You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

MÜSLÜMAN ESKİSİ OLMAKTAN KURTUL

MÜSLÜMAN ESKİSİ OLMAKTAN KURTUL

Kayıtsız
Ziyaretçi
MÜSLÜMAN ESKİSİ OLMAKTAN KURTUL
[Resim: kadinnamazdg7.jpg]

bakması içifadeli, iri yarı bir kadın...
- İsmin ne senin?
- Hasene Bacı...
- Yemek, çamaşır, ütü; bunları biliyor musun?
- Eh, bildiğim kadar...
- Ne istiyorsan?
- Ne verirsen...

Ve sabahları gelip akşamları gitmek şartıyla, göl kenarındaki iki katlı evimin işlerini üzerine aldı.
Ben vazifeye gitmek üzereyken geliyor, akşamları, vazifeden dönüşümden biraz sonra gidiyordu.

Yirminci Asırla beraber doğmuş.. Aslı Vanlı... Bu Batı Anadolu bölgesine seferberlikte (Birinci Dünya Harbinin ismi) muhacir olarak gelmiş... İstiklal Savaşında cepheye sırtında sandık sandık cephane taşımış... hiç evlenmemiş.. Ne akraba, ne ahbap, kimsesi yok dâr-ı dünyada... Bütün yakınlarını kaybetmiş Seferberlikte...

Eve sabahları bir gölge gibi girer. Geldiğini, mutfağa benzer ocaklı odadan gelen çanak çömlek seslerinden anlarsınız. Kahvaltınızı, masa diye kullandığınız dört ayaklı rendelenmemiş tahtaya yaydığı örtünün üstüne dizer, çayınızı 'tavşan kan' dedikleri cinsten demler ve sonra karşınıza geçip bir sandığın üstüne oturur ve sizi, garip bir hayvan soyuna bakarcasına seyretmeye koyulur.

Akşam yemeğinizi mutfaktan alıp siz hazırlamaya mecbursunuz... Hasene Bacı, her şeyi düzenleyip, kasaba kenarındaki kulübesine gitmiştir.

Ben bu köy azmanı kasabacıkta kimseyle temas halinde değilim... Sabahleyin Hasene Bacının arkasından vasıta gelip beni alıyor ve köy dışındaki kışlaya bakıyor... Orada da, işimden gücümden başka hiçbir şeye takılmıyor gözlerim... Evimden, yurdumdan, çevremden uzağım; ve bu köy azmanı kasabacığın sokaklarında, büyük şehirden sıçrama çizgiler halinde gördüğüm yerli film afişleri ve bazı reklamlar, müthiş sinirime dokunuyor. Bir acayip sürgünde buluyorum kendimi... Evimin önündeki çivit rengi göl ve etrafındaki sisli dağlar, İstanbul'a arama aşılmaz bir mesafe katmış gibi geliyor bana. Her şey çarşıdaki hırdavatçının vitrinini dolduran sineklerden cicili bicili traş sabunu kutularına ve Hasene Bacının suratına kadar gayet yavan, bayat ve sıkıntılı. Bu köy azmanı sinemalı, radyolu, meyhaneli kasabacıkta, ne şehri buluyorum, ne köyü, ne de Anadolu'yu.. Çamur içinden kamyon geçerken etrafa serptiği zifos gibi asrilik, kasabanın üstünü başını lekeye bulamış ve orada şahsiyet diye bir şey bırakmamış, 'Artık Kapalı Çarşıda turistlere yutturulan aşağılık mallardan biri oldu şahsiyet.' diye düşünüyorum. Uzakta, gölün sol kenarında arpa ambarı haline getirilen bir Selçuklu türbesinin ehramvari zarif kubbesi, benimle aynı fikirde görünüyor.

Birdenbire bir hadise bu yavanlıklar alemindeki ilgisizliğimi kamçılayıverdi. Kasabada tek uğrağım olan, sinameki kakule, tarçın vesaire satıcısı, kır sakallı aktar, 'tavşan kan' çayını karıştırırken bana şöyle dedi:

- Hasene Bac'dan memnun musun?
- Ne var memnun olup olmayacak?
- O senden çok memnun.
- Neye?
- Namazını kılıyorsun diye...
- Garip şey! Bu da sebep mi?
- Öyle deme! Hasene Bacı sırtında bir küfe, dağdan çalı çırpı toplayıp kasabada satar ve onun parasıyla geçinir. Kimsenin de evine gitmez.
- Neye gelmiş bana öyleyse?
- Seni ben sağlık verdim de ondan.. Nasıl bir adam olduğunu anlattım. Sen onun öyle sessiz durduğuna bakma! Derin kadındır o.. Her gece kulübesinde sabaha kadar mum yanar. İçeride ne ettiğini, ne yaptığını kimse bilmez. Kasabalıya sorsan, ermiştir Hasene Bacı...
- Bu tarafını hiç bilmiyordum. Benimle fazla konuştuğu yok..
- Konuşmaz! Yeri gelmeden ağzını açmaz! En çok kızdığı Müslüman eskileridir.
- Ne demek Müslüman eskisi?
- Bugünün Müslüman geçinenleri...
Öğle yemeğinde, Hasene Bacı yine karşıma geçmiş, yine beni süzerken sordum:
- Sen gece evinde ne yapıyorsun?
- Oturup düşünüyorum.
- Ne düşünüyorsun?
- Rabb'imi...
- Hiç uyumuyor musun?
- Uykuda geçiyor ömür.
- Senin için, sabaha kadar namaz kılar, Kur'an okur, zikreder, dediler.
- Doğru söylememişler.. Ben kimim, bu işleri yapacak insan kim?
- Ya Müslüman eskisi dediğin kimler?
- Camileri doldurup da içine giremeyenler... Hepimiz!

Hasene Bacı, birdenbire, o güne kadar kabuğunu delemediğim ve içindeki cevheri göremediğim haliyle, gözümde yepyeni bir mâna alıverdi. Kadının hayatını daha derinden incelemeye koyuldum:

Seferberlikte, annesini, babasını ve kardeşlerini, komiteciler, gözünün önünde kesmişler. Tam kendisine tecavüz edileceği ân, üstü başı paramparça debelenirken bizimkilerin karşı hücumuyla kurtulmuş... Fakat yüreğine iner gibi bir hal olmuş ona... Hayır sahibi bir ihtiyar, onu yanına alıp buralara getirmiş. Sonra da ölüp gitmiş... Hasene Bacı tek başına kalmış. Kendisiyle evlenmek isteyen herkesi savmış... Hep o hal... Ve kendini Allah'a vermiş... İstiklâl Savaşında da 20 yaşlarında bir kızken, bir Cuma namazında caminin kapısına dikilip içeriye avaz avaz seslenmiş:

- Müslümanlar! Kaldırın başlarınızı secdeden! Bozun, zaten bozuk namazlarınız! Allah'a secde edebilmek için evvelâ memleketinizden gâvuru kovun!

Onu duyanlar dehşete düşmüşler. Camidekilerin çoğu çete yazılmış ve düşmana karşı çıkmış... O da onlarla beraber, erkek gibi çalışmakta.. Bir aralık kasabayı, işgal eden Yunan askerlerinin kumandanı onu yanına çağırıp konuşurken herkesin yanında işi sarkıntılığa vurunca, bir köşedeki kasaturayı kapıp çekmiş, siper alıp haykırmış:

- Sen erkek misin bilmem ama ben kadın değilim!

Kumandan ona hiçbir şey yapamamış.

Hasene Bacı, ömrünce eli erkek eline değmemiş kadın.
O gün, bugün karşısına çıkanı ayıplıyor, önüne gelene şu dersi veriyor:

- Müslüman eskisi olmaktan kurtul! Müslüman ol!

Kasaba da, bu içine gömülü ağır başlılığı içinde yarı deli kadını hoş görüyor.
Sevdiği, dükkânına uğradığı, evine girip çıktığı, sofrasına oturmayı kabul ettiği tek adam da, bizim bu sakallı aktar...
Bir gün bana sordu:

- Sen niçin camiye gitmiyorsun da namazlarını evde kılıyorsun?
- Camide gördüğüm edalardan sıkılıyorum. Bir de, öyle haller sarıyor ki, beni, namazda, kendimi göstermemek, tek başına, yalnız kalmak istiyorum.
- Git, git. Camiye git! Halin güzel ama camiye gitmene engel değil...

Cuma namazı... İmam hutbede... Müslümanlar kimi kasketini tersine çevirmiş, kimi başına bir mendil bağlamış, kimi kallâvî (fötr) şapkasını kulaklarına kadar geçirmiş, sallanan omuzlarıyla öğütleri dinlerken, gerilerden, Cumaya gelmemeleri gereken kadınlar tarafından bir ses geldi:

- İmam efendi! Sen ne söylüyorsun, kimlere söylüyorsun?

Herkes korkunç bir şaşkınlık içinde başını çevirmiş, sesin sahibini ararken, birden, Hasene Bacıyı ayakta gördüler:

- Müslümanlığı indirdiniz indirdiniz, gövdenizle yatıp kalkmaya, anlamadığınız şeylere 'Hû!' demeye!.

Telâş anlatılır gibi değil... Başlar birbirini arayıp ne yapmak gerektiğini soruyor.

- Haydi kalkıp dökülün sokaklara!. Sorun Emanete ne oldu? Nerede Müslümanlar?. Nerede Müslümanların diyarı?. Nedir bu köpeklerin bile sürmeyeceği hayat?..
Korku büyük...

Hasene Bacı, elinde iskarpin taklidi lâstik pabuçları, erkeklerin içinden geçerek kapıya geldi ve kendisini dışarıya attı. Hâlâ bağırıyor:

- Siz de Müslüman mısınız be? Müslümanlık kim, siz kimsiniz?

Arkasından iki kişi daha fırladı.

Biri sesleniyor:

- Taharriler de gidiyor. Şimdi yakalayacaklar onu.

Hasene Bacıyı karakolda, iyi kalpliliğiyle tanınan komiserin yanında buldum.
Komiser soruyor:

- Sen böyle laf etmedin değil mi? Müslümanları ayaklanmaya çağırdın, diyorlar. Yok böyle bir şey, değil mi?

Hasene Bacı İstiklâl Savaşında Yunan zabitine çektiği kasaturaya benzer gözlerini komisere dikti:

- Var mı, yok mu, bilmiyorum ama ortada Müslüman yok!

- Sana mı kaldı onları aramak?

- Bundan 40 şu kadar yıl evvel camiye girip Yunanlıya karşı, yine, böyle Müslümanları aradımdı.
- Bulmuş muydun?
- Bulmuştum. Şimdi bulamıyorum!
- Kime karşı arıyorsun da bulamıyorsun?
Ben, hafakanların en çarpıcısı içinde Hasene Bacı, ne karşılık verecek diye bakarken, o, gözleri faltaşı gibi açılmış, cevabını yapıştırdı:
- Şehirliye karşı!
Ertesi günü evime gelmeyen Hasene Bacının ne olduğunu soruşturup öğrendim ki bir gece karakolda kaldıktan sonra, iyi kalpli komiserin tavsiyesiyle yine küfesini yüklenip dağdan çalı çırpı toplamaya gitmiş.. bir daha camiye uğramayacağına dair söz vermesi istenince de şöyle demiş:

- Uğrayıp da ne yapacağım?... İçinde kimse yok ki?..


(1965)
Necip Fazıl KISAKÜREK
Bunu ilk beğenen sen ol.

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren İslami Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.