You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Tütün diye nesne geldi cihâna...

Tütün diye nesne geldi cihâna...

Profesör
Tütün diye nesne geldi cihâna...
Kristof Kolomb, yalnızca Amerika kıtasını bulmadı; tütünü de dünya ile tanıştırdı. Antil Denizi’ndeki bir ada yerlilerinin tüttürdüğü ve tobako dediği ota, kendisi ve adamları da dadandı. Bu adaya Tobago dediler. Portekizliler, tiryakisi oldukları otu da, yanlarında Avrupa’ya götürdüler. Dünya, bu yeni keyif verici maddenin mahkûmu oldu.

ŞARK TÜTÜNÜ DÜNYAYI GEZİYOR
Patlıcangillerden ilmî adı nikotiana olan ve şifalı zannedilen ot, 1550’lerde Osmanlı ülkesine de girdi. Sultan III. Murad’ın, Polonya Kralı’na gönderdiği hediyeler arasında kurutulmuş tütün yaprakları da vardı. İlk defa 1583’te Milas’ta ekildi. Halk arasında süratle yayıldı. Cinsine göre tömbekide veya çubukta yakılır, enfiye gibi burna çekilir yahud ağızda çiğnenirdi. Tarihçi Peçevî, bu modayı uzun anlatır: “Tütünü İstanbul’a 1600 yılında İngilizler getirdi. Şifalı diye sattılar. Önce ehli keyf, sonra herkes kullandı. Ulema ve rical bile mübtelası oldu. Hakkında şiirler yazıldı. Kahvehanelerde göz gözü görmez oldu. Kokusu elbiselere sindi. Ayak takımı sokakta tütün içip dumanını insanların yüzüne üflerdi. Bu sebeple kavgalar çıkardı. Külleri etrafı kirletirdi. Yangınlara sebep olurdu” der.
Sultan I. Ahmed, halkın işinden geri kalmasına sebebiyet veren “tabaga”nın ekilmesini, satılmasını ve içilmesini 1609’da yasakladı. Fermanda, içmeye devam edenlerin çubuğunun burnuna sokulup teşhir edileceği de yazılıydı. Yasağın bir sebebi de tütünün ilaçlanmasında kullanıldığı için balmumu fiyatının olabildiğine artmasıydı. Halk yasağı dinlemedi. Fermanlar birbirini izledi. Tâ ki Sultan IV. Murad padişah oluncaya dek. 1633’te Cibâli’deki bir kayıkta uyuyakalan tiryakinin çubuğunun devrilmesi neticesi yangın çıktı. 20 bin ev yandı. 50 bin kişi sokakta kaldı. Bunun üzerine celâlli padişah tütün yasağını sert tatbik etti. Kahvehaneleri yıktırdı. Tebdil gezip, tütün içerken yakaladıklarını bizzat öldürttü. Böylece 20 bin kişinin öldürüldüğü söylenir. Tütmekten gelen tütün adı da bu sırada verildi.
Sultan IV. Mehmed tahta çıktıktan sonra, kendisi de tütün tiryakisi olan Şeyhülislâm Bahaî Efendi’nin fetvâsıyla 1649’da tütün yasağı kalktı. Artık 41 kazâda ekiliyor, 10 bin kişi geçimini bundan temin ediyordu. Yenice, İskeçe, Bitlis ve Şemdinan tütünü başta gelmek üzere “Şark Tütünü” dünyada meşhur oldu. 1688’de devlet tütüne vergi koydu. Bunun üzerine kaçakçılık başladı. Devlet de vergiyi düşürdü. Tütünün dinî hükmü mevzusunda münakaşalar da o zaman başladı. Osmanlı âlimlerinden bazısı haram, bazısı mekruh, bazısı mubah dedi. Haskefî, Şernbülâlî, Hâdimî, Kalyubî, Bursevî gibi haram diyenler, “Resulullah, her sarhoş edici ve bedeni gevşeticinin içilmesini yasakladı” hadisine dayanıp, gevşetici, zararlı, kötü kokulu ve israf olduğu için tütüne karşı çıkıyordu. İbni Hacer, İmadî, İsmail Nablüsî ve İbni Âbidin gibi mekruh diyenler de çiğ soğan ve sarımsağa kıyas etti. İbni Nüceym ise, delil olmayınca, hüküm verilmez dedi. Hanefîlerden Abdülgani Nablüsî ve Mâlikîlerden Ali Echûrî, tütünün mubah olduğuna dair birer risale yazdılar.

“EMİRİN HANGİ EMRİ TUTULUR?”
İbni Abidin, bazı ulemânın tütüne haram demesini, padişahın yasak edişine bağlar. Nitekim emîr, mübahları emreder veya yasaklarsa, uymak vâcib olur. Eğer emîr zâlim ise, kendisini tehlikeye atmamak için; âdil ise, maslahat sebebiyle uyulur. Âdil emîr bir mübahı emreder veya yasaklarsa, umumun menfaati için yapar. Meselâ yangın çıkmasın diye tütün içilmesini, sâri hastalık sebebiyle koyun eti yenilmesini yasaklayabilir. Pahalılık sebebiyle, ihtiyaç maddelerine narh koyabilir; barut gibi kritik maddelerin yurt dışına ihracını yasaklayabilir. Çok kadınla evliliği, kadın sayısı az olduğu zaman yasaklayabilir; çok olduğu zaman emredebilir. Tatarhaniye’de “Vebâ veya benzeri sebeple emîr birkaç gün oruç tutulmasını emrederse, tutmak vâcib olur” der. Ama “Kimse mavi giymeyecek” diye keyfî emir verse veya kötülüğü emrederse, uymak vâcib olmaz; ama bu sebeple zarar verecek olursa, kendisini tehlikeye atmamak için uymak vâcib olur. Abdülgani Nablüsî biraz alaylı olarak der ki: “Keşke bilseydim, padişahın iki emrinden hangisi tutulur? Halka tütünü yasaklayan emri mi, tütünden vergi alma emri mi? Çünkü vergi alması, hakikatte onu kullanmaya dair bir emirdir. Âyet-i kerimede itaati emredilen veliyyülemr, âlimlerdir.” Nesefî de der ki: “Bir yerde halife yoksa, beldenin âlimi ve vekilleri halife yerine geçer.”
Tütün muhaliflerinden biri demiş ki: Tütün diye nesne geldi cihâna/Hak nasib etmesin ehl-i İslâma/Tütsü yakar çıksın diye imâna. Tiryakiler geri durur mu? Alın işte: Tütüne haram demiş birkaç nâdân-u ahmak/Neden haram olsun, o da bir yeşil yaprak/Mısır’da fetvâsın verdi
allâme Altıparmak/Haram diyenin başına vurunuz üç-beş tokmak. Neticede tütün ulemâdan padişaha, dervişden şeyhe kadar yayıldı. Sigara ile tütünün hükmü aynı mı değil mi, bir yana, tiryakiler, “Helâlse içiyorum, haramsa yakıyorum” dediler. Tiryakiye demişler: Dağıt bu duhânın bulutun sabır yeliyle/Aklın güneşine hâil oldu, kerem eyle. (Akıl güneşine perde olan şu duman bulutunu, sabır rüzgârıyla dağıt!). O da cevap vermiş: Lezzet ü ta’mı duhânın, şehd ile şekerde yok. (Tütünün tadı bal ile şekerde bile yok!)



Zararı var mı?
-Birader tabakan var mı?
-Var.
-Bir içimlik tütün verir misin?
-Veririm.
-Kâğıdın var mı?
-Var. Al.
-Ateşin var mı?
-Var. Buyur.
-Birader tütün zararlı diyorlar, sen ne dersin?
-Tabaka elden, kâğıt elden, ateş elden olduktan sonra ne zararı olacak?

Ekrem Buğra EKİNCİ
.
Bunu ilk beğenen sen ol.

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren İslami Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.