksanlık yapan hilekarlara
yazıklar olsun. Onlar düşünmezler mi ki, kendileri büyük bir
günde hesap vermek için diriltilecekler. Öyle bir gün ki, insanlar o
günde alemlerin Rabbinin huzurunda divan duracaklar.”1




1 83 Mutaffifin/1-5
Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.(Şehid İnşaAllah Malcolm x-Malik El Şahbaz)

Sizi rahatsız etmeye geldim!
Bunu ilk beğenen sen ol.
General
RE: Demokrasi Bir Dindir!
ÜÇÜNCÜ ŞÜPHE
DEMOKRASİNİN “ŞÛRA” OLARAK
İSİMLENDİRİLMESİ







Basireti olmayan bazı kimseler, batıl dinleri olan demokrasinin
meşruluğu hakkında, Allahu Teala’nın “Onların işleri
aralarında şûra iledir”1 ve “İş hakkında onlara danış”2 ayetlerini
delil olarak kullanmaktadırlar. Halbuki şûra ile ilgili olan bu
nasslar, Allahu Teala’nın muvahhid kulları hakkındadır.
Buna karşılık biz deriz ki:


İlk Olarak:Meşru olmayan bir şeyin isminin değiştirilmesi,
içeriği aynı kaldığı sürece onu meşru hale getirmez. Bu
küfür yolunu izleyen ve benimseyen bazı davet cemaatleri şöyle
demektedirler: “Biz demokrasiye davet ettiğimizde, insanları ona
teşvik ettiğimizde ve onun için çaba sarfettiğimizde, düşünce ve
davet özgürlüğünü kastediyoruz.”3
Onlara diyoruz ki: Önemli olan sizin kasdettiğiniz veya
zannettiğiniz değildir. Bilakis, önemli olan tağutun uygulamış
olduğu demokrasi ve kanun koyma işinin içeriğidir. Siz insanları,
bu tür söylemleriniz ile aldatıyorsunuz, ancak Allahu Teala’yı asla
aldatamazsınız.




1 42 Şura/38
2 3 Al-i İmran/159
3 Demokrasinin kabul etmiş olduğu fikir özgürlüğü, batıl ve küfür bir özgürlüktür.
Çünkü onlar bununla sadece Müslümanlara değil, bilakis kafirlere, mürtedlere,
tağutlara da aynı hakkı tanımaktadır. Bu türden bir özgürlük, batı demokrasilerinde
bazen uygulanmaktadır. Ancak Arap demokrasilerine gelince, sadece
küfür, inkar ve zındıklıklar için böyle bir özgürlük sözkonusudur. İslam’a davet
eden ve İslam’ı hakkı ile savunanlar ise, hapsedilir ve dışlanır. Bu davetçilerin en
büyük hedefleri, batı demokrasisini gerçekleştirmek ve insanları bu demokrasiye
ulaştırmaktır. Halbuki küfür tek millettir ve onların durumu basamak basamaktır.
Buna dikkat et





Rabbim olan Allahu Teala şöyle buyurur:
Doğrusu münafıklar Allah’ı aldatmak isterler. Halbuki O,
hilelerini başlarına geçirir.”1
“Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki onlar,
ancak kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar.”2
Eşyaların isminin değişmesi, onların hükümlerini değiştirmez.
Haramı helal, helalı haram hale getirmez. Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Ümmetimden bir topluluk,
kendilerinin vereceği bir isim ile içkiyi helal kılacaklardır.”3
Alimler, Hariciler ve tekfircileri kasdettiğini bahane ederek
Tevhid’e söven ve onunla savaşan kimseyi tekfir etmişlerdir. Şirki
güzel gösteren, onu caiz gören ve onu işleyen kimseyi, işlediğinin
ismini değiştirsede tekfir etmişlerdir.4 Küfür ve şirk dini olan
demokrasinin şûra diye isimlendirilmesi ve bu şekilde insanların
teşvik edilmesi bu kabildendir.

İkinci Olarak:Müşriklerin demokrasisini muvahhidlerin
şûrası ile kıyaslamak ve yine şûra meclisini, küfür, fısk ve isyan
meclisine benzetmek; geçersiz bir benzetme ve batıl bir kıyasdır.
Millet meclisinin, putperestlik barınaklarından bir barınak ve şirk
saraylarından bir saray olduğu kesin olarak ortadadır. Bu barınaklarda,
demokrasi dinine mensup olan sözde ilahlar, Allah’ın
izin vermediği konularda hüküm koyan ortaklar ve birbiri ile
çekişme içerisinde olan sözde rabler toplanır. Allahu Teala şöyle
buyurur:
“Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek
olan ve herşeyi hükmü ve iradesi altında tutan (kahhar olan)
Allah mı? Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah
bunlara dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır.
O kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru
din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”1




1 4 Nisa/142
2 2 Bakara/9
3 İmam Ahmed, Müsned’inde Ubade bin es-Samit’ten radıyallahu anhu rivayet
etmiştir. Hadis no: 22704.
4 Ed-Dureru’s-Seniyye fi’l-Ecvibeti’n-Necdiyye, 1/145





“Yoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine
dinden şeriat yapan ortakları mı vardır? Eğer ayırdedici söz olmasaydı,
muhakkak aralarında hüküm olunmuştu bile.”2
Bu kıyas, şirkin Tevhid’e ve küfrün imana kıyaslanması
türündendir. Bu, bilmeden Allah hakkında konuşmak, onun
dinine iftirada bulunmak, Allah’a yalan atfetmek, O’nun ayetleri
konusunda inkarda bulunmak ve hakkı batılla, nuru ise karanlıkla
karıştırmaktır.
Şûra; rabbanî bir yöntem ve sistemdir… Demokrasi ise,
heva ve isteklerle karışmış ve beşer tarafından ortaya konmuş bir
sistemdir.
Şûra; Allahu Teala’nın emirlerinden, dininden ve hükmündendir…
Demokrasi ise, Allahu Teala’nın şeriatını ve dinini
inkar, hükmüne muhalefettir.
Şura, hakkında nassın bulunmadığı konularda yapılır.
Nassın bulunması halinde meseleye şûraya taşınmadan uygulanır.
Allahu Teala şöyle buyurur:
“Allah ve Rasulü bir şeye hükmettiği zaman, iman etmiş
olan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz.
Allah'a ve Rasul’e baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış
olur.”3




1 12 Yusuf/39-40
2 42 Şura/21
3 33 Ahzab/36





Demokrasi ise, Allahu Teala’nın hükümlerine itibar etmez,
onları küçümser, bütün konularda anayasaya ve halkın hükümlerine itibar eder.1 Onlar bunu, anayasalarında şöyle belirtirler:
“Egemenlik kayıtsız, şartsız halkındır.”
Demokrasi, halkı en üst otorite olarak kabul eder. Bu, çoğunluğun
hükmü ve çoğunluğun dinidir. Onlara helal ve haramları
belirleyen; halkın çoğunluğudur. Dolayısıyla demokrasinin ilahı
ve Rabbi çoğunluktur…
Şûraya gelince, şûrada halk Allah’ı, Rasulü’nü sonra da
Müslümanların imamını dinleyip itaat etmekle mükelleftir. İmam
çoğunluğun görüşüne ve hükmüne uymak mecburiyetinde değildir.
İmam herhangi bir günahı emretmediği sürece, çoğunluk
imamı dinleyip itaat etmekle yükümlüdür.2
Demokrasinin mizanı ve ilahı çoğunluktur. Çoğunluk, bütün
otoritelerin kaynağıdır. Şûraya gelince, çoğunluğun hiç bir
etkisi ya da mizanı yoktur. Allahu Teala, Kitabı’nda çoğunluk
hakkında açık bir şekilde şu hükmü verir:
“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni
Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi
olmaz, yalandan başka (söz) de söylemezler.”3
“Sen (iman etmelerine) düşkün olsan bile yine de insanların
çoğu iman edecek değillerdir.”4
“İnsanların birçoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkar
etmektedirler.”5





1 Kafir Batı demokrasilerinde durum böyledir. Kafir Arap demokrasilerinde ise,
ilk ve son itibar edilen kimse Kral, Melik, yönetici ya da Cumhurbaşkanıdır.
Onun onaylaması olmadan halkın sözünün ya da Millet Meclisinin üyelerinin bir
değeri yoktur. Nasıl isterse ve ne zaman isterse ona izin verir ve onunla oynar.
2 Dikkat et… Bu hüküm, Allah düşmanlarına karşı düşmanlık yapan ve Allah’ın
şeriatıyla hükmeden Müslüman yöneticiler (İmam veya Halife) hakkındadır.
Yahudi ve Hristiyanların dostları olan mürted yöneticiler hakkında değil.
3 6 En’am/116
4 12 Yusuf/103
5 30 Rum/8







“Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.”
1
“Şüphesiz Allah insanlar üzerinde ikram sahibidir. Lakin
insanların çoğu buna şükretmezler.”2
“Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların
çoğu (bunu) bilmezler.”3
“Yine de insanların çoğu, küfürden başkasını kabullenmediler.”
4
“Fakat insanların çoğu bilmezler.”5
Bu, Allahu Teala’nın kelamıdır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem de şöyle buyurur: “İnsan, deve sürüsü gibidir. Bazen
içlerinden, kendisi ile yolculuk yapılabilecek bir deve bulunmaz.”6
Buhari’de, Ebu Said el-Hudri’den Radıyallahu Anhu,
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir: “Aziz ve Celil olan Allah kıyamet günü: “Ey Adem”
der. Adem: “Ey Rabbimiz, emrine tekrar tekrar icabet ederim”
der. Bir ses ile kendisine: “Şüphesiz Allah sana zürriyetinden
cehenneme gidecekleri halk arasından seçip dışarı çıkarmanı
emrediyor” diye nida edilir. O da: “Ey Rabbim, cehenneme
gideceklerin miktarı ne kadardır?” diye sorar. Allahu Teala şöyle
buyurur: “Her bin kişiden dokuzyüz doksandokuzu.” İşte Allah,
Adem’e böyle buyurduğu zaman (bunun verdiği dehşetli korkudan)
gebe kadın çocuğunu düşürür, küçük çocuklar da ihtiyarlar.





1 12 Yusuf/106
2 2 Bakara/243
3 12 Yusuf/21
4 17 İsra/89
5 12 Yusuf/40
6 Buhari, Müslim ve diğerleri Abdullah bin Ömer’den Radıyallahu Anhuma
rivayet etmişlerdir.






⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯ DEMOKRASİ DİNDİR ⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯⎯
Ve sen o anda insanları sarhoş (olmuş gibi) görürsün. Halbuki
onlar sarhoş değildir. Fakat Allah’ın azabı pek çetindir.”
Bu nasslar, çoğunluğun sapıklık ve bozukluk üzere olduğunu
açıklamaktadır. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Hüküm ancak Allah’ındır.”1
Demokrasi ve demokratik kimseler, Allah’ın hükmüne ve
şeriatına teslim olmayı reddederler, onu düşman kabul ederler ve
“Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir” derler. Onlara tabi olanlara,
yollarını izleyenlere, sakallarını uzatsalar da, kendilerini İslam’a
nisbet etseler de demokrasi için tezahürat yapanlara yazıklar
olsun... Bunu burada söylüyorum, çünkü dünyada bunu duymalarını
ve yaptıklarından geri dönmelerini istiyorum. Bunu şimdi
işitmeleri, insanların, alemlerin Rabbi için diriltildikleri,
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem havuzuna yöneldikleri ve
meleklerin onların önünü kestikleri gün, o büyük yerde işitmelerinden
daha iyidir. O gün onlar hakkında denilir ki: “Senden
sonra bunlar (dini) değiştirdiler!" Bunun üzerine Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Dini benden sonra
değiştirenler rahmetten uzak olsun, rahmetten uzak olsun!”
Demokrasi, küfür ve inkar türbesinde doğmuş olan bir anlamdır.
Dini hayattan ayıran Avrupa’da, şirk ve fesat yurdunda
yetişmiştir. Bu kavram, iman terbiyesi ya da iman ve ihsan esası
ile ilgisi olmayan, bütün kötülüğün yaşandığı çevrede gelişmiştir.
Demokrasi zinaya, içkiye, nesli ifsad etmeye ve diğer gizli ve açık
bütün kötülüklere izin vermiştir. Dolayısıyla demokrasiyi üç kişi
değil ancak iki kişi savunur: Ya kafir bir demokrat ya da bütün
anlam ve içeriğiyle cahil ve sefil durumda olan kimseler…
Günümüzde ıstılahlar karışmış ve zıtlar birbiri ile birleştirilmiştir.
Dolayısıyla bu tür küfür akımlarının, şeytanın dostları
tarafından propaganda yapılması garip değildir.



1 12 Yusuf/40 ve 67




Garip olan, kendisini İslam’a nisbet eden ve ona bağlı olduğunu savunan
birçok kimsenin demokrasiyi meşrulaştırması ve insanları ona
teşvik etmesidir. Halbuki daha dün insanları sosyalizm ile kandırdıklarında,
“İslam sosyalizmi”ni çıkarmışlar, ondan önce ise
kavmiyetçilik ve Arapçılık ile ortaya çıkmışlar. Bunları topluluklarına
kabul ettirmişler ve onu İslam’la birleştirmeye çalışmışlardı.
Bugün ise aynı kişiler, demokrasinin ürünü olan anayasalarına
uyuyor ve gerek demokrasiyi ve gerekse de demokrasinin bir
takım kavramlarını İslam ile birleştirmeye çalışıyor. Bütün bunları
yaparken, kendilerinin hak üzere olduğunu düşünmektedirler.
Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi kimse yoktur. Bunun sebebi,
ilim ve Rabbani alimlerin kaybolması, işin ehil olmayan kimselere
bırakılması ve sahanın diledikleri gibi çalıp oynayan rezillere
kalmasıdır...
İlim ve alimlere yazık... Din’e ve samimi, rabbani davetçilere
yazık… Vallahi günümüzde bunlar, daha önce hiç olmadığı
kadar gariptirler. Bugün halkın sadece avamı değil, İslam’a bağlı
olduğunu iddia eden kişilerin de çoğu “La İlahe İllallah”ın anlamını
düşünmüyorlar. Bu kelimenin gereklerini ve onu ortadan
kaldıran şeyleri ve şartlarını bilmiyorlar. Üstelik onların çoğu, asrın
şirki olan demokrasi ve onun araçlarına bulaşmış olmalarına
rağmen kendilerinin muvahhid olduklarını, Tevhid’e çağıran birer
davetçi olduklarını iddia ediyorlar. Onlara tavsiyemiz şudur:
Nefislerinize bir bakın ve “La İlahe İllallah”ın hakikatini öğrenmeye
çalışın. O, Allahu Teala’nın, öğrenilmesi için Ademoğluna
emrettiği ilk şeydir. Abdesti ve namazı bozan şeylerden önce,
Tevhid’in şartlarını ve onu bozan şeyleri öğrenmeleri gerekir.
Çünkü Tevhid’i bozan kimsenin abdesti de, namazı da geçerli
değildir…
Bu bölümü, Allame Ahmed Şakir’in Rahimehullah şu sözleriyle
tamamlamak isterim: “..İş konusunda onlara danış” ayeti ile
“Onların işleri aralarında şûra iledir” ayetini bu asırda, bazı bilginler
ve başkaları saptırmak ve çığırından çıkarmak için oyuncak
yapmışlardır. Batılıların iddia ettikleri anayasal sistemlerine benzer
bir sistem olduğunu göstermek ve “Demokratik sistem” adını
verdikleri sistemle halkı aldatmak isterler. Bu oyuncular, bu iki
ayetten ortaya bir slogan çıkardılar; onunla Müslüman halkları
veya Müslüman adını taşıyan kitleleri aldatıyorlar. Hak için olan
bir sözü batıl amaçla kullanıyorlar. “İslam’ın şûrayı emrettiği” ve
buna benzer sözler söylüyorlar.
Gercekten İslam şurayı emreder. Ama İslam, hangi şurayı
emretmektedir? Allahu Teala, Rasulü’ne “..İş hakkında onlara
danış, karar verdin mi Allah'a tevekkül et. Doğrusu Allah güvenenleri
sever”1 buyurmaktadır. Ayetin anlamı açık olup açıklamaya
veya te’vile ihtiyaç yoktur. Bu emir, Rasulullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem ve ondan sonraki ulü’l-emrler içindir. Manası ise, içtihad
yapılabilecek meselelerde, akıl ve bilgi sahibi olarak gördüğü
kişilerin görüş ve düşüncelerine başvurulması, sonra bunlardan
hak ve doğru olarak görülenin seçilmesi ve daha sonra da azınlık
veya çoğunluğun görüşüne bağımlı olmadan karar verilmesidir.
Karar verildiği zaman ise Allah’a tevekkül edilir ve uygun görülen
ile amel edilir.
Delil gerektirmeyen açık şeylerden biri de Rasulullah’ın
Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ondan sonra işbaşına gelen yöneticilerin,
kendileri ile istişare yapmaları emredilen kişilerin; Allahu
Teala’nın hududunu gözeten, Allahu Teala’dan korkan, namazı
kılan, zekatı veren, Allah yolunda cihad eden ve Rasulullah’ın
Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Ey akıl ve bilgi sahipleri, bana yakın
olun” dediği2 salihler olduğu meselesidir. Yoksa kendileri ile
istişare edilecek olanlar inkarcı dinsizler, Allahu Teala’nın dinine
savaş açanlar, münkeri işlemekten sakınmayan facirler, Allah’ın şeriatına aykırı olan ve O’nun dinini yıkan kanunlar ortaya koyma
yetkisine sahip olduğunu iddia edenler değildir. Kafirinden,
fasık olanına kadar bunların yeri, kendileri ile istişare etmek ve
görüş alışverişi yapmak değil; ya kılıç, ya da kamçıdır.





1 3 Ali İmran/159
2 Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sözü namaz kıldıracağı bir esnada,
bilgi ve akıl sahiplerinin kendisine yakın saflarda bulunmasını emrettiği esnada
söylemiştir. (Çeviren)





Şûra Suresi’ndeki ayet de aynen Al-i İmran Suresi’ndeki
ayet gibi açıktır. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“Rabb'lerinin çağrısına gelirler, namaz kılarlar. Onların işleri
aralarında şûra iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için
harcarlar.”1
Bu ayet yönetim ve devlet işlerine mahsus olmayıp Rablerine
itaat eden ve O’na bağlı yaşayan mü’minlerin ahlakı ile
ilgilidir. Bunların ahlak özelliklerinden biri, bütün işlerinde yardımlaşma
ve dayanışma halinde olmaları maksadı ile umumi ve
hususi işlerinde istişare ile hareket etmelerinin olduğu belirtilir.
Konu geniştir. Söylediklerimiz, Allah’ın izni ile ibret ve öğüt almak
için yeterlidir.”2




1 42 Şûra/38
2 Ahmed Şakir, Umdetu’t-Tefsir, Muhtasaru Tefsiri İbn-i Kesir, 3/64-65
Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.(Şehid İnşaAllah Malcolm x-Malik El Şahbaz)

Sizi rahatsız etmeye geldim!
Bunu ilk beğenen sen ol.
General
RE: Demokrasi Bir Dindir!
DÖRDÜNCÜ ŞÜPHE
RASULULLAH’IN SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM
HILFU’L-FUDUL’A KATILMASI







Bazı sefil kimseler, kendisine peygamberlik gelmeden önce
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Hılfu’l-Fudul” isimli
ittifaka katılmasını, parlamentoların meşruluğu hakkında delil
olarak kullanmaktadır.
Buna karşılık biz deriz ki:
Bunu delil olarak kullanan kimse, ya Hılfu’l-Fudul’ü bilmiyor,
bilmediği şeyi ortaya koyuyor ve konuşuyordur ya da
gerçeği biliyor ama insanların gözünde nuru karanlıkla ve şirki
İslam’la karıştırmak için bunu yapıyordur… Çünkü Hılfu’l-Fudul,
İbn-i İshak’ın Siyer’inde ve İbn-i Kesir1 ile Kurtubi’nin tefsirlerinde2
açıklandığı gibi, Abdullah bin Cud’an’ın evinde Kureyş’ten
bazı kabilelerin toplanması ve Mekke’de ne kendilerinden ne de
başkalarından bir mazlumun kalmaması, mazlum varsa, hakkı
zalimden alınancaya kadar çabalamaları üzerine ittifak etmelerinden
ibarettir. Kureyş, bunu Hılfu’l-Fudul (Faziletli insanların
ittifakı) yani “Hılfu’l-Fadail” olarak isimlendirmiştir.
İbn-i Kesir Rahimehullah şöyle der: “Hılfu’l-Fudul, Araplar
arasında işitilmiş olan en şerefli anlaşmaydı. Bu konuda ilk konuşan
ve buna çağıran kimse, Zübeyr ibn-i Abdulmuttalip oldu.
Nedeni ise, Zübeyd’den bir adamın bazı mallarla Mekke’ye gelmesi,
bu malları As bin Vail’in satın alması ancak adamın hakkını
vermemesiydi. Zübeydli adam müttefiklerinden bazılarını yardıma
çağırmış, ancak onlar As bin Vail’e karşı ona yardım etmekten
kaçınmışlar ve Zübeydli adamı azarlamışlardı. Zübeydli adam bu
haksızlığı görünce, Ebu Kubeys dağına çıkmış ve güneşin doğması esnasında Kabe’nin çevresindeki meclislerine toplanmış olan
Kureyşlilere şöyle bağırmıştı:
Ey Fihroğulları gelin mazlumun mallarını kurtarmaya.
Evimden ve adamlarımdan uzağım, Mekke’nin ortasında.





1 El-Bidaye ve’n-Nihaye, 2/291
2 El-Cami li Ahkâmi’l-Kur’an, 6/33, 1/169





Saçı birbirine karışmış ve umresini bitirmemiş olan bu ihramlı kişi,
Ey adamlar! Hicr ve Hacer arasındaki,
Haram, ölü olan kimse içindir şerefi...
Haram bilmez, ihanetkar ve facir bir giysi..
Bunun üzerine Zübeyr bin Abdulmuttalip ayağa kalktı ve:
“Onu böyle bırakmayacağım” dedi. Haşim, Zühre ve Teym bin
Murre, Abdullah bin Cud’an’ın evinde toplandılar. Abdullah bin
Cud’an onlara bir yemek yaptı ve haram aylardan Zi’l-Ka’de
ayında, hakkını verinceye dek, zalime karşı mazlumla birlikte tek
bir el olacaklarına dair Allah üzerine yemin ettiler. Ta ki deniz
Sofa’yı kaplamadıkça, Sübeyr ve Hira1 Dağları yerlerinden ayrılmadıkça
bu ittifaktan vazgeçmeyeceklerine dair birbirlerine söz
verdiler. Kureyş bu nedenle bu ittifakı, Hılfu’l-Fudul diye isimlendirdi.
Sonra As bin Vail’e gittiler, ondan Zübeydlinin malını aldılar
ve adama iade ettiler. Kasım bin Sabit, Garibu’l-Hadis’te der ki:
“Has’am’dan bir adam Mekke’ye hac (ya da umre) için gelmişti.
Beraberinde Katule ismindeki kızı vardı. Kız, dünya kadınlarının
en güzellerindendi. Nübeyh bin el-Haccac kızı adamın elinden
aldı. Has’am’lı dedi ki: “Bu adama karşı kim bana yardım edecek?”
Ona: “Hılfu’l-Fudul’a git” denildi. Adam Ka’be’ye gitti ve:
“Ey Hılfu’l-Fudul!” diye bağırdı. Her taraftan ona doğru insanlar
geldi ve: “Sana ne oldu?” dediler. Adam: “Nübeyh kızım konusunda
bana zulmetti, onu benden zorla aldı” dedi. Onunla birlikte,
Nübeyh’in evinin kapısına kadar yürüdüler. Nübeyh onların
karşısına çıktı. Ona: “Yazıklar olsun sana, kızı çıkar!



1 Mekke’deki dağların adı.





Bizim kim olduğumuzu ve ne üzerine anlaştığımızı biliyorsun” dediler.
Nübeyh: “Tamam, ancak bu gece ondan faydalanmama izin
verin” dedi. Onlar “Hayır, devenin sağılacağı vakit kadar dahi
olsa sana izin vermeyiz” dediler. Bunun üzerine kızı çıkardı ve
babasına teslim etti. Zübeyr, Hılfu’l-Fudul hakkında şöyle der:
Üstün kimseler anlaştılar, yeminleştiler
Mekke’nin ortasında zalim kalmayacak.
Onlar hakkında anlaşıldı, söz verildi
Aralarındaki komşu ve muhtaç kimseler salim olacak.”1
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem, hakkında “Abdullah
bin Cud’an’ın evinde bir ittifağa tanıklık ettim. Kızıl2 develerimin
olmasını ona tercih etmem. İslam’da da o topluluğa çağrılsam
kabul ederim” buyurduğu ve parlamentonun meşruluğunu
savunan insanların delil olarak kullandıkları Hılfu’l-Fudul, bu
anlatmış olduğumuz hedefler üzerine kurulmuş olan bir ittifaktır.
Humeydi şöyle der: “Hakların ehline dönmesi için ve zalimin
mazluma zulmetmesini engellemek için yapılan bir ittifaktır.”
Hılfu’l-Fudul’u, parlamentonun meşruluğu hakkında delil
olarak kullanan kimselere şunları sorarız:
Bu ittifak ve ittifağın içermiş olduğu faziletler ile, iblisin
anayasasına uygun biçimde kanunlar belirlemek için meclise
girmeye izin vermenin delalet yönü nedir ey sözde fakih olan
reziller! Bu tür iddialar ile şirk parlamentolarına katılan, Allahu
Teala’nın düşmanlarını ve bu düşmanların küfürlerini dost edinen
bu kimseler, Allah’ın dinine ve dostlarına karşı savaş açan
tağutlara dost ve küfür kanunlarına bağlı kalacağına yemin ederek
bu meclislerdeki görevlerine başlamaktadırlar.




1 Hafız İbn-i Kesir’in el-Bidaye ve’n-Nihaye’sinden.
2 Araplara göre devenin en iyi türleri, kızıl develerdir.





Hılfu’l-Fudul’da ise, Allah’ın dini dışında bir dine saygı,
Allahu Teala’nın izin vermediği konularda kanun koyma, şirk ya
da küfür bulunmamaktaydı.
Eğer Hılfu’l-Fudul’da da bu tür şirk ve küfür olan bir takım
şeylerin olduğu iddia edilirse, bu durumda Rasulullah’ın
Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah’ın dini dışında bir dine tabi olduğu
söylenmiş olur. Zira Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem İslam’da
da çağrılsa bu ittifaka katılacağını belirtmektedir. Böyle bir şeyi
iddia eden ise, şüphesiz küfre girmiş ve dinden çıkmış olur.
Bu ittifaka katılmak için Lat, Uzza ve üçüncüleri olan
Menat’a, Kureyş’in küfür dinine, putlarına ve cahiliyesine bağlı
kalınacağına ve saygı gösterileceğine dair yemin şartı var mıydı?
Eğer böyle bir yemin şart olsaydı, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem bu ittifakı över veya İslam’da da çağrılsa katılacağını söyler
miydi?
Cevap verin heva ehli!
Eğer, “Evet, onun çağrısına icabet eder ve katılırdı” derlerse,
ümmet onlardan uzak olur ve insanlar onların küfrüne şahit
olur… Eğer, “Hayır, bundan Rasulullah’ı tenzih ederiz” derlerse,
onlara şunu söyleriz: O zaman bu sapıklığı ve safsataları bırakın!...
Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.(Şehid İnşaAllah Malcolm x-Malik El Şahbaz)

Sizi rahatsız etmeye geldim!
Bunu ilk beğenen sen ol.
Kıdemli Üye
RE: Demokrasi Bir Dindir!
Kuran merkezli demokrasi anlayışı din olamaz , kuransız demokrasi din olur , Allah belli temelleri vermiştir ayetlerinde , diğer meselelerde de insanlar kurana aykırı olmadan yeni şeyler türetebilirler , islam dini aslen özgürlük dinidir zaten , temeller kuranda ve kişiler diğer meselelerde kurandaki temellere aykırı olmadan özgürce yaşarlar .
Bunu ilk beğenen sen ol.
General
RE: Demokrasi Bir Dindir!
insanların yaşam tarzlarını belirleyen şey dindir, dolayısıyla bu dinin belirleyicisi olan hüküm koyucu da İlahtır. Allahın koyduğu hükümlerle çelişmeyecek demokratik ögeler İslam toplumunda bulunabilir, fakat Allaha itaati bozan her şey saptırıcıdır ve yeni bir dine götürür.
Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.(Şehid İnşaAllah Malcolm x-Malik El Şahbaz)

Sizi rahatsız etmeye geldim!
Bunu ilk beğenen sen ol.

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren İslami Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.