You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

TASAVVUF RİSALESİ

Profesör
RE: TASAVVUF RİSALESİ
El-Muvafakat ve el-İ’tisam adlı eserlerin sahibi meşhur Maliki fakih ve muhaddisi Ebu İshak eş-Şatıbi (Rahimehullah), Gırnata alimleri arasında bu meselede başgösteren ihtilafi, Fas’ta bulunan meşhur mutasavvıf Ebu Abdillah en-Nefzi’ye bir mektupla bildirmiş ve cevap istemistir. Adı geçen şeyhin cevabı kısaca ve mana olarak şöyledir:


Allah’a giden yolda kendisine başvurulan şeyhler iki kısımdır:

1)Ta’lim şeyhi,
2) Terbiye şeyhi.

“Terbiye şeyhine bağlanmak, bu yolun yolcusu olan herkese zaruri değildir. Akli melekelerini gereği gibi kullanamayan ve nefsine güç yetiremeyen kimseler ancak böyle bir şeyhe muhtaçtırlar.

Çünkü böyle kimselerin nefisleri pek çok perde ile perdelidir ve onlar bu perdeleri, terbiye şeyhine bağlanmadan kendi başlarına kaldıramazlar. Bunlar, müzmin hastalıklara yakalanmış kimseler gibidirler.

Bu sebeple de kendilerini tedavi edecek mahir ve mütehassıs doktorlara muhtaçtırlar.

Akil melekelerini gereği gibi kullanan ve nefsine tam anlamıyla hakim olan kimseler için ise böyle bir şeyhe bağlanmak lazım değildir.

Çünkü böyle kimseler, terbiye şeyhinin kişiyi yönlendirdiği şeyleri kendi başlarına yapabilirler.


“Bu yolda bir terbiye şeyhine itimad edip dayanmak, sonraki devirlerde yaşamış Tasavvuf imamlarının yoludur.

Bir talim şeyhine itimad edip dayanmak ise evvelki asırlarda yaşamış olan Tasavvuf imamlarının yoludur.

Bu söylediğimiz, onların kitaplarında açıkça görülmektedir. Haris-i Muhasibi, Ebu Talib-i Mekki (Kaddesellahu Esrarehum) ve daha başkalarının eserleri buna örnektir.

Zira bunlar, kitaplarında, mutasavvıfların ilimlerinin usul ve furü’unu zikrettikleri halde, daha sonraki devirlerde yaşamış olan Tasavvuf imamlarının belirttiği şekilde bir terbiye şeyhine bağlanmanın gerekli olduğunu söylememişlerdir.

Özellikle de Şeyh Ebu Talib böyledir. Onların böyle birşey zikretmemiş olması, seyr-u sülük yolunda bir terbiye şeyhine bağlanmanın şart ve gerekli olmadığının delilidir.

“Saliklerin ekseriyetinin tuttuğu yol budur ve bu, önceki dönemlerde yaşamış olan Selefin haline daha çok benzemektedir.

Zira onların bir terbiye şeyhine bağlandıkları ve talebelerin terbiye edici şeyhe bağlandığı gibi onların da bir tek şeyhi iltizam ettiği nakledilmiş değildir.

Onlar ilimleri ve ıslah-ı hali, birçok şeyhden sohbet yoluyla ve birbirleriyle kardeşlik ilişkisi kurarak alırlardı...

“Ehl-i Tasavvufun kitaplarına gelince, bu kitaplar ta’lim şeyhi mesabesindedir.

Çünkü bunlardan istifade edebilmek, müelliflerinin ilim ve marifet ehli olduğuna inanmakla ve kendisine uymanın sahih olduğu kimselerden olduğuna itikad etmekle olur...

“Eğer bir kimsenin bu kitaplardan elde ettiği bilgi ve istifade, Şeriat’in zahirine açık bir şekilde muvafık ise, kişi bu kitaplardan öğrendikleri ile yetinir. Yoksa o kişinin bir talim şeyhine müracaat etmesi zaruridir. (Abdülfettah Ebu Gudde ‘nin, Haris el-Muhasibinin Risaletu‘t Müslerşidin adlı eserine yazdığı dipnotlardan, s. 40-41)
"Ey Sevgili!..
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni!..
Bunu ilk beğenen sen ol.
Profesör
RE: TASAVVUF RİSALESİ
Burada verilen cevabın, insanların durumu ile sıkı sıkıya irtibatlı olduğu görülmektedir. Günümüzde toplumun arzettiği durum, her alanda görülen ahlaki çöküntü ve yozlaşma, fısk ve fiicurun, günah ve isyanın kol gezdiği bu fitne ortamında insanın kendi kendine doğru yolu bulması, nefsini kendi çabasıyla ıslah etmesi ve ahlakını kendi gayretiyle düzeltmesi ne kadar mümkün olabilir?

Bu sebeple yukarıdaki cevabın, sorunun sorulduğu devrin şartları dikkate alınarak verilmiş bir cevap olarak değerlendirilmesi gerekir.

Yoksa zamanımızdaki acizler talim şeyhi değil, terbiye şeyhi ile bile yol bulamazken ya mürşidsiz Allah-u Teala’ya kavuşmamız nasıl düşünülebilir.

Risale-i Kudsiyye sahibi Büyük Şeyh Efendi Mustafa İsmet Garibullah (Kuddise Sırruhu) bu hakikati şu beyitleriyle ne güzel açıklamıştır:



“Şerait mahzeninden bunca insan,

Hüda’ya vasıl oldu buldu meydan.
Veli gayet kati müşkildir ey can!
Ki mürşidsiz bu sırra ola şayan.
Hemen mürşid bulup Hakk’a gidelim,
CemMi ba kemalee seyr idelim.”


Şeriat hazinesineden bu kadar insan Allah-u Teala’ya ulaştı. Darlıktan çıkıp genişlik buldu.

Velakin ey canım kardeşim! Mürşidsiz Mevla Teala’ya vasıl olma sırrına layık olmak son derece güçtür.



“İmam-ı Ahmedü’l-Faruk meşhur.

Bu sırrı faşe ol zat oldu mecbur.
Ki mürşidsiz fena fizzikr olur nur,
Fena fillah didi mümkin değildir.
Aziz mürşid görüp Hakk’a gidelim,
Cemali ba kemale seyr idelim.”


Bu Zat (İmam-ı Rabbani Hazretleri), mürşidsiz Allah’a kavuşulmayacağının sırrını açıklamaya mecbur oldu.
Yani insaniyeti Mevla’ya kavuşma sırrını gizlemeye müsaade etmedi. “Bu insanlar dünyaya bir daha gelmeyecekler, bari boş dönmesinler” diye düşündü, bu sırrı şu şekilde ifşa etti.

“Bir kimse mürşidsiz zikre çalışsa fena fizzikr olur anma fena fillah bulması mümkün değildir.”

Zikr ede ede yaptığı zikirde eriyip gider, fakat zikr ettiği Mevla’da fani olamaz.
"Ey Sevgili!..
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni!..
Bunu ilk beğenen sen ol.
Profesör
RE: TASAVVUF RİSALESİ
Çü sıddıktan dahi ashabdan ea’lem,
Cihanda bir veli var mı muazzem?
Yine talime muhtaç oldular hem.
Tarikat talim itti Şems-i Alem.
Bu kafi bir delil Hakk’a gidelim,
Cemali ba kemaleseyr idelim.




Ebubekr-i Sıddık(Radıyallahu Anh) dan ve ashab-ı kiramdan daha alim, daha muazzam bir veli var mı cihanda? Yok! Böyle iken yine tarikat öğretilmeye muhtaç oldular. Bütün alemin güneşi olan Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlara tarikatı öğretti.
Bu yeterli bir delildir. Delile uyup Mevla Teala’ya kavuşalım. Kemal sahibi Cemali seyredelim.



“Usül-i Aşere şerhinde bu mezkür,
Ki yazdı İsmail Hakkı meşhur.
Nazar kıl anda tafsil oldu mesdür.
Buyurdu, dinle icmal olma menfur.
Yorulma böyle gel Hakk’a gidelim,
Cemali ba kemale seyr idelim.”


“Usul-i Aşere” Necmüddin-i Kübra (Kuddise Sırruhu) nun eseridir. Bursalı İsmail Hakkı Hazretleri onu şerhetmiştir.

O kitapta zikredilen on makam şunlardır:

1 -Tevbe,
2 -Zülid,
3 -Tevekkül,
4-Kanaat,
5 -Uzlet,
6 -Mülazemetü’z-Zikr (zikre devam),
7 -Et-Teveccüh ilallah (Allah-u Teala’ya yönelmek),
8 -Sabır,
9 -Murakabe,
10 -Rıza.

O kitaba bak! Onda tafsil üzere yazılmıştır. İsmail Hakkı Hazretlerinin kısaca buyurduğunu dinle, nefret olunmuş olma.

Tarikata inanmazsan nefret olunursun. Mevla Teala senden nefret eder. Sen böyle nefret olunmuş kimse olma.
Mürşidsiz kendi başına yorulma gel Hakk’a gidelim.
"Ey Sevgili!..
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni!..
Bunu ilk beğenen sen ol.
Profesör
RE: TASAVVUF RİSALESİ
Meal e’mali zahirle bir insan,

Gece gündüz ibadet etse her an,
Oruç tutsa dahi çok hayr-u ihsan,
Bulur vuslat sene dört yüzde ey can!
Aman mürşid bulup Hakk’a gidelim,
Cemali ba kemale seyr idelim.


Netice, ey canım kardeşim! Bir insan gece gündüz ibadet etse, oruç tutsa, çok hayır ve iyilikte bulunsa, o bu şekilde sadece zahir amellerde bulunan kimse dört yüz senede ancak vuslatı bulur (Allah-u Teala’ya kavuşur).

Evvelki ümmetler çok yaşardı. Onlar dörtyüz sene çalışır ancak Allah’a ulaşırlardı. Ama rabıta ile iş öyle değildir. Rabıta insanı hemen Allah’a ulaştırır.

Bizim ümmetin ömrü kısa. Bu zamanda dörtyüz sene zaten yaşayacak değiliz. Niye inad ediyoruz? Allah’a kavuşmak için yol yakın. 0 halde hemen mürşid bulup Hakk’a gidelim.



“Çü gördüm bunca aşık, aşka düşdü.

Bila mürşid sanur ol Hakk’a düşdü.
Bu nefsin hilesi çok, faka düşdü.
Hicab tahtında kaldı daka düşdü.
Sana mürşid gerek Hakk’a gidelim,
Cemali ba kemale seyr idelim.”


Gördüm ki nice aşıklar Allah’a aşık oldular da mürşidsiz Hakk’a kavuştuğunu sandılar. Halbuki nefsin hilesi çok, o kişiler tuzağa düştüler. Bu nefsin elinden kurtulmak için sana mürşid gerekir.

Bir yabani elma veya armut kendi başına kırk sene dursa ehil olur mu? Olmaz. İlla aşılamayı bilen biri lazım. 0 kişi ehil bir meyveden bir çubuk alır, onu keser, yarar aşılama işini yapar.

Aynen bunun gibi sanki her insan da yabani bir elmadır. Her ne kadar İslam fıtratı üzere olsa da onu mürşid adam edecektir.

Bir güğüm kendi başına musluktan dolmaz. Güğümü sen musluğun altına koyacaksın ki dolacak. Yoksa musluk akar, durur. Güğüm de kırk sene ordan bakar.

Sütü aşlayınca yoğurt olur. Onun yağı kendi başına çıkar mı? İlla yayık olacak. İlla bir usta lazım. Eğer bir demir kendi başına keskin kılıç olursa biz de kendi başımıza evliya oluruz
"Ey Sevgili!..
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni!..
Bunu ilk beğenen sen ol.
Profesör
RE: TASAVVUF RİSALESİ
Terakki hem tenezzül fehmi es’ab,
Dahi güç fehm olur gurur-u i’cab,
Çün İblis karışur her sırra ahbab.
Gerektir mürşid-i ekmel ide bi hab.
Bu gafletten çıkıp Hakk’a gidelim,
Cemali ba kemale seyr idelim.


Ey Ahbap! İnsanın manen yükselip alçaldığını kendiliğinden anlaması çok zordur. Gurur, kibir ve kendini beğenmek gibi kötü huyları anlamak da güçtür.

Çünkü şeytan her sırra karışır. Onun için çok kamil bir mürşid bulmak lazımdır ki, seni uyandırsın.

Nitekim İmam-ı Gazali (Kuddise Sırruhu) şöyle buyurmuştur: “Abdest alıp namaza müsaid olan kimse uyacağı bir imama muhtaç olduğu gibi mürid de kendisini doğru yola kavuştursun için tabi olacağı bir şeyh ve üstada muhtaçtır.

Zira din yolu gizli, şeytanın yolları ise çok ve açıktır. Her kimin kendisine yol gösterecek bir şeyhi yoksa çare yok şeytan onu kendi yollarına çekecektir.” (Gazali, İhyau’l-Ulum, 3/70)




Bu nefsin hilesi hem gadri çokdur,
Mehalik yerleriyle sekri çokdur,
Söndürmeğe senin aşkın mekri çokdur,
Kalırsın yolda bil sü-i fikri çokdur.
Hatalardan geçüp Hakk’a gidelim,
Cemali ba kemale seyr idelim.


Bu nefsin hilesi ve aldatması, tehlike yerleri ve sersemliği çoktur. Senin aşkını söndürmek için çok tuzaklan vardır. Kötü fikirlidir, seni yolda bırakır.

Tehlikelerden geçip Hakk’a gidelim, Allah-u Teala’nın kemal üzere olan cemalini seyredelim.
"Ey Sevgili!..
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni!..
Bunu ilk beğenen sen ol.
Profesör
RE: TASAVVUF RİSALESİ
Eğer dersen bize mürşid ne hacet,
Cevap oldur birinci bu da sünnet,
Ebubekir ile ashaba inayet,
Habibullah idüp ta’limi vuslet.
Hemen kamil mürşidi bul Hakk’a gidelim,
Cemali ba kemale seyr idelim.


Eğer: “Bizim mürşide ne ihtiyacımız var?” dersen, bunun birinci cevabı “Mürşide bağlanmak da sünnettir.“ demek olur.

Zira Ebubekr-i Sıddık ve diğer sahabilere (Radıyallahu Anhum)Resulullah (Sallallaha Aleyhi ve Sellem) Mevla Teala’ya kavuşmanın yolunu öğretmiştir. 0 halde sen de Kamil bir Mürşid bul ki Hak Tealaya kavuşalım.




Eğer dirsen nedir bu sırru hikmet,
Niçün mürşidsiz es’ab vaslı izzet.
Hatadır bu sual, ashaba vuslat,
İrişdi birbirinden eyle minnet.
Hemen biat idüp Hakk’a gidelim,
Cemali ba kemale seyr idelim.


ğer “Mürşidsiz Allah-u Teala’ya kavuşmanm çok zor olmasının sırrı ve hikmeti nedir?” dersen, bu soru tümden yanlıştır.
Çünkü sahabe bile Allah-u Teala’ya kavuşma nimetine birbirleri vasıtasıyla ulaştılar. Öyleyse sende tevazu’ edip bir mürşide biat et ki Mevla’ya kavuşalım.




Muhammed kafidir dirsen muazzam.
Ya Sıddıktan niçin Selman muallem.
Dahi Cafer ki Kasım’dan mükerrem.
Cüneyd-ü Şibli hep böyle müsellem.
Gerek mürşid bize Hakk’a gidelim,
Cemali ba kemale seyr idelim.


Eğer “Son derece büyük olan Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yeterlidir, mürşide ne lüzum var.“ dersen, Cevaben denir ki:
“Peki neden Selman-i Farisi (Radıyallahu Anh)gibi büyük sahabi, Ebubekr-i Sıddık’tan (Radıyallahu Anh) talim gördü.

Yine böylece Cafer-i Sadık (Radıyallahu Anh),Ehl-i Beytin İmamı iken Ebubekr-i Sıddık (Radıyallahu Anh)ın torunu olan Kasım ibni Muhammed (Radıyallahu Anh) dan ders aldı.

Cüneyd-i Bağdadi (Kuddise Sırruhu)ve Şeyh Şıbli (Kuddise Sırruhu) gibi büyük şeyhler de hep böylece intisapları teslim olunan, kendileri bağlanmış ve kendilerine bağlanılmış olan kimselerdir. 0 halde bize de mürşid gerekir.
"Ey Sevgili!..
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni!..
Bunu ilk beğenen sen ol.
Profesör
RE: TASAVVUF RİSALESİ
Eğer mir’at-ı şemse karşu insan,
Tutarsa görünüp şems anda ayan.
0 mir’ata dahi mir’at tutan can,
Görür anda da şemsi anla ihvan.
Bu esrarı bilip Hakk’a gidelim,
Cemali ba kemale seyr idelim.



Güneşe tutulan bir aynaya başka bir ayna tutan kimsenin tuttuğu aynada da güneş görünür. Cami ortasında oturan adam, oradanne kadar güneşe baksa onu göremez. Çünkü güneş oraya vurmuyor.

Ancak caminin penceresinin yanında bulunan bir şahıs güneşe bir ayna tutarsa, Cami ortasında bulunan şahısta elinde bulunan aynasını bu şahsın aynasına tutarsa işte o zaman birinci aynada görünen güneş, aynen Cami ortasında bulunan şahsın elindeki ikinci aynada da görünür. Demek ayna vasıtası ile güneş görülebiliyor.

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın kalbi Mevla Teala’ya tutulmuş birinci aynadır.
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in kalp aynasına, bir ayna tutulmuştur. 0 da Ebubekir Sıddık’ın kalp aynasıdır.

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Meval Teala’dan almış, Ebubekr-i Sıddık’ın kalbine aksettirmiştır. Ebubekir (Radıyallahu Anh) ın kalbine de Selman-ı Farisi (Radıyallahu Anh) kalp aynasını tutmuştur. Ebubekir (Radıyallahu Anh) in kalbinden Selman-ı Farisi’nin kalbine aksetmiştir.

Bu aksetme işi ta birinci aynadan en son aynaya kadar devam eder.
İşte bu sırları bilip Hakk’a gidelim Kemal sahibi Cemale doğru manen yürüyelim.


Bu bahsi Hazreti Mevlana (Kuddise Sırruhu) nün şu beyitleriyle noktalayalım.



Hiç kimse kendi başına bir şey olmadı,
Hiç bir demir kendi başına keskin kılıç olmadı.
Mevlana, Şems-i Tebrizinin müridi olmadıkça,
Asla Mevlay-ı Rum (Rum diyarının Efendisi) olmadı.




“Eğer sen taş, kaya ve mermer (gibi katı) olsan,
Bir gönül ehline ulaşırsan cevher olursun.”
"Ey Sevgili!..
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni!..
Bunu ilk beğenen sen ol.
Profesör
RE: TASAVVUF RİSALESİ
Soru: Tasavvufun kişiyi pasifliğe ve tembelliğe ittiği şeklindeki iddialar hakkında neler söylenebilir?

Cevap: Tasavvuf, pasifik ve tembellik değil, amelde kemaldir. Yukarıda bir nebze değindiğimiz Tasavvufi hal ve makamların zamanla yanlış yorumlanması neticesinde, kişiyi hayattan koparan, tekke ve zaviyelere kapanarak bütün faaliyetlerini yitirmesine sebep olan bir anlayış doğmuştur.

Halbuki bütün bu tabir ve ıstılahlar tek bir öze racidir: Kulluk!

Kulluk ise Kur’an ve Sünnet’te ifadesini bulan, zahire taalluk edeniyle, batına taalluk edeniyle bütün emir ve yasaklann tam ve kamil manada hayata intikal ettirilmesi demektir.


Ferdi ve içtimai hayat için gerekli olan hükümler, ahlak ve muaşeret kaideleri, hükümet, siyaset, savaş, barış, kültür, medeniyet... hasılı hayatın her alanını kucaklayan İslam’ın, böyle bir pasifliğe ve tam bir münzeviliğe cevaz vermesi ve müsamaha göstermesi sözkonusu olamaz.

Kaynağını yukarıda ortaya koyduğumuz gibi Kur’an ve Sünnet’ten almış olan Tasavvufun insanı böyle bir hayata sürüklediğini söylemek de insafla bağdaşmaz.

Tarih boyunca İslam’ın Çin’e, Hindistan‘a, Afrika’ya, Anadolu ve Balkanlar’a yayılmasında Tasavvuf erlerinin oynadığı büyük öncü rolü görmezlikten gelmemiz mümkün müdür?

Tarihen sabittir ki, bütün bu saydığımız bölgelere İslam’ın ışığı önce bu bölgelere giden Tasavvuf erlerinin ve dervişlerin ihlasla yürüttükleri tebliğ sayesinde ulaşmıştır.

Bu faaliyet günümüzde de devam etmektedir. Başta Amerika olmak üzere Avrupa ülkelerinin hemen tümünde, gerek avam seviyesinde, gerekse ilim adamı seviyesinde mey
dana geldiğini müşahede ettiğimiz ihtida (hidayet bulma, İslam’a girme) hadiselerinin büyük bir çoğunluğu Tasavvuf vesilesiyle olmaktadır.

Burada iki yönlü bir hata ve yanlış davranış bulunduğunu söyleyebiliriz. Tasavvufa böyle yanlış bir gözle bakanlar, onun iştigal sahasına giren zaruretleri ve kaçınılmaz mükellefiyetleri ihmal ederken, Tasavvuf erbabı diye anılan bazı kimseler de hayatın diğer alanlarını ve Cenab-ı Hakk’ın bizlere yüklediği diğer sorumlulukları ihmal etmektedirler.

Esas olan, bu ikisi arasındaki dengeyi sağlamca kurabilmek ve kalp-beden, ruh- ceset, madde-mana ilişkisini ilahi rızaya uygun bir şekilde gerçekleştirmektir.

Bu noktada gerçeğe gözlerini yummayan ehl-i insafın yapması gereken şey şudur:

Her iki cephede işlenen yanlışlıklan görerek dini alanı bütünüyle kuşatan bir ıslah hareketine girişmek ve ulemanın Kur’an ve Sünnet’ten, Asr-ı Saadet’teki uygulamalardan çıkardığı çerçevenin dışına çıkan anlayış ve uygulamaları, yeniden asil istikametine ve özüne döndürmek için çaba sarfetmektir.

Burada söylediklerimiz, son zamanların moda tabiriyle “dinde reform” ile karıştırılmamalıdır. Biz, dinin -haşa- reforma ihtiyacı bulunduğunu söylemiyoruz. Bizim söylediğimiz, hadis-i şerifte ifadesini bulmuş olan “tecdit’dir; her alanda Kur’an, Sünnet ve Selef-i Salihin’in çizdiği çizginin dışına çıkan uygulamaları bu çizginin içine çekme hareketidir. Nitekim:

Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilen: “Şüphesiz ki Allah-u Teala her yüz senenin başında bu ümmet için, din (işlerin) i yenileyecek bir kimse gönderir.”(Ebu Davud, Melahim: 1, No: 4291, 2/512)

hadis-i şerifınde Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yüz sene gibi uzun bir zaman geçmesiyle dinden olmayan bazı şeylerin dine sokulabileceği, fakat her yüz senenin başında gönderilecek bir Müceddid sayesinde dinin yeniden asrı saadetteki asaletine kavuşturulacağı hakikatine temas etmiştir
"Ey Sevgili!..
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni!..
Bunu ilk beğenen sen ol.
Profesör
RE: TASAVVUF RİSALESİ
Soru: Bazı Tasavvuf büyüklerinden sadır olan “şathıyyat” konusunda neler söylenebilir?

Cevap:Şathıyyat; vecd, feyz, galeyan ve heyecan halinde kişiden sadır olan, anlaşılması ve açıklanması zor ifadelerdir.

Vecd ehli mürid, vecdi artıp, hakikat nurlarının etkisiyle kalbine varid olan şeyleri taşımaya takat getiremeyince, duyguları diline düşer; durumunu, alışılmamış, dinleyenlerin zor anlayacağı ibare ve remz (işaret) lerle anlatmaya başlar. Bu tür sözleri ve remzleri, ancak bu ilimde derinleşmiş olan ehil kimseler anlayabilir.

Tasavvuf yolunda ilerleyen kişi, geçtiği her bir makamda vecdinin hakikatini söyler, halini doğrular ve yaşadığı sır üzerine varid olan (gelen) şeyleri söz ile ifade eder.

Çünkü o, hali sağlamlaşıncaya kadar ancak bulunduğu halin en yüksek hal olduğunu ve ondan daha üstün bir hal bulunmadığını zanneder. Hali sağlamlaştığında ise daha yüksek makamlara ve daha yüce mevkilere yükselir.

Bununla beraber şunu da belirtmek gerekir ki, kemal ehlinde en az bulunan şey şathıyyattır. Çünkü onlar, sahip oldukları manalarda temkin sahibidirler. Şathıyyata düşenler ise, yolun başında olanlarla, gaye ve kemale ulaşması istenenlerdir.

Zahiren Şeriat’a ters düşen şathıyyat türü sözler, taşkınlık ve feyz galeyanı ile söylendiği için, kendisinden bu türlü şeyler sadır olan veliler, bu hal geçince hemen tevbe ederler.

Burada bir önemli noktaya temas etmemiz gerekiyor: Günümüzde bazı kimseler, Tasavvuf denince hemen bu türlü şathıyyatı ve zahiri itibariyle Şeriata ters düşen durumları akla getirerek Tasavvuftan uzaklaşıyor ve başkalarını da bu yoldan alıkoyuyorlar.

Halbuki Tasavvufu bunlarla değerlendirmek ve Tasavvufun bunlardan ibaret olduğunu düşünmek çok büyük bir yanlışlıktır.

Nitekim Sahabe arasında bile, içinde bulunduğu halin galebesiyle yapmaması gereken şeyler yapan ve edebe aykırı gibi görünen davranışlar içine giren kimseler olmuştur.
"Ey Sevgili!..
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni!..
Bunu ilk beğenen sen ol.
Profesör
RE: TASAVVUF RİSALESİ
Birkaç örnek verecek olursak:

1- Enes ibni Malik (Radıyallahu Anh) dan rivayetle Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Allah’ın, kulu kendisine tevbe ettiği zaman onun tevbesine sevinmesi, birinizin, devesi üzerinde çorak bir yerde bulunup devesi kaçtığı, üzerinde de yiyeceği ve içeceği bulunduğu ve ondan ümidini kesmiş bir halde iken bir ağacın altına gelerek gölgesinde yattığı, devesinden ümidini kestiği, o bu halde iken aniden deve karşısına dikildiğinde yularından tutup, sonra da sevincinin şiddetinden:
“Allah’ım! Sen benim kulumsun, ben de senin rabbinim” dediği; sevincinin şiddetinden (bu şekilde) yanıldığı zamanki sevincinden daha çoktur.”(Müslim, Tevbe: 1, No: 2747, 4/2704, Tirmizi, Sıfatul-Kıyamet: 49, No: 2498, 4/659.)

Bu hadis-i şerifte, sevinçten ne söylediğini bilmez bir durumda olan bir kulun ağzından çıkan Şer-i Şerife tamamen ters bir söz zikredilmektedir.

Her ne kadar burada Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, bir benzetme yaparak Allah-u Teala’nın, kulunun tevbesinden ne kadar hoşnut olduğunu anlatıyor ise de, Verdiği misalde kulun sevinçten dolayı öyle söylemesi üzerine herhangi bir uyarıda bulunmamış, bu sözü reddetmemiştir.

Çünkü bunun iradi ve ihtiyari olarak (istenerek ve özellikle seçilerek) söylenen bir söz olmadığı açıktır.



"Ey Sevgili!..
Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreğimizi,
Taşıyabilir miydin acaba bendeki seni!..
Bunu ilk beğenen sen ol.

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren İslami Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.