You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

General
İlim ve bilim
Kaynak yuval noah hariri sapiens kitabı

13,5 MİLYAR YIL ÖNCE, Big Bang patlaması ile madde, enerji, zaman ve uzay ortaya çıktı. Evrenin bu hikayesine fizik denir büyük patlamadan 300 bin yıl sonra madde enerji, atom gibi yapılar ortaya çıkdı bunlar birleşerek molekülleri oluşturdu. Atomların ve moleküllerin birbiri ile etkileşimine kimya denir 3,8 milyar yıl önce, Dünya adlı gezegende moleküller organizma adlı geniş ve karmaşık yapılar oluştu Organizmaların hikayesine biyoloji denir 70 bin yıl önce insana ait organizmalar, kültür adlı karmaşık yapılar oluşturdular. insan kültürlerinin gelişimine tarih denir
Tarihin akışını üç devrim şekillendirdi 70 bin yıl önceki Bilişsel Devrim, 12 bin yıl önceki Tarım Devrimi ve 5 bin yıl önceki Bilimsel Devrim. Peki bu üç devrim insan ve organizmaları nasıl etkiledi

insanlara 2,5 milyon yılönce ortaya İki milyon yıl önce Doğu Afrikada insana rastlanmıştır çocuklarına sarılan endişeli anneler, çamurda oynayan çocuklar, rahat bırakılmak isteyen yaşlılar topluma başkaldıran gençler, görmüş geçirmiş yöneticiler ve köy güzelini etkilemek isteyen maçolar. insanlar âşık oldu, oynadı arkadaşlıklar kurdu, güç ve statü için mücadele etti. Fakat bunu şempanzeler, babunlar ve filler de yapıyordu peki İnsanı hayvandan ayıran özellikler neydi hiç şüphesiz duygu his ve zekâsıydı Hiç kimse insanların ayda yürüyeceğine, atomu parçalayacağına, genetiği çözeceğine ve tarih yazacağına en ufak ihtimal vermiyordu.

Biyologlar organizmaları türler halinde sınıflandırır. Hayvanlar birbirleriyle çiftleşip yavrular yapabiliyorsa bunlar aynı türe ait kabul edilirler. Atların ve eşeklerin ortak ataları vardır ve iki hayvanın pek çok fiziksel özelliği aynıdır. birbirlerine çok az cinsel istek duyarlar. teşvik edilirlerse çiftleşirler fakat katır adlı yavruları kısır olur. eşek DNA'sı asla atlara veya eşeklere geçemez. Bu iki tip hayvan iki ayrı tür kabul edilir. Buna karşılık, çok farklı görünen buldok ve spaniel aynı türün üyelesidir aynı DNA yı paylaşırlar. çiftleşebilir ve yavruları başka köpeklerle çiftleşir ve yavru doğururlar

Ortak atadan gelen türlere "cins" adı Aslanlar, kaplanlar, leoparlar ve jaguarlar Panthera cinsindeki farklı türlerdir. Biyologlar insanı Latince bir isimle adlandırırlar. Homo sapiens Homo (insan) dır cins yani sapiens ise zeki canlı türüdür Cinsler kendi içinde ailelere ayrılırlar kediler aslanlar, çitalar, ev kedileri olarak köpekler kurt tilki çakal filler ise mamutlar ve mastodonlar olarak sınıflandırılır Bir ailenin tüm üyeleri bir soya dayanır soy ise kurucu bir anne veya babaya dayanır en küçük ev kedisinden en vahşi aslana tüm kedileri atası 25 milyon yıl önce yaşamıştır

Tarih öncesi mö ki En eski çağlarda yerleşim, ev ya da günlük işlere rastlanmadıysada. olağanüstü kaliteli oymalara anıtsal sütunlara rastlanmıştır. İlk sütunlar yedi ton ağırlığındaydı ve boyu beş metreye yaklaşıyordu dünyanın dört bir yanından gelen kazı çalışanları Göbekli Tepe kazılarında çok şaşırtıcı şeylerle karşılaştılar. MÖ 2500 yılındaki tarım toplumuna rastladılar Göbekli Tepe'deki yapılar MÖ 9500'e tarihlendi ve bunlar avcı ve toplayıcı bir toplum tarafından yapılmıştır Arkeoloji
yapıları tarım öncesi toplumların varlığını kanıtladı. Eski avcı toplayıcı toplulukların beceri ve kültürleri
etkileyiciydi

avcı toplayıcı topluluklar mamut kesimhanesi ve yağmurdan kaçmak ve aslanlardan saklanmak için ilkel yapılar inşa etmişti gizemli bir kültürel amaçla inşa faliyetlerinde bulunmuşlar yaptıkları yapıların harcadıkları zaman ve enerjiye değeceğini düşünmüşlerdi Göbekli Tepe sütunlarını yaparken farklı grup ve kabileleye mensup binlerce avcı toplayıcının uzunca bir süre işbirliği yapmıştır dini veya ideolojik bir sistem onları birleştirdi
Göbekli Tepe'nin heyecan verici bir sırrı daha vardır Genetikçiler yıllarca evcilleştirilmiş buğdayın kökenini aradı. keşifler evcilleştirilmiş en eski buğday türü olan küçük kızıl buğdayın Göbekli Tepe'ye otuz kilometre mesafedeki Karacadağ Tepelerinde ortaya çıktığını gösteriyor.

Göbekli Tepe'de insan buğdayı ve buğdayda insanı geliştirmiştir ilkel zamanlarda modern Yapılar inşa eden insanlar doymak için çok büyük gıdalara ihtiyaç duymuşlardır İnşaat ve tapınaklarını yönetmek isteyen avcı toplayıcı insanlar yabani buğday toplamaktan buğday tarımına geçmiştir ilk insanın öncüleri bir köy inşa eder köy büyüyünce tapınak ve mabet kurarlar. Göbekli Tepe de de, ilk önce tapınak yapılmış ve köy tapınak çevresinde gelişmiştir

İnsanlarla buğday koyun, keçi, domuz ve tavuk gibi hayvanlar birbirlerini etkilemiştir. Yaban koyunu avlayan göçebe gruplar avlamaya çalıştıkları sürülerde seçici davranmış İnsanlar kendileri için en iyi olanın, yetişkin koç veya yaşlı ve hasta koyunu avlamak olduğunu öğrenmiş Sürünün uzun süre hayatta kalması için yetişkin dişi ve genç kuzulara ilişmemişlerdir sürüyü diğer avcılara karşı korumuş canları pahasına aslanları, kurtları ve rakip insanları sürülerinden uzaklaştırmışlardır ilk insanlar dahi hayvanlarını kontrol edip savunmuştur insanlar koyunları ihtiyaçlarına uygun şekilde daha dikkatli seçiş En agresif koçlari yani insana en çok direnç gösterenleri ilk önce kesmiştir çok ince ve huysuz dişiler de.sürüden uzaklaşan meraklı koyunlar daha sonradan kurban edilmiştir

İlk avcılar kuzuyu yakalayıp ona evlatları gibi bakmış bolluk çokça beslemiş kıtlık döneminde ise kesip yemişlerdir. İlk kesilen agresif ve dik başlı koyunlardır En itaatkar olanı ise en çok arzu edileniydi koyunlar uzun yaşar üreyebilirdi mö ki çağlarda evcilleştirilmiş ve itaatkar bir sürü olmuşlardı milyonlarca yıl önce evcilleştirilen hayvanlar koyun, tavuk, insanlara gıda et, süt, yumurta deri ve yün ve kas gücü sağlamışdır Ulaşım, tarla sürme, tohum öğütme gibi insan emeğiyle gerçekleştirilen işler hayvanlara yapılmıştır

tarım toplumu mö ye dayanır hayvanlar tüm gezegene dağılmıştır. Evcil tavuk şu ana kadar en çok yayılmış kümes hayvanıdır. inek ve koyun dünyada en yaygın memeli türüdür. Tarım Devrimi tavuklar, inekler, ve koyunlar için nimettir. tavuk ve inek bir hikayenin kahramanları olabilir, Hayvanların evcilleştirilmesi giderek zalimce bir hâl almıştır Yabani tavukların ortalama yaşam süresi 7-12 yıl, ineğinki ise 20-25 yıldır. Yaban hayatında çoğu tavuk ve inek bundan çok önce ölürdü, ama şimdikinden uzun yaşama şansları olurdu. Evcil tavukların ve ineklerin çoğunluğu, birkaç haftayla birkaç ayda kesilir, çünkü bu en uygun kesim süresidir.

Yumurtlayan tavuklar, süt inekleri ve koşum hayvanlarının uzun yıllar yaşamasına izin verilir. Bazı hayvanlar içgüdüleriyle çayırlarda gezip dolaşmak isterler Boğaları, atları, eşekleri ve develeri itaatkar koşum hayvanlarına çevirmek için içgüdüleri kontrol altına alınmalı saldırganlık ve cinsellikleri kontrol edilmeli ve hareketleri kısıtlanmalıdır Çiftçiler bunun için hayvanları çitler ve kafesler yularlarla gemlemek, kamçıyla eğitmek gibi yöntemler geliştirmiştir evcilleştirilmiş öküz hayatını çitler arasında, terbiye edilerek, vücuduna ve duygusal isteklerine uygun bir işte çalıştırılırlar. Tarlayı süremez hâle gelince kesilirler

 
Tarihte yaygın yöntemlerden biri de yavruları doğumdan kısa süre sonra kesmek, annenin sütünü sağmak ve tekrar hamile bırakmaktır. Bu çok kullanılan bir yöntemdir. modern süt çiftliklerinde,süt inekleri kesilmeden yaklaşık beş yıl yaşar. beş yıl boyunca inek hamiledir ve doğumdan sonraki 60-120 gün boyunca azami süt üretimi için özel beslenir. Doğumdan sonra buzağılar anneden ayrılır. Dişiler süt ineği nesli olmak üzere yetiştirilir ufacık bir kafese koyulur ve hayatını burada geçirir ortalama dört ay Kafesten çıkmaz, kaslarının gelişmesi ve buzağılarla oynamasına izin verilmez yumuşak kaslar yumuşak ve sulu et demektir. Buzağı kesimhaneye giderken yürüme, kas esnetme ve buzağılarla temas kurma fırsatını buzağı tarihte yaşamış en başarılı türlerdendir.

Sığır beslemede en etkili yöntemlerden biride yavruları annelerinin yanında tutmak ama çok fazla süt emmelerini engellemektir. Bunu yapmanın en basit yolu yavrunun süt emmeye başlamasına izin verip süt gelince yavruyu çekmektir. Ancak Bu yöntem yavrudan ve anneden tepki görür. Bazı çoban kabileleri yavruyu kesip etini yer, derisini doldururdu. İçi doldurulmuş yavru derisi anneye gösterilerek süt üretimi arttırılırdı

İnsanlara ilk olarak 2,5 milyon yıl önce Doğu Afrika'da, rastlandı iki milyon yıl önce, erkek ve kadınların bazıları anayurtlarını terkederek Kuzey Afrika, Avrupa ve Asyaya göç etti Kuzey Avrupa'nın karlı ormanlarında Endonezya'nın nemli cangıllarında hayatta kaldılar geliştiler pek çok insan anayurtlarını terkederek Kuzey Afrika, Avrupa ve Asya'nın çeşitli yerlerine göç etti pek çok farklı ırk ortaya çıktı bilim insanları bunlara şatafatlı ve Latince isim koydular.

Avrupa ve Batı Asya'daki insanlara Neandertaller" olarak adlandırıldı Neandertal Vadisi İnsanı denildi Neandertaller Sapiens insanlarından güçlü ve kaslıydı Buzul Çağının Batı Avrasyasına uyumluydular. Asya'nın doğu bölgeleri "Dik adamlarca mesken tutulmuştu. Bu tür, insanlar iki milyon yıla yakın bir süre hayatta kalıp en dirençli insan türü oldular Bu rekorun kırılması oldukça zordur insanın bin yıl sonra ortalarda olacağı şüphelidir,

Endonezya'daki Java adasında "Solo Vadisi İnsanları yaşamaktaydı. tropik yaşama uyumluydular Endonezya adası Flores'te arkaik insanlar cüceleşme süreci geçirdi. İnsanlar Flores'e ilk defa deniz seviyesi düşükken geldiler; adaya anakaradan kolayca ulaştılar Denizler yükseldiğinde, insanlar kaynakları kıt adalarda mahsur kaldılar. yiyeceğe ihtiyacı olan büyük insanlar ilk önce öldü küçük yapılılar çok daha iyi hayatta kaldılar Flores insanları cüceleşme sonucu ancak bir metre boya ulaşıp 25 kilogramdan ağır olmadılar taştan aletler yapıp adadaki filleri avladılar filler de cüce bir türdü 2010'da, bilim insanları Sibirya'daki Denisova mağarasını kazarken fosilleşmiş bir parmak kemiği keşfetti Genetik parmağın bilinmeyen bir insana ait olduğunu kanıtladı ve bu türe de Homo denisova adı verildi. Kim bilir kaç tane kayıp akrabamız diğer mağaralarda, adalarda ve iklimlerde keşfedilmeyi bekliyor.

insanlar Avrupa ve Asya'da geçilişirken. Doğu Afrika'daki değişim durmadı. İnsanlığın beşiği "Rudolf Gölü Çalışkan ve "Zeki İnsanlara ev sahipliği yaptı bazı insan ırkları dev gibiyken bazıları cüceydi. Bazıları korkutucu avcılarken bazıları zararsız bitki toplayıcılardı. Bazıları tek bir adada yaşarken pek çoğu kıtaları aştı Hepsi insandı. kardeşlerimiz Afrika ve asya
Hepside insanlar.

İnsan türleri erectusdan Neandertallere Neandertallerden de bugünkü ırklara doğru gelişti dünyada belirli bir anda sadece tek bir insan ırkı yoktur 2 milyon yıl önceden 10 bin yıl öncesine kadar dünyada anda pek çok insan yaşamıştır Bugün dünyada pek çok tilki, ayı ve canlı türü vardır 100 bin yıl önceki dünya en az altı değişik insan ırkına ev sahipliği yapmıştır

Pek çok farklılığa rağmen insan türleri belirleyici özellikleri vardır insanların diğer hayvanlara kıyasla olağanüstü büyük beyinleri vardır. 60 kilogram ağırlığındaki memelilerin ortalama beyin hacmi 200 cm küptür erkek ve kadının, 2,5 milyon yıl önce beyinleri yaklaşık 600 cm küptü. Modern insanın ortalama beyniyse 1.200-1.400 cm küptür, Neandertal beyni ise daha büyüktür zekamızdan o kadar eminiz ki, beyin kapasitesinin fazlasının iyi olacağını varsayıyoruz. öyle olsaydı, kedi ailesi hesap yapabilen kediler üretirdi.

büyük bir beyin vücutta yük demektir. Taşıması zordur, büyük bir kafatasının içindeyken. Enerji sağlamak daha zordur. İnsanın beyini vücut ağırlığının yalnızca yüzde 2 ila 3'ünü oluşturur, dinlenme halinde vücudun tükettiği enerjinin yüzde 25'ini harcar maymunlarda beyin dinlenme anında enerjinin sadece yüzde 8'ini kullanır. Arkaik dönemi insanları geniş beyinlerinin bedelini iki şekilde ödedi. gıda ararken çok zaman harcadılar. kasları köreldi. Savunmadan eğitime para aktaran bir yönetim gibi, insanlar nöronlara enerji aktardılar. Bunun hayatta kalmak için iyi bir strateji olduğu şüphelidir. Bir şempanze insana karşı kazanamaz, fakat maymun insanı oyuncak bebek gibi parçalayabilir.

beyinlerimiz çok işe yarıyor, çok hızlı hareket sağlıyor arabalar ve silahlar üretiyoruz. İki milyon yıldan uzun bir sürede insanın sinir ağları olağanüstü büyüdü çakmaktaşından bıçak ve sivri sopalar iki milyon yıl boyunca insan beyni sürekli gelişti bugün en üstün teknolojik aletleri beynimiz ile yapıyoruz İnsana mahsus bir özellik de iki ayak üstünde dik yürümesidir. Ayaktayken av hayvanları veya düşmana karşı etrafı taramak kolaydır kollar, taş atmak veya işaret etmek gibi işlerde kullanılır Eller daha fazla şey yaptıkça ellerin sahipleri de başarılı hâle geldiler, avuçlar parmaklar sinir ağı ve kaslar gelişti Bugün insanlar elleriyle çok ince işleri yapar çok karmaşık aletler üretir ilk Alet 2,5 milyon yıl öncesine aittir ve alet üretimi ve kullanımı, arkeologların insan tanımalarındaki temel ölçülerdir.

iki ayak üstünde yürümenin dezavantajları da vardır.İlkel atalarımızın iskeletleri için Dik pozisyona geçmek zorluktu iskeletin çok geniş bir kafayı desteklemesi gerektiğinde. İnsanlık görüş açısının ve becerikli ellerinin bedelini sırt ağrıları ve boyun tutulmalarıyla ödedi.Kadınlar için Dik bir duruş dar kalçalar demekti ve bu doğum kanalını daraltıyordu,
bebeklerin beyni giderek büyüyordu. Doğumda ölüm, dişide ciddi bir sorun oldu Bebeklerin kafası ve beyni küçük olduğundan, erken doğum yapan kadınlar daha çok hayatta kaldı ve daha çok çocuk sahibi oldu bu erken doğumlara hayatta kaldılar Bir tay doğumdan kısa süre sonra yürüyebilir, bir yavru kedi birkaç haftalıkken annesi yiyecek ararken onu yalnız bırakabilir. İnsan bebekleri yıllar boyunca yardım, bakım, koruma ve eğitim için büyüklere muhtaçtır komşulardan yardım isterler insanı büyütmek için bütün aileye ihtiyaç vardır. güçlü sosyal bağlar kurulabilir nsanlar az gelişmiş olarak doğduklarında eğitilebilir sosyal ilişki kurabilir Pek çok memeli, anne karnından fırından çıkan toprak kap gibi çıkar, onları şekillendirmeye çalışmak onlara zarar verir. İnsanlar anne karnından bir ocaktan çıkan erimiş bir cam gibi çıkar ve şekillendirilebilir bugün çocuklarımızı Müslüman kapitalist sosyalist, savaşçı veya barışçıl olarak eğitebiliyoruz.


Büyük bir beyin, alet kullanımı, üstün öğrenme becerisinde çok önemlidir insan beyniyle dünyanın en güçlü canlısı olabilir insanlar tüm yaratılış avantajlarına milyonlarca yıl önceden sahiptir bir milyon yıl önce yaşayan insanlar, büyük beyinlerine ve sivri taşlara rağmen avcı hayvanlardan korkup nadiren büyük hayvanlar avlayarak yaşadılar hayatta kalmaları bitki toplayarak, küçük hayvanları avlayarak ve güçlü hayvanların yiyerek mümkün oldu

İlk taş aletlerin en önemli kullanımı kemikleri kırarak kemik iliğini almaktı. bu insanların ilk orijinal buluşuydu Ağaçkakanlar ağaç gövdelerinden böcekleri almakta uzmanlaştığı gibi ilk insanlar da kemik iliği çıkarmakta ustalaşdı. Bir aslan sürüsünün bir zürafaya saldırıp onu yediğini düşünürsek Onlar işini bitirene kadar sabırla bekleriz. Ama sırtlan ve çakallar bunları yerken saldırmaya cesaret edemeyiz

tarihimiz ve psikolojimiz çok önemlidir. İnsan cinsinin besin zincirindeki yeri çok yakın bir zamana kadar ortalardaydı. Milyonlarca yıl boyunca insanlar küçük hayvanlar avladılar, ne buldularsa onu yediler ve büyük avcılar tarafından avlandılar 400 bin yıl önce insan türleri büyük av hayvanlarını avladı ve yüz bin yıl önce insan
besin zincirinde yukarı çıkdı. Ortadan yukarıya atılan bu büyük adımın çok önemli sonuçları oldu. aslan ve köpekbalığı gibi hayvanlar, bu pozisyona kademeli olarak milyonlarca yıl içinde yükselmiştir ekosistemin kontrol ve denge mekanizması aslan ve köpekbalıklarının terör estirmelerini engelledi Aslanlar ölümcül oldukça ceylanlar hızlı koşmaya, sırtlanlar iyi işbirliği yapmaya, gergedanlar saldırganlaşdı. insan tepeye o kadar hızlı çıktı ki, ekosistemin olamadı, insanlar değişime ayak uyduramadı. Gezegendeki büyük avcıların çoğu muhteşem canlılar; milyonlarca yıl süren hâkimiyetlerinde kendilerine olağanüstü güveniyorlar. İnsan ise adeta bir diktatör gibi. korku ve endişelerle doluyuz, ve bu da bizi zalim ve tehlikeli kılıyor. Ölümcül savaşlardan felaketlere pek çok kötülük, insandan kaynaklanıyor
800 bin yıl önce ateşin keşfiyle insan türleri güvenilir bir ışık ve ısı kaynağına ve aslanlara karşı ölümcül bir silaha kavuştular Kısa sürede insanlar komşularına karşı ateşi kullandılar Ateş dikkatli kullanılırsa bitki örtülerini av hayvanlarıyla dolu harika bir çayıra çevirebilir. ateş söndükten sonra, Taş devri insanları tüten kalıntılarda gezerek hayvanları, kabuklu yemişleri ve kökleri topladılar

ateşin en önemli katkısı pişirmektir İnsanların sindiremedikleri —buğday, pirinç ve patates gibi— yiyecekleri ısıtıp yemesine imkan sağladı Ateş insanlarla hayvanlar arasındaki büyük farkın oluşmasını sağladı tüm hayvanların gücü vücuda bağlıdır: kas gücü, diş boyutu, kanat genişliği sayesinde Rüzgar ve akıntıdan yararlanabilirler ancak doğayı kontrol edemezler ve fiziksel güçleri sınırlıdır kartallar, sıcak hava akımlarını anlayınca dev kanatlarını açar ve sıcak havanın kendilerini yukarı kaldırmasını sağlar Ancak sıcak hava akımlarının yerini değiştiremezler ve azami taşıma kapasiteleri kanat açıklığıyla orantılıdır.

İnsanlar ateşi kullanınca güce kavuşdular. Kartalların aksine insanlar ateşi ne zaman ve nerede yakacağına karar verip ateşi çok farklı amaçlarda kullandılar. En önemlisi ateşin gücüyle Tek bir insan birkaç saat içinde koca bir ormanı yakabiliyordu. Ateşin kontrolü tüm olacakların habercisiydi.
Kardeşlerimiz olan insanlar 150 bin yıl önce, insanlar ateşin faydalarına rağmen güçsüz ve önemsiz canlılardı ateşi bulan insan aslanları korkuttu, soğuk gecelerde kendilerini ısıttı ve ormanları yaktı tüm türler düşünülürse, milyonlarca insan, ekolojik sistemde küçük bir noktadır

Kendi türümüz olan sapiensler yani insan milyonlarca yıl önce dünyada mevcuttu, Afrikada kendi işiyle meşguldü. bilim insanları 150 bin yıl önce Doğu Afrikada tıpkı bizim gibi görünen insanlar olduğuna inanıyorlar. Bugün bile bir patologlar fark bulamaz. Ateş sayesinde atalarından küçük çeneleri ve dişleri vardı beyinleri bizimki gibi çok büyüktü

Bilim insanları 70 bin yıl önce Doğu Afrika kökenli insanların Arap yarımadasına yayıldıklarını ve oradan tüm Avrasya'ya dağıldıklarına inanıyorlar. İnsan Arabistan'a vardığında Avrasya'nın çoğu insanlarca tutulmuştu. Afrikalı göçmenler dünyaya yayıldıkça insanlara karışıp bugünkü insanlar ortaya çıktı insan Sapiens Ortadoğu ve Avrupa'ya ulaştığında Neandertallerle karşılaştı. Bu insanlar Sapiens'ten kaslıydı, beyinleri daha büyüktü ve soğuk iklimlere daha iyi adapte olmuştu aletleri vardı ateşi kullanabiliyorlar ve iyi avcılardı hasta ve yaşlılarına bakıyorlardı uzun yıllar ciddi fiziksel engellerle yaşayıp akrabalarına baktılar Neandertaller genellikle kaba saba ve aptal "mağara insanları" olarak karikatürize edilir


Irk Karışımı Teorisi'ne göre, Sapiens Neandertal topraklarına yayılınca, iki insan birleşip birbirleriyle karıştılar. Avrasyalılar saf Sapiens değil Sapiens ve Neandertallerin karışımıdır. Doğu Asya'ya ulaşan Sapiens'te oradaki yerli Erectus'la karışmıştır, Çinliler ve Koreliler Sapiens'le Erectus'un karışımıdır. Yerine Geçme Teorisi" başka bir kurgu anlatır: uyumsuzluk, tepki ve soykırım Sapiens ve insanların farklı anatomileri vardı çiftleşme alışkanlıkları ve vücut kokuları farklıydı, birbirlerine cinsel ilgi düşüktü. Neandertal Romeo ile Sapiens Jülyet âşık olsalar bile çocuk yapamazlardı, iki tür arasındaki genetik uçurum büyüktü. iki tür birbirlerinden ayrışmıştı Neandertaller ölünce veya öldürülünce, genleri de yok oldu Sapiens diğer türlerle karışmadan onların yerine geçti. günümüzdeki insanların tamamının soyu 70 bin yıl önce Güney Afrika'ya kadar götürülebilir. İnsan soyu Sapienslere dayanır Yerine Geçme teorisine göre yaşayan tüm insanlar aynı genetiğe sahiptir
Bunu ilk beğenen sen ol.
Yönetici
RE: İlim ve bilim
Kitabın yazarı için birkaç söz:
Hepsi çocuk masalı, hayal ürünü, tahminlerden ibaret, hiçbir iddianın temeli, kaynağı yok. Sırf İslam'a alternatif olsun diye uydurulmuş palavralar. İçine bir kaç defa "bilim, bilimsel, bilim insanı" gibi büyülü kelimeler ekleyerek sözde sahtekarlıklarını gizlemeye çalışıyorlar. Bilimi İslam düşmanlıklarına alet etmeyi meslek haline getirmişler.
Şu aşağılık, gazaba uğramış terörist yahudiler İslam düşmanlıklarını Bilime karıştırmasalar olmaz. Bu konuda neden seküler değilsiniz aşağılık herifler?
Şu kitabın sadece burada alıntı yapılmış olan kısmında bile onlarca iddia var, ancak hiçbirinin altını doldurmamış, dolduramaz da çünkü hepsi hayal ürünü.
Zaten maksat sahte ve büyülü sözlerle merak uyandırarak insanların kafasını karıştırmak. Amaç insanlara hakkı söylemek değil haktan uzaklaştırmak. Yahudi işgalci bir teröristten başka ne beklenebilir ki?
Diğerleri iyi vatandaş, İslam iyi insan yetiştirmeyi amaçlar.


Herkes aynı fikirdeyse,
hiç kimse yeterince
düşünmüyor demektir.
Mevlana
Bunu ilk beğenen sen ol.
Son Düzenleme: 25-12-2018, Saat:10:17 AM, Düzenleyen: alpi.
General
RE: İlim ve bilim
Kaynak tüfek mikrop ve çelik kitabı

Dünyamız gün geçtikçe gelişiyor bundan 13.000 yıl önce Buzul Çağı’nda dünyanın bazı bölgelerinde metal aletlere sahip okur yazar sanayi toplumları vardı, başka bölgelerde ise okuryazar olmayan, çiftçilikle uğraşan toplumlar diğer bölgelerdeyse taş aletler kullan anavcılık yaparak ve yaban yiyecekler toplayan toplumlar vardı. tarihsel eşitsizlikleri bugün dünyada da gözlemliyoruz metal aletleri olan okur yazarlar öteki toplumlarda üstünlük kurdu farklılıklar dünya tarihinin en temel olgusudur bu farklılıklarla ilgili düşündürücü soru şudur 1972 yılında tropik bir ada olan Yeni Gine'de O günlerde, Papua Yeni Gine, BM kararınca Avustralya yönetimi altındaydı bağımsızlık rüzgarları esmeye başlamıştı. yerli halk kendi kendilerini yönetmeye hazırlanıyordu on binlerce yıl önce Yeni Gine halkı afrikayı kendilerine yurt edinmişti ve bundan 200 yıl öncede beyaz Avrupalılar Yeni Gine'yi sömürgeleştirdiler

Yeni Gineliler ilkel aletler kullanırken Avrupa'da binlerce yıl önce metalden ve taştan yapılmış aletleri kullanıyordu merkezi bir gücün çevresinde örgütlenmeyen yeni gine halkı köylerde yaşıyordu Beyazlar buraya merkezi yönetimi getirdiler, çelik balta kibrit, ilaç ve giyim kuşam, malları getirdi Yeni Gineliler malların değerini anladı. Beyaz sömürgeciler Yeni Ginelilere “ilkel” diyerek küçümsediler Yeni Gineliler beyazlara -1972'de “efendi” diyordu- en işe yaramaz beyaz Yeni Ginelilerden daha iyi hayat yaşıyordu. Yeni Gineliler en az Avrupalılar kadar zekidir.

Yeni Ginelinin hayatıyla Avrupalının ya da Amerikalının hayatı arasında büyük farklılıklar var. büyük farklılıkların gerisinde önemli nedenler yatıyor bugün Avrasya Avrupa ve Doğu Asya ile Kuzey Amerika halkarı zenginlik ve güç bakımından dünyaya egemen olmuştur. Afrikayı egemenlik altına almışlardır bugün bazı halklar Avrupa'nın sömürgesi olmaktan kurtulmuş ama zenginlik ve güç bakımından çok gerilerde kalmıştır ne yazıkki Avustralya Kuzey, Orta ve Güney Amerika Güney Afrika'nın yerli halkları kendi topraklarının efendisi bile değiller, Avrupalı sömürgecilerce katledildiler, boyunduruk altına alındılar yok edildiler.

Peki neden bugün eşitsizlikler var ve Neden Avrupa ve Asya halkları zenginlik ve güç sahibi de başkaları değil? neden Amerika, Afrika ve Avustralya yerlileri gidip Avrupalıları ve Asyalıları öldüremedi, egemenliklerine alamadı, onların köklerini kazıyamadı?
MS 1500 yılında Avrupalı sömürgeciler dünyaya yayılırken farklı kıtalardaki halklar teknoloji ve siyasal örgütlenme bakımından farklılık gösteriyordu. Avrupa'da, Asya'da, Kuzey Afrikada metal aletler kullanan devletler ve imparatorluklar vardı sanayileşme başlamıştı Amerika'nın yerli halkları Aztek ve İnkalar taştan yapılma aletlerle imparatorluk yönetiyordu. Afrika'da Sahra'nın güneyinde demir aletler kullanan küçük devletler şefliklere bölünmüştü. çiftçilikle uğraşan kabileler ya da taştan aletler kullanan avcı/yiyecek toplayıcı insan gurup ve kabile halinde yaşıyorlardı Avustralya ve Yeni Gine halkları Büyük Okyanus adalarının ve Kuzey, Orta ve Güney Amerika kıtalarında, Sahra'nın güneyindeyse küçük halklar vardı. MS 1500 yılındaki teknolojik ve siyasal farklar çağdaş dünyadaki eşitsizliğin en nedenidir. Peki dünya 1500 yılına nasıl geldi?

Buzul Çağı'nın sonunda, yani MÖ 11.000 yılına kadar bütün kıtalar ve halklar avcılık ve yiyecek toplamakla geçiniyordu. MS 1500 yılındaki teknolojik ve siyasal faklılık nedeni MÖ 11.000 yılıyla MS 1500 yılında anakaradaki farklı halkların farklı hızda gelişmesidir Avustralya ve Amerika yerlileri avcı/yiyecek toplayıcı olarak kalırken, Avrasya Amerikabve Sahra'nın güneyindeki halklar tarım, hayvancılık, teknolojis siyasal örgütlenme ile uğraşmıştır Avrasya ve Amerika'n halkları yazıyı bulmuşlardır Güney Amerika And Dağları'nda bronz aletlerin üretimi 1500 yılından önceki yüzyıllarda başlarken Avrasyada 4000 yıl önce başlamıştır Tasmanya Avrupalı kâşiflerce MS 1642 de keşfedilmiştir o zamanki taş teknolojisi, Yukarı Avrupa'nın on binlerce yıl önce Yontma Taş Çağı'ndaki teknolojisinden daha basitti.

çağdaş dünyadaki eşitsizlikle lgili şöyle sorabiliriz: insanlar neden farklı kıtalarda farklı hızda gelişti? Tarihin seyrini oluşturan bu hız farklılıklarıdır Çağdaş dünyayı fetihler, salgın hastalıklar ve soykırımlar biçimlendirmiş şey halkların ilişkisi ve farklılıkları yüzyıllar geçmesine rağmen sona ermemiştir Afrika bugün sömürge ile boğuşuyor. başka bölgelerde iç karışıklıklar gerilla savaşları sürüyor, yerli nüfuslar ülkelerini ele geçirenlerle savaşıyor Orta Amerika Meksika Peru Yeni Kaledonya Sovyetler Endonezya bazı bölgelerinde. Yerli nüfus Hawaii'nin, Avustralya'nın, Sibirya'nın yerli halkı, Amerika Kanada Brezilya, Arjantin ve Şili'de ki yerliler soykırımlar ve hastalıklarla sayıca azaldılar istilacıların torunları onlarınkini kat kat aştı. iç savaşa kalkışamayacak olsalarda hakları için bilinçleniyorlar Halklar arasındaki farklılıkların ekonomik ve siyasal ve dilsel yansımaları var

dünyada yaşayan 6000 dilden çoğu yok olma, yerini İngilizce, Çince ve Rusçaya bırakma tehlikesiyle karşı karşıya. Çağdaş dünyadaki sorunların kökeninde farklılıklar yatıyor. psikologlar katillerin ve tecavüzcülerin ruhlarını anlamaya tarihçiler soykırımları anlamaya, doktorlar hastalığı anlamaya çalışır araştırmacıların amacı cinayeti, tecavüzü, soykırımı, hastalığı haklı göstermek değil Tam tersine sebepleri ve nedenleri ortadan kaldırmak istemeleridir

Avrupa merkezli bir tarihe takılıp kalmak son birkaç yüzyılın geçici bir olgusudur bugün Japonya'nın, Güneydoğu Asya'nın üstünlüğü geride kalmak üzere Uygarlık" ve "uygarlığın doğuşu" gibi sözlerden, uygarlık iyi bir şeymiş anlamı avcı/yiyecek toplayıcıları mutsuzmuş, 13.000 yıldır tarihin gelişimi insana büyük katkıda bulunmuş, anlamı çıkıyor sanayileşmiş toplumlarda avcı/yiyecek toplayıcı kabilelerden “daha iyi” olduğu, ya da avcı/yiyecek toplayıcı toplumlara özgü hayat tarzını bırakıp demire dayalı devlet olma aşamasına geçmenin “gelişme"yi temsil ettiği, insan mutluluğuna katkıda bulundu Amerika kentleriyle Yeni Gine köyleri arasında uygarlığın nimetleri hem var hem yok avcı/yiyecek toplayıcı toplumların üyeleriyle karşılaştırıldığında günümüz sanayi ülkelerin daha iyi sağlık hizmeti alıyor cinayetten ölme tehlikesi daha az, daha uzun yaşama şansları var ama eş-dost ve büyük aile dayanışmasından çok az yararlanıyorlar. İnsan topluluklarındaki coğrafi farklılıklarda belirli bir insan topluluğunu çıkarmak yerine tarihte ne olup bittiği anlaşılmalıdır

halklar arasında biyolojik farklar vardır MS 1500 lerde Avrupalı kâşifler, dünyadaki teknoloji ve siyasal örgütlenme bakımından büyük farklılıklar vardır, bunun farkına varan sömürgecilerin yerli halkları yurtlarından kovması, en uygununun
ayatta kalması ilkesinin örneğiydi. genetik biliminin doğuşuyla açıklamalar genetik terimleriyle yeniden dile getirildi. Genetik olarak Avrupalıların Afrikalılardan Avustralya yerlilerinden zeki oldukları kabul edildi.
Bugün Batıda ırkçılığa karşı olduklarını dile getiren kesimler var. Ama pek çok Batılı ırkçı açıklamaları kabuletmeyi sürdürüyor. Japonya'da ve pek çok ülkede bu tür açıklamalar özür dilemeden ileri sürülüyor. eğitimli beyaz Amerikalılar, Avrupalılar ve Avustralyalılar, Avustralya yerlilerinin ilkel olduğu düşüncesindeler. beyazlardan farklı görünüyorlar. Avrupa sömürgeciliğinde hayatta kalmış yerlilerin bugün yaşayan torunları beyaz Avustralya toplumunda ekonomik açıdan başarılı olmakta güçlük çekiyor.

Avustralya'ya gelen beyaz göçmenler okuryazar, sanayileşmiş, siyasal merkezi demokratik, metal alet kullanan, yiyecek üreten bir toplum kurdular; bütün bunları topu topu bir yüzyılda başardılar, yerli halk 20.000 yıldır metal kullanmadan avcı/yiyecek toplayıcı kabileler halinde yaşıyordu.
İnsan toplulukları gelişirken iki çevre koşulları aynıydı, tek değişiklik çevredeki halktaydı. Avustralya'nın yerli halkıyla Avrupa toplumlarındaki farkın, halkların kendilerindeki farktan kaynaklanıyordu

ırkçı açıklamalara karşı çıkıyorsak bunları yalnızca iğrenç bulduğumuzdan ve yanlış olduklarındandır. insanlar arasındaki teknolojik farklılıklarla paralellik gösteren zekâ farklılıkları çağımızda "Yontma Taş Çağı'nı' yaşayan halklar sanayileşmiş halklardan zekâ bakımından daha ileri. Avustralya ve Yeni Gine yerlileri gibi-teknolojik açıdan ilkel halklar, kendilerine fırsat tanındığında sanayi teknolojilerini çok iyi öğreniyorlar.
psikologlar farklı coğrafyadan gelen ama aynı ülkede yaşayan halklar arasındaki zekâ farklılıklarını ortaya koymak için çok çaba harcadılar. Özellikle beyaz Amerikalı psikolog Afrika kökenli Amerikan zencilerinin Avrupa kökenli beyaz Amerikalılara göre zekâca doğuştan geri olduğunu yıllardır göstermeye çalışıyor.


birbiriyle karşılaştırılan halklarda çevre ve eğitim bakımından büyük farklılık var. yetişkin insanlar olarak bilişsel yeteneğimiz çocuklukta yaşadığımız çevreden etkileniyor öncedenvar olan genetik farkları saptamak güçleşiyor. İkincisi, bilişsel yeteneğimizi ölçen testler yani zekâ testleri kültürü ölçer, Çocukluktaki çevreden öğrenilmiş bilgilerin zekâ testi sonuçları üzerinde tartışmasız etkileri var, psikologlar tüm çabalarına karşın beyaz olmayan halkların zekâlarındaki genetik bozukluğu saptayamamıştır.
Bunu ilk beğenen sen ol.
General
RE: İlim ve bilim
Kaynak carl sagan kozmos

Dünyamızı engin bir okyanusa benzetirsek Her kuşağa düşen okyanustaki adaya toprak katarak büyütmektir. Kainat OLMUŞ VEYA OLAN YA DA OLACAK HER ŞEYDİR. Kozmos düzen içinde ki evren anlamında Yunanca bir sözcüktür düzendir karmaşa ve Kaos’un karşıtıdır. Evreni oluşturan canlı ve cansız varlıkların birbirleriyle uyumunu içerir karmaşık ama gizemli bir incelikle işlenmiş bağlara karşı hayranlık ifade eder

Evreni düşünmek heyecan verir. İnsanın sesini soluğunu kesen ürperti veren, başdöndürücü bir duygudur tüm sırları yaratan en büyüğümüz Rabbimiz evreni yaratmıştır evrendeki mekân ve zamanı aklınızla anlayamayız yaşadığımız yerküre, başsız ve sonsuz bir enginlikte kaybolan minicik bir gezegendir. insan soyu her dem genç, her dem merak küpü ve her dem cesur, ve umut vericidir. Son iki bin yıllık dönemde evren ve kainat konusunda çok şaşırtıcı ve beklenmedik buluşlara ulaşıldı Bu buluşlar insanı heyecanlandırıyor. insanın gelişimi sonucu meraklı insanoğlu öğrenmenin, anlamanın insana sevinç verdiğini ve bilginin hayatta kalmanın önkoşulu olduğunu biliyor geleceğimiz kainatın her zerreciğini ne denli iyi bileceğimize bağlı

Bütün buluşlar keşifler, kuşku ve hayal gücüyle gerçekleştirilmiştir. Hayal gücü bizleri bilinmez diyarlara götürür o olmadan hiçbir yere ulaşamayız. Kuşku düşle gerçek arasındaki farkı bulmamızı sağlar Kainatın zenginlikleri sınırsızdır. Her zerresi ayrı bir hayranlık uyandırır dünyanın her parçası olağanüstü güzelliktedir parçalar arasındaki her bağlantı, sınırsız bir zenginlik kaynağıdır Yerküremizin yüzeyi, okyanus ve kıyıları oluşturur. Evren sınırsızdır biz ise sadece küçük bir kıyısında dolaşmaktayız evren denizinde sadece ayak parmaklarımızı ıslatabilmekteyiz...

Dünyada uzunluk ölçüsü olarak kullanılar metre ya da kilometre Kainatı ölçemez evren çok büyüktür ve kilometreler anlamsız kalır. Evrenin ölçüsü ışık hızıdır. Işık, saniyede 300.000 kilometre hızla ilerler. yerküremizin çevresini saniyede yedi kez dolanır bu. Işık sekiz dakikada Güneş’ten dünyaya ulaşır. Yani yerküremizin Güneş’ten sekiz ışık dakikası uzaklıkta olduğunu söyleyebiliriz. Bir yılda ışık uzayda on trilyon kilometre kateder. Işığın bir yılda aldığı mesafeye ışık yılı denir. Işık yılıyla zaman değil, uzaklık ölçülür.

Yerküremiz Kainattta tek yer değildir kuşkusuz. Kainat sınırsızdır gezegen yıldız ve galaksiler kainatın sadece zerreleridir, Kainatın en önemli özelliği engin, soğuk ve her yeri kaplayan sonsuz uzaydır. Galaksilerdeki sonsuz uzay gecesi garip ve ıssızdır ancak uzay ve kainattaki gezegen yıldız ve galaksiler eşsiz bir güzellik oluştururlar evrende dünya yüce yaratıcının eseridir ve her zerresi eşsiz kıymettedir
Galaksilerare bakabilirsek, uzay dalgaları üzerine yayılmış köpük gibi hafif ışıltılı şekiller görürüz. Bunlar galaksilerdir bazıları tek başına, bazıları küme küme engin kainatın karanlığına dolaşırlar. Biz Yerküremizden sekiz milyar ışık yılı uzakta bulutsu yıldızlar (nebulalar) yöryöresindeyiz burası evrenin en uç bölümünden biri

Evren gazdan, tozdan, yıldızlardan oluşur, milyarlar ve milyarlarca yıldız güneş işlevi görüyor olabilir galakside yıldızlar ve dünyalar vardır. Belki de canlı varlıklar, akıllı canlılar ve uzay uygarlıkları evren her biri eşsiz güzellikte bir koleksiyonu anımsatır, deniz kabukları mercanlar Ölçülemeyecek kadar uzun zaman dilimleri içinde doğanın ve kainatın ürünleridir bunlar Yüz milyar kadar galaksi, ve yüz milyar yıldız vardır galaksilerde, yıldız ve gezegenler olabilir Bu akıl almaz sayılar karşısında, neden tek bir yıldız, yani Güneş insanların yaşadığı bir gezegene yaşam veriyor

Kainatta evrende uzayda diğer gezegenlerde hayat olması güçlü bir olasılıktır. Ama biz insanlar bilemiyoruz. Sekiz milyar ışık yılı uzaklıktan, Samanyolu’nun içindeki kümeyi bile zor bulabiliriz, Güneş’i ya da yerküreyi akılla anlamak imkansızdır şu an için Üzerinde insan yaşadığından emin olduğumuz tek gezegen, yerküremız kayalar ve madenlerden oluşmuş minnacık küredir: Dünyamız. Güneş ışığının yansımasıyla hafif parlar yerküre uzayda kayıp bir cisimdir
dünyamızdan yola çıkarsak Galaksiler Kümesi» iki milyon ışık yılı ötededir ve yirmi ana galaksiden oluşur. dağınık ve karanlık bir kümedir. Bu galaksilerden biri, yeryüzünden görülen Andromeda galaksisindeki yıldızlardan, gazdan ve tozdan oluşmuş kocaman fırıldaktır; kendisine bağlı iki uydusu bulunur.

Dünyamız 250 milyon yılda bir döner Yuvamız olan yerkürede galaksinin kıyılarına doğru gelirsek karanlık bir bölgeye gireriz. aydınlanmış yıldızlardan, sabun köpüğü görünümünde olmasına karşın, içine 10.000 Güneş ya da bir trilyon yerküre sığacak büyüklükte olanları vardır. bazıları ise ufaktır Bazı yıldızlar, örneğin, Güneş tek başınadır. Diğerleri kalabalıktır yıldız sistemleri çifttir ve iki yıldız birbirinin yörüngesinde dolaşır. yıldız kümelerinde, üçlü sistemler yada birkaç düzine ve binlerce yıldızın yer aldığı gruplar vardır. Yıldızların kümeler oluşturduğu bölgeleri güneş aydınlatır. çift yıldızlar, birbirlerinin yakınından geçerler aralarındaki mesafe toza boğulur. Çoğunun birbirinden uzaklığı Jüpiter’in Güneş’ten uzaklığına eşittir. Bazı genç yıldızlar süpernovalar bağlı bulundukları galaksi kadar parlaktır; «kara delikler» ise birkaç kilometre uzaktan bile görülemezler. Bazıları parıltılıdır, bazıları yanıp söner ya da göz kırpıştırırcasına parıldar. Kimisi çok edalı döner durur; kimisi de öylesine çılgınca döner ki, kutupları yamyassı gibi görünür. Yıldızların gözle görülen kızılötesi ışık çıkarırlar; bazıları parlak X ışınları ya da radyo dalgaları kaynağıdır Mavi yıldızlar genç ve kızgındır sarı yıldızlar orta yaşlıdırlar çoğu bu sınıftadır kırmızı yıldızlar yaşlı ve ölgündür küçük beyaz ya da siyah yıldızlar ölümün eşiğindedirler.

Samanyolu’nda karmaşık ama uyumlu her türden 400 milyar yıldız yer alır. Gezegende insanların yakından bilebildikleri sadece birkaç yıldız vardır
Her yıldız sistemi, uzayda ötekilerden nice ışık yılı uzaklıktadır Kendi gezegen ve güneşden başka bir şeyin varlığından habersiziz yalnızca bunlara ait bilgi edinmeye çalışıyoruz kainatı aklımızla düşünemiyoruz Yıldızlardan bazıları, donmuş milyonlarca cansız ve taşlaşmış dünyacıklarla, gezegen, sistemleriyle çevrilidir. yıldızların bizimkine benzer bir gezegen sistemi vardır dış sınır çizgisinde, gazların büyük halkalar oluşturduğu gezegenler buzlu aylar, merkeze yakında küçük, sıcak, mavimsi beyazlıkta bulutlarla kaplı dünyalar bulunabilir. Bunların bazılarında, insana benzer akıllı yaratıklar gelişip gezegenlerinin yüzeyini büyük yapılarla kaplamış olabilirler.

Kainatta başka canlılar akıllı yaratıklar varmıdır Bizlerden değişik yapıya mı sahiptirler? Şekilleri nasıldır kimyasal, biyolojik yapılan nedir? Tarihleri
politikaları, bilimleri, sanatları, müzikleri, dinleri, felsefeleri nedir? Günün birinde belki bilebileceğiz.
yerküremizden bir ışık yılı uzaklıktaki Güneş’imizi buz, kaya ve moleküllerden oluşmuş buz yığını çevreler. kocaman buz yumakları yığını küre biçimindedir, bunlar kuyruklu yıldızların kaynağı çekirdeklerdir. yıldızlar çekim gücü aracılığıyla bunlardan birini güneş sistemine iter. Güneş’in ısıtmasıyla buz buharlaşır ve güzel bir kuyruklu yıldız kuyruğu oluşur.

gezegenler büyükçe dünyalardır Bunlar çekim gücüyle dairesel yörüngeler çizerler ve Güneş tarafından ısıtılırlar. Platon metanlı buzla örtülüdür ve eşiğinde kocaman Charon Ay’ı vardır. Çok uzağındaki Güneş’in aydınlattığı Platon gezegeni, simsiyah göklerde küçücük bir ışık noktasıdır. Gaz dolu dev dünyalar olan Neptün, Uranüs, Satürn ve Jüpiter’i çevreleyen buzlu Ay’lar vardır Satürn, güneş sisteminin elmas parçasıdır. Gazlı gezegenlerle yörüngelerinde dolaşan aysberglerin oluşturduğu bölgenin içerleri iç güneş sistemini oluşturur. Burada kıpkırmızı Mars gezegeni vardır. Yükselen volkanların, kocaman vadi yarıklarının, gezegeni baştan başa yarıkların gezegeni baştan başa kasıp kavuran kum fırtınalarının saptandığı gezegende hayat şekilleri de bulunabilir. Her gezegen Güneş’in yörüngesinde dolanır Bize en yakın olan bu yıldız, hidrojen ve helyum ateşinde termonükleer tepkilerle tüm sisteme ışık yağdırır.

Kainatta dünyamız küçücük, «Dikkat kırılacak » denecek kadar çelimsiz ve mavi beyaz renklidir Kendilerini dev aynasında görenler bile, bu engin kainatta kaybolmuş bir noktacık gibidir yerküremiz Çok sayıda dünyalar arasında yalnızca bir tanedir
Ve yalnızca bizim için anlam taşıyor olabilir. Yerküre bizim yuvamız, bizim yaşam kaynağımız İnsan türü bu yerkürede yaratılmış kaderimiz belirlenmiş

Dünyaya hoşgeldiniz... Mavi renk nitrojenli göğünde, su okyanuslarında, serin ormanlarında ve meralarında cıvıl cıvıl hayat kaynayan yerküremize hoşgeldiniz. Kainatta çok güzel ve enderdir gezegenimiz. şimdilik tektir . Uzay ve zamanda yaptığımız yolculukta, evrenin kesinlikle canlıya dönüştüğü yer olarak şimdilik yalnızca Dünyayı gösterebiliriz. Başka dünyalar uzayda belkide vardır. O dünyalar için yapacağımız araştırmaları, bir milyon yıl boyunca türümüzün erkek ve kadınlarının çabalarıyla oluşturduğu bilgi birikimiyle dünyada başlatacağız. Zekâ pırıltısı insanların bilgiye ve bilime değer verilen bir dünyaya gelme mutluluğuna sahibiz yıldızdan oluşan Dünya adlı yerkürede yaşayan bizler, yuvamızın derinliklerine doğru keşif yolculuğuna çıkıyoruz.

Yerküremizin küçük bir dünya olduğunun anlaşılması, birçok önemli keşfin yapıldığı Ortadoğu’da aydınlığa kavuşmuştur. Bu keşif MÖ 3. yüzyıl olarak belirlenen zamanda, o dönemin en büyük metropolü Mısır’ın İskenderiye kentinde oldu. Eratos adlı birine. Çağdaşları arasından kıskanç biri, ona «Beta» lakabını takmıştı. Beta, Yunan alfabesinin ikinci harfidir. Eratos dünyada birinci değil ikinci kaldığı için ona bu lakabı verilmişti. Oysa her işte birinciydi. Astronomi bilgini, filozof ozan, tiyatrocu ve matematikçiydi.
Astronomik kitaplar Yazdı kitaplar ve Acı Çekmekten Kurtuluş Yolu adlı bir kitabı da bulunuyor. İskenderiye Kent Kitaplığının yöneticisiydi. papirüse yazılı kitaplardan birini okurken, Nil nehrindeki Syene adlı güney sınır karakolunda yere dikilen sopaların
21 Haziranda gölge yapmadıklarına ilişkin bir yazıya rastladı. Yaz günlerinin uzun olduğu gün dönümünde, saat öğlene yaklaştıkça, tapınak sütunlarının gölge boyları kısalıyordu öğlen vakti gölge kalmıyordu. O an Güneş’in derin bir kuyu dibindeki suya yansıdığı görülebilirdi Güneş o an tam tepedeydi.
Bu gözlem ihmale uğrayabilirdi. Sopalar, gölgeler, kuyudaki ışık Güneş’in konumunun ne önemi olabilirdi? Eratosun günlük olgular üzerinde durması dünya hakkındaki görüşleri değiştirdi. Eratos deneylerinde İskenderiye’de toprağa dikilen sopaların 21 Haziran günü Öğlene doğru gölge yapıp yapmadıklarını gözledi. Ve gölge yaptıklarını gördü. şu soruyu sordu: Nasıl oluyor da aynı gün aynı anda Syene’de dikilen bir sopa gölge yapmıyor da, kuzeydeki İskenderiye’de sopaların gölgesi oluyordu?

Eski Mısır’ı gözönüne getirin haritaya aynı uzunlukta iki sopa dikildiğini düşünün. Bunlardan biri İskenderiye, öbürü de Syende olsun. günün belirli anında her iki sopa da güneşte gölge yapmıyordu diyelim. Bundan yeryüzünün düz olduğu sonucu çıkardı. O takdirde, her bölgede güneş tam tepede olurdu. iki sopa eşit boyutlarda gölge yapsaydı, o takdirde yassı yeryüzündekilerin bile, bu engin kainat okyanusunda âdeta kaybolmuş bir noktacık gibi dururdu


40.000 kilometre yerküremizin çevre ölçüsüdür. Bunu mö mısırda Eratos adlı bilgin kullandığı araç yalnızca sopalar gözleri, ayakları ve beyniydi Eratos yerküremizin çevre ölçüsünü yüzde ikilik hata payıyla 2.200 yıl önce bulmuştur gezegenimizin çevre ölçüsünü sağlam bir temele dayanarak tam olarak ölçen ilk insandır. Mö Akdenizde denizciliğin geliştiği İskenderiye'de gezegenimizin en büyük limanıydı. Yeryüzünün çaplı bir küre olduğu bilinince, keşife çıkmak insan aklını kurcaladı yerkürede deniz yolculuğu ilginçti Mısır Firavunu Necho’nun emrindeki Finike filosu Afrika kıtasını dolaştı. küçük teknelerden oluşan yelkenli kayık filosu, Kızıldeniz’den hareketle Afrika’nın doğu kıyılarına Atlantik Okyanusuna açılmış ve Akdeniz’den geri gelmişti. Bu destansı yolculuk üç yıl sürdü. Voyager uzay aracının yeryüzünden Satürn’e gidişine eştir

Eratosun bu keşfinden sonra cesur ve serüvenci denizciler birçok uzun deniz seferine çıktılar. Tekneleri küçücük ve ilkeldi. Kaba pergel hesabı yaparlar, kıyı kıyı uzun mesafeler alırlardı. Geceleri göz kırpmadan yıldızları gözler ve okyanuslarda enlemleri saptarlardı. Varlığı belirlenen yıldız grupları keşfedilmemiş okyanusda güven verici oluyordu. Yıldızlar, keşif için yola çıkan insanlara dosttur yerküreyi çepeçevre denizden dolanarak keşfeden Macellan’a kadar bu işi başaran çıkmadı. İskenderiye’li bilginin yaptığı hesaba dayanarak hayatlarını tehlikeye atıp dünyayı keşfeden nice denizcinin kim bilir ne serüven öyküleri vardır

Mö mısırda uzayda:: görülen şekillerin benzeri yapılırdı. Yapılan kürelerle dünyayı keşfe çıkılırdı Akdeniz bölgesi dışındaki yerlerde yanlışlıklar göze çarpıyor. Akdenizden uzaklaşıldıkça hata payı büyümekteydi Bugün bile evrene ilişkin bilgilerimizde hatalarla karşılaşıyoruz. Birinci yüzyılda İskenderiyeli coğrafyacı Strabo şunları yazmıştı Yeryüzünü denizden dolanıp dönenlerde yolculuğu engelleyen bir kıtanın olduğunu söyleyen yoktur. denizin açık olduğunu, yolculuğa imkân verdiğini ama kararsızlıktan yola devam etmediklerini söylüyorlar... Eratos Atlas Okyanusunu büyüklüğü nedeniyle aşmak zor olmasa, İberya’dan Hindistan’a geçebileceğimizi belirtiyor... Ilıman bölgede insanların yaşadığı yerlere rastlayabiliriz... dünyanın her yöresinde insanlar yaşar ve hiç biri birbirine benzemez
Bunu ilk beğenen sen ol.
General
RE: İlim ve bilim
Kaynak islam ve ihsan .com

İLKLERİ BULAN MÜSLÜMANLAR

Yıllar boyu batının yalanları ile övünenler tarihlerinden habersiz kaldılar. İlim ve bilim yolunda hep eziklik verilmeye fakat gerçekler farklı. İşte dünya çapında bilimsel ilkleri bulan Müslüman bilim adamlarımız Îmandan mahrum kişileri, cennete girmeleri gerektiğini söyleyecek kadar methetmek lüzumsuz ve boştur. Cenâb-ı Hak, râzı olmadığı tüm gayretler için buyurur: ki Çalışmıştır boşuna!” (el-Ğâşiye, 3)


Cebir ilmi, sıfır ve rakamları Müslümanlar bulmuş ve Avrupa’ya Müslümanlar ulaştırmıştır. Ekvatorun uzunluğunu, Abbâsi Halîfesi Me’mûn (786-833) zamanında; Ahmed bin Musa ve kardeşleri, Sincan’da ve Kûfe’de yaptıkları ölçümler ve hesaplarla % 2,5’luk bir yanılma ile 39 bin kilometre olarak hesaplamışdır.
Matematikte Hârizmî, kimyada Câbir bin Hayyân, mekanikte Ebu’l-İzz el-Cezerî, astronomide Fergânî ve Battânî, tıpta İbn-i Sînâ gibi nice Müslüman dehâlar, ilim tarihinin mühim buluşlarına imza atmışlardır.

coğrafyanın ilim hâline gelmesini sağlayanlar Müslümanlardır. Dünyanın pek çok ülkesini köşe-bucak dolaşan Evliyâ Çelebi (1611-1682), 29 sene hiç durmadan bir kıtadan diğerine yolculuk eden İbn-i Battuta (1304-1369)’nın seyahatleri tarih ve coğrafya hazinesidir. Kolomb  Amerika’nın varlığını Müslümanlardan, ve  İbn-i Rüşd’ün kitaplarından öğrenmiş Bîrûnî (973-1048) asırlar önce Amerikadan söz etmiş, Pîrî Reis (1465-1554) Kitâb-ı Bahriye  eserinde, Avrupa haritasını çizmiştir. Pîrî Reis’in dünya haritası, bugün tarih ilminin çözemediği hâdiselerdendir. Grönland Adası nı aslına uygun olarak üç parça hâlinde göstermiş bu, ancak insanoğlunun aya ayak basması ile tespit edilmiştir İdrisî (1100-1166), günümüzden 800 sene önce, zamanımızın dünya haritasını çizmiştir.
Colomb, Macellan, Vespucci gibi batılı kâşifler eşkıyâdır Afrika’nın ve Amerika’nın mazlumlarını yıllarca sömüren, köle yapan, öldüren, harâmî ve hırsızlardır. Asıl kâşifler İbn-i Battuta, Evliyâ Çelebi ve emsalleridir gittikleri her coğrafyayı dünyadan en güzel şekilde haberdar etmişlerdir.

tarih felsefesinin en seçkin sîmâlarından  İbn-i Haldun(1332- 1406), sosyoloji ilminin kurucusu olarak anılmaktadır ilime ışık tutmaktadır. Mimarî denilince dünyada ilk akla gelen, muhteşem Mimar Sinan (1489-1588)’dır. Astronomi’de  Uluğ Bey ve Ali Kuşçu’nun kurduğu rasathaneler ve gökyüzü haritaları ilimde öncülerdir günümüzde batının kaleme aldığı ilmi eserlerde bunlardan bahsedilmez dâimâ ehl-i küfrün îcatları öne çıkarılır. batı, ulaştığı medeniyeti Müslümanların ilmî zenginliğine borçludur. haçlı seferlerinde ve Endülüs üniversitelerinde batı, ilmle tanışmış ancak ondan sonra kendilerini geliştirmişlerdir. Geçtiğimiz aylarda vefat eden Fuad SEZGİN, ömrünü hakikatin ispat ve beyanına vakfetmiş bir âlim idi. Günümüzde Avrupa merkezci anlayışla, matematiğin ilk kez tabiatta kullanılması, Roger Bacon (1219-1292)’a, optik ilminin ve fotoğraf makinesinin temeli olan «Karanlık oda»nın îcadı Levi ben Gerson (1288-1344)’a mâl edilmektedir. Hâlbuki her ikisinde de öncelik İbn-i Heysem (v. 1041)’e aittir. Trigonometri’nin ilim olarak inşâsı, Regiomontanus (v. 1476)’a ithaf edilmektedir. Hâlbuki Nasîruddin Tûsî (v. 1274)’ye aittir. Güneş merkezli âlem tasavvuru, Kopernik ve Kepler’e isnâd edilmektedir. Hâlbuki bu ilim Endülüslü ez-Zerkālî (11. asır) gibi âlimlerin tesirindedir. yüzlerce misal verilebilir.

16’ncı asırda batının, ilmî hakikatler karşısındaki görüşü şu seviyedeydi:
Müslüman âlimlerden tercüme edilen eserlerle, Avrupa’da astronomi yayıldı başlamıştı. Galile, Kilise’nin iddia ettiğinin aksine, dünyanın döndüğünü söyledi. engizisyon mahkemesine verildi. Ömür boyu hapsedildi Galile, cezadan kurtulmak için ifadesini değiştirdi. Kapıdan çıkarken şöyle dedi
“Ben dönmüyor desem de dünya dönüyor! ilmî ve fennî husûsda Müslümanların kendilerini küçük görmesine gerek yoktur

Avrupa’nın önemli düşünürleri Descartes ve David Hume, düşünceyi oluştururken, İmam Gazâlîden yararlanmıştır şeytânî telkinciler insana
Şeytanın gibi İslâmı kullanıp İslâmı çiğneyip, cinayetlerle, dîne ve vatana ihânete etmişlerdir. Onları hedeflerine giden her yolu mubah görmüşlerdir
şer‘î bir gayeye, şer‘î yollara islami usûllerle gidilemez. tutulan gayr-i meşrû yol, gayeyi gayr-i meşrû hâle dönüştürür. TEK ÖLÇÜMÜZ “KURAN VE SÜNNETTİR” Hadîs-i şerif buyurur ki Kur’ân ve Sünnet, kıyâmete kadar her mü’min için ve her İslâmî çalışma için yegâne kıstastır. Şeytanın gösterdiği gayr-i meşrû yollara misal verelim:
şeytan; tebliğ, emr-i bi’l-mâruf, İslâmî faaliyet, akademik çalışma bahaneleriyle, karşı cinsle karışık oturma ve halvet baş başa kalma fırsatları oluşturmaktadır gönül meyilleri ve nefsânî yakınlaşmaların sonucu feyiz ve rûhâniyetin yok olması, zinâ, boşanmalar, yıkılan aileler perişan çocuklardır. dînimizin prensipleri açıktır. Peygamberimiz’de, sahâbede, ecdâdımızda asla böyle karman çorman faaliyetler görmüyoruz. Erkekler kendi dünyalarında, hanımlar kendi dünyalarında hizmet ederler. Zarûrî görüşmeler asgarî seviyede tutulur ve ciddî bir üslûp ve tedbirlerle gerçekleştirilir.


KUR’ÂN’DA GEÇEN BİLİMSEL BİLGİLER

Kur’ân-ı Kerîm, modern ilmin daha yeni keşfeddiği bilgileri asırlar öncesinden vermektedir. insanın üremesi ve embriyo husûsunda Kur’ân-ı Kerîm, modern ilmin yeni keşfeddiği bilgiler vermektedir. Âyette buyrulur:
“Andolsun Biz insanı, çamurdan bir özden yarattık. onu sağlam bir karargâhta nutfe hâline getirdik nutfeyi aleka yaptık. alekayı, et hâline soktuk; çiğnem eti kemiklere iskelete çevirdik; kemikleri etle kapladık onu başka bir yaratışla insan hâline getirdik. yaratanların en güzeli Allah pek yücedir.”(el-Mü’minûn, 12-14)

Kur’ân-ı Kerîm’in verdiği bilgilerle, modern biyolojinin tespitleri karşılaştırıldığında, aralarında tam bir mutâbakat vardır. Kanada’nın Toronto Üniversitesi’nde Embriyoloji profesörü olan Keith L. Moore, embriyoloji sahasında âyet-i kerîmelerle ilmin mütâbakat hâlinde olduğunu, hattâ Kur’ân’ın, tıp ilminin önünde gittiğini itirâf eder.

herkesin farklı bir parmak izine sahip olduğu gerçeği 19. asrın sonlarında keşfedilmiştir. Bu hakîkat i Kur’ân-ı Kerîm, asırlar öncesinden haber vermektedir: İnsan kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, toplarız; parmak uçlarını  bütün incelikleriyle düzenlemeye gücümüz yeter!” (el-Kıyâme, 3-4) Kur’ân-ı Kerîm, atomun parçalanabileceğini, çift yaratılış hakîkatini, korunmuş tavan olan atmosferi, birbirine karışmayan denizleri, atmosfer basıncını, aşılayıcı rüzgârları asırlar öncesinden bildirmiştir. Kurʼân-ı Kerîm dâimâ önden gitmekte, ilmî keşifler, ilâhî beyanları tasdîk ederek arkadan gelmektedir.



ASTRONOMİ VE MATEMATİĞİ CANLANDIRAN BİLGİN: ALİ KUŞÇU


Türk astronom, matematikçi ve dil bilimci Ali Kuşçu, 544 yıl önce vefat etti. Ali Kuşçu‘nun, doğum yeri ve tarihi 15’inci yüzyılda Özbekistan’ın Semerkant şehrinde dünyaya geldiği tahmin ediliyor. Babası, Uluğ Bey’in doğancıbaşısı olduğu için “kuşçu” lakabıyla anılan Ali Kuşçu, Timurlular devrinde Semerkant’ta yetişti Osmanlıda büyük bir şöhret kazandı.
büyük bir alim olan Uluğ Bey, Kuşçu’ya ders verdi. Kuşçu, matematik ve astronomi bilgilerini Semerkant’ta Uluğ Bey, Kadızade-i Rumi ve Gıyaseddin Cemşid’den aldı. Ali Kuşçu ilim almak için gizlice Kirman’a giderek, birçok kitab okudu. Uluğ Bey’in yanına döndüğünde Kirman’da kaleme aldığı risalesini sunarak, takdir kazandı Kuşçu, Semerkand Gözlemevi’nin müdürü Kadızade-i Rumi’nin ölümüyle gözlemevinin başına geçti İlmi araştırmalarına yenisini katmak için Uluğ Bey tarafından ilmini ilerletmek üzere Çin’e gönderildi kuşçu dünyanın yüz ölçümünü ve meridyeni hesap etti
FATİH SULTAN MEHMET İLMİNE HAYRAN KALDI

Uluğ Bey’in 1449’da öldürülünce koruyucusuz kalan Ali Kuşçu, Timurlulardan ayrılarak, hac için Mekke’ye giderken uğradığı Tebriz’de Akkoyunlu Uzun Hasan’dan büyük ilgi gördü elçilik göreviyle Sultan Mehmet Han’a gönderildi İlmine hayran olan Sultan Mehmet’in ısrarıyla elçilik görevini tamamlayıp İstanbul’a dönen Kuşçu, büyük törenler ve armağanlarla karşılandı. Sultan Mehmet, 1473’te Uzun Hasan üzerine yaptığı seferde yanında götürdüğü Ali Kuşçu’yu, Ayasofya Medresesi’ne müderris tayin etti. İstanbul’da astronomi ve matematikteki çalışmalara canlılık getiren Ali Kuşçu’nun derslerini ilim adamları dahi takip etti biliniyor.

İSTANBUL’UN BOYLAM VE ENLEM DERECELERİNİ TESPİT Eden Ali Kuşçu Sultan Mehmet zamanında Molla Hüsrev’le birlikte Semaniye Medreseleri’nde görevlendirildi
Ali Kuşçu’nun, İstanbul’un 60 derece belirlenen boylamını düzeltip 59 derece, enlemini 41 derece 14 dakika olarak tespit etti 15 Aralık 1474 te İstanbul’da vefat eden Ali Kuşçu, Eyüp Sultan Türbesi civarına defnedildi. Kuşçu’nun yetiştirdiği talebeler arasında torunu Mirim Çelebi ile Molla Lutfi meşhurdur. Ali Kuşçu’nun eserlerini Astronomi Matematik”, “Kelam Fıkıh” ve “Dil-Gramer” olmak üzere 3 grupta toplamak mümkün.

İLİM MERKEZLERİ

Meşhur tâbiîler; İslamım sınırları genişledikten sonra Mekke, Medîne, Kûfe, Basra, Şam ve Mısır gibi ilim merkezlerinde yetişmişdir.
Hz Peygamber döneminde başlayan fetihler onun vefatından sonra da devam etmiştir. halîfeler devrinde, İslam coğrafyası genişlemiş, İslamın sınırları İspanya’dan Çin’e uzanmıştı.
Sahabe fethedilen yerlere yerleşmiş Sahabîlerin yerleştiği şehir kısa zamanda ilim merkezi haline gelmişdir. Hz Peygamberin dizinde yetişmiş, Kur’an, Sünnet ve Fıkıh bilgisine sahip sahabîlerden bilgi almak isteyen öğrenci halkası Öğretmen sahabilerin çevresinde toplanmıştır ilim merkezlerinde, hadis ve İslamî ilimlerin temelleri atılmıştır. Meşhur ilim merkezleri şunlardır: Medîne, Mekke, Kûfe, Basra, Şam ve Mısır.


KAS HAREKETLERİYLE KONTROL EDİLEN BOMBA İMHA ROBOTU GELİŞTİRDİLER

Niğde’de iki öğrenci, bomba imhada kullanılan giyilebilir teknolojiyle kontrol edilen araç tasarladı. Niğde Akşemseddin Bilim ve Sanat Merkezi öğrencileri Talha Açıkgöz ve Alperen Kahraman, giyilebilir teknoloji kullanarak robot tasarladı. Kola takılan bir aygıtla kas hareketleriyle sağa sola ve ileri geri hareket ettirilen robot, şüpheli paket ve bombaları alıp başka yere taşıyabilecek ve fünye düzeneği patlayıcı imha edecek. Talha Açıkgöz, gazetecilere yaptığı açıklamada, “Askerlerimiz bedenen mayın taramak yerine bu araçla uzaktan kontrol sağlayacak. Ve askerlerin şehit olmasının önüne geçeceğiz. 21. yüzyılın teknolojisini kullanmaya yaklaşmış olacağız.” dedi. Alperen Kahraman Projemizde giyilebilir teknolojiden faydalandık. Giyilebilir teknolojiyle kas hareketlerinin verilerini alarak yaptığımız robotu ileri geri, sağa sola hareket ettirdik. Üzerindeki kamerayla internete anlık görüntü akışı sağladık.” diye konuştu. Proje danışmanı Ertuğrul Özar öğrencileri tebrik ederek “Öğrencilerle birlikte dört yıl çalıştık. katma değeri yüksek teknolojik ürünü gerçekleştirdik. Türkiye inovasyon yarışmasına başvurduk. final aşamasındayız.” ifadelerini kullandı.


HAYAT KURTARAN İLİM

İlmin hakîkati, yaşanmasıyla ortaya çıkar. Bildiklerini tatbik etmeyen âlim, “kitap yüklü merkep” misâli, mânâsız bir hamallık yapar. İlim, kişiyi Hakk’a, hakîkate, takvâya, sâlih amellere sevk ediyorsa ilimdir. Şeytan’da da ilim vardı, Kârun da ilim sahibiydi. Fakat ilim, onları dehşetli bir kibir ve gurura sürüklemişti. İlim, lâyıkıyla amele  dönüşmez, ahlâka yansımazsa emekler israf olmutur. Peygamberimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem-“Allâh’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşû duymayan kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabul edilmeyen duâdan Sana sığınırım.” (Müslim, Zikir, 73; Nesâî, İstiâze, 13, 65) buyurmuştur

İmâm Gazâlî Hz leri  buyurur ki
“Ömrünün sonuna bir hafta kaldığını öğrensen, mutlakâ sana faydalı olacak bir ilimle uğraş  kalbini yokla dünyevî ihtiras ve menfaatten alâkanı kes Güzel huylarla bezenmeye çalış. insanın her gün ve gecede ölmesi mümkündür Öyleyse, seni Allâh’ın azameti karşısında duygulandırıp mâneviyâtını düzeltecek ilimlerle meşgul ol!”

Şeyh Sâdî-i Şîrâzî buyurur: “Ne kadar okursan oku, bilgine yakışır şekilde davranmazsan, câhilsin demektir.”
Selmân-ı Fârisî -ra, Diclede  yürürken, arkadaşına haydi su iç demişti. Arkadaşı Kandım!” cevabını verdi. Hz Selman: içtiğin suyun nehirden bir şey eksilttiğini söyleyebilir misin?” diye sordu. Arkadaşı: Hayır.” dedi Selman -ra
İşte ilim de böyledir, tükenmez sana faydalı ilmi öğren!”tavsiyesinde bulundu.

Bir âlim gemiye binmişti ilminden kibre kapılan alim bir gemici ile sohbet ettiği sorduğu sorulara bilmem  cevabını  alınca ilmiyle gururlandı Yazık Cehâletin sebebiyle ömrünü ziyân ettin dedi. Temiz kalpli gemicinin, gönlü kırıldı olgunluğundan cevap vermedi 
şiddetli bir fırtınaya yakalandılar Herkesi büyük bir telâşa kapıldı gemici, alime  dönüp: üstad yüzme bilir misin?” diye sordu. alim, solmuş, 
ve sararmıştı Hayır, bilmem!..” dedi.
gemici gayet mahzun bir edâ ile ilim bilmediğim için yarı ömrüm mahvolmuştu. sen ise yüzme bilmediğin için bütün ömrün mahvoldu. gemimizin girdaptan kurtulma imkânı 
yoktur. Ey alim  deryâda yüzme ilminin faydalı ve zarûrî  olduğunu bilmiyor muydun?..” 
fânî vücut gemisi ölüm girdabında  çırpınırken, yaşanmayan, irfâna 
dönüşmeyen ve nefsin rahatına hitâb eden bilgiler  fayda  vermeyecektir.  Günah girdaplarında boğulmaktan kurtulmanın yegâne çâresi; helâli, haramı bilmek ve tatbik etmektir ancak böyle bir ilim, bizleri iki cihan saâdetine nâil edebilir.


AMELSİZ İLİM MEYVESİZ AĞAÇ

İmâm-ı Gazâlî Hz leri, ilmin zirvesinde iken şöyle anlatır: Çok talebelerim vardı. Hâlimi düşündüm. İlimdeki niyetimi düşündüm. Hâlis, Allah rızâsı için olmayıp, makam sevdâları ve şöhretlerle karışık buldum anladım ki, helâk sâhilindeyim. Uçurumdayım dedimki Haydi çabuk ol, ömründen az kaldı. Kazandığın ilim hakîkate geçmez ise, aldatmacadan ibârettir. gereksiz alâkaları ve engelleri kaldırmaz isen, sonun ne olacak?» dedim. Dünyâ ve dünyâcılardan kaçmak ile, dünyâ ve âhiret isteği arasında altı ay şaşkın, inler ve ağlar hâlde kaldım. Kalbim muzdarip oldu. Aczimi gördüm İhtiyârımın düşüşünü seyrettim. Devâsız derde, çâresiz hastalığa dûçâr kimse gibi Allâh’a, yanarak, yalvararak ve sızlanarak ilticâda bulundum Neml Sûresi âyet 62’de sıkıntılı ve çâresiz bir kimse duâ ettiği zaman, duâsını kabûl edip fenâlığı kaldıran…Allah Teâlâ duâmı kabul buyurup kalbimi uyandırdı. İçimdeki mal, makam arzusu kaldırıldı. Hepsine yüz çevirdim. Zikir, uzlet, halvet, nefsin tezkiyesi ve ahlâkın mükemmelleşmesi ile meşgul oldum. İlm-i yakîn ile bildim ki, Allâh’a kavuşanlar ve hidâyet yolunun yolcusu olanlar, tasavvuf ehli büyüklerdir. En güzel sîret ve ahlâk onlardadır onların zâhir ve bâtınındaki hâller peygamberlik nûrundan alınmıştır. Yeryüzünde peygamberlik nûrunun ötesinde bir nûr yoktur.”

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyururlar: Kim ilmini artırır da dünyâda takvâsını artırmazsa, o Allâh’a olan uzaklığını artırmıştır Hz Mevlânâ, irfân ehli olmayanların, amel-i sâlih işlemeyenlerin sarf ettikleri hikmetli sözü, ödünç alınmış süslü elbiseye benzetir.

JEOLOJİ NEDİR, NEYİ İNCELER?


Jeoloji veya yer bilimi, dünyanın katı maddesinin, içeriğinin, yapısının, fiziksel özelliklerinin, tarihinin ve onu şekillendiren süreçlerin incelenmesini içerir Yer bilimlerindendir

DAĞLAR NE İŞE YARAR?

jeoloji ilmi, dağların yer üstündeki miktarınca yeraltında da temelinin bulunduğunu keşfetmiştir. Yeryüzünü bir yatak yapmadık mı? Dağları kazıklar gibi çakılı yapmadık mı?” (en-Nebe, 6-7) âyetlerinde dağlar kazıklara benzetilmiştir. çadır kazığının yarısına yakını yere çakılmaktadır. Bunun gibi Dağları da Allah sapasağlam çaktı!” (en-Naziât, 32) âyetiyle dağların yere çakılı olduğu belirtilmiştir. jeolojiye göre dağların iç yapısı kazık görünümündedir. Aşağısında onları tutan bir kök vardır.
Dünyâ, yumurtanın sarısı, akı ve kabuğu gibi üç tabakadan meydana gelir En içte çekirdek, onu saran manto ve en üstte yerkabuğu mevcuttur. Yerkabuğu yumurtada ki gibi sert, kabuğun altındaki mağma kızgın ve akıcıdır. Yerkabuğunun kalınlığı okyanus tabanlarında ince (8-10 km.), yüksek dağların olduğu kısımlarda kalındır (30-40 km.).

dağların, mağma üzerinde yüzen kıta dengesini sağlamada mühim bir unsur olduğu, ancak asrımızda anlaşılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm bu gerçeği on dört asır önce pek çok âyetde ifâde ederr. buyrur ki Sizi sarsmasın diye yeryüzüne sâbit dağlar attı…” (Lokman, 10)
Jeo-fizikte, “sıcak noktalar” denilen ve Dünyâ’da 110 kadar olduğu belirlenen büyük dağ kitleleri vardır yerkabuğu hareketine mânî olmakta yerin derinliklerinden yükselen ve yerkabuğunu deldikten sonra yüzeyde katılaşarak bir perçin şeklinde kabuğu sâbit tutan büyük mağma kitleleridir. Âyetlerin verdiği bilgilerle bugünkü ilmî gelişmeler arasında tam bir uyumluluk vardır

KÖMÜR VE PETROLÜN OLUŞUMU

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de buyurur:
“O Rabbin otlakları çıkardı onları karamsı bir sel köpüğüne çevirdi.”(el-A‘lâ, 4-5) Bu âyetin tefsîrinde elmalılı Hamdi Efendi şöyle der: “Cenâb-ı Hak önceleri otlak, yayla, bahçe ve ormanlardaki her ağacı yetiştirdi ve bunları kapkara bir gübre ve kömür hâline getirdi. Âyetteki “ahvâ”  kelimesi; karamsı, esmer, koyu yeşil, isli, duru renklere verilen isimdir. siyah, esmer ve yeşil mânâlarıyla tefsir edilmiştir.

Jeoloji âlimleri, yeryüzünün ilk devirlerde geniş bitki örtüsü ile örtüldüğünü söylemektedir. O zaman bugünküne nazaran daha sıcak ve bol yağışlı iklimde yetişen dev cüsseli ağaçlar, yer hareketleriyle toprağın altında kalmış ve fosilleşmiştir. bugünkü kömür yatakları oluşmuştur
Bu âyetin petrolün meydana gelişine de işaret eder. âyette bitkilerin siyahımsı ve koyu yeşil sel suyuna çevrildiği haber verilir ilmî araştırmalar petrolün, yerin tabakaları arasında bir dere gibi aktığını tespit edmiştir âyet-i kerîmenin, kömür ve petrolün oluşumuyla birlikte, bilim dilinde “Petrol Göçü” denilen hâdiseye işâret ettiği düşünülmektedir.

İKİ DENİZİN BİRBİRİNE KARIŞMAMASI

Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen suları birbirine karışmayan iki deniz hangisidir Rahmân Sûresi 19 ve 20. âyetlerinde: İki deniz birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir  aralarında engel vardır; birbirine geçip karışmazlar! Kendi yapılarını muhâfaza ederler buyrulmuştur.

âyetlerde bildirilen hakîkat, asrımızın Kur’ân mûcizesidir. iki denizin birleştiği yerde suların birbirine karışmasına mânî olan bir set, görünmeyen bir perde olduğu tespit edilmiştir. Akdeniz’in suyu ile Atlas Okyanusu birbirine karışmamakta, her iki taraf aslî karakterlerini muhâfaza etmektedir. Cebel-i Târık Boğazı’nda ilâhî kudreti sergileyen mûcizevî bir perde vardır. Missisipi ve Yang-Çe gibi yüksek debili nehirler de aynı özellikte tatlı suyu ile denizin tuzlu suyunun karışması deniz kıyısından çok içeride meydana gelir. Bu ilâhî kudretin tecellîsi olup büyük bir mûcizedir.

İstanbul ve Çanakkale boğazlarındaki çift yönlü akıntı mucizevidir Akdeniz’in yoğun ve tuzlu suları, dip akıntısıyla Karadeniz’e doğru; Karadeniz’in az tuzlu suları üst akıntıyla Akdeniz’e doğru akar. Medeniyetten uzak, câhil bir toplumun içindeki ümmî bir insanın bu gerçekleri kendiliğinden söylemesi mümkün müdür? Amerikalı deniz uzmanı Prof. Dr. Heyy  uzun ilmî tedkiklerle şu hakîkatlere ulaşmıştır:
Engin suların arasına çekilen ilâhî bir kudret perdesi vardır. Bu perde, iki denizin birbirine karışmasını engelliyor. iki deniz suyunun birbirine geçmesine mânî olmuyor. Yâni bu perde, geçmesi gerekeni geçiren, geçmemesi gerekeni engelleyen çift taraflı süzgeç gibidir. bütün deniz ve okyanus sularının sıcaklık ve tuzluluk oranlarından, bünyelerindeki canlıların farklılığına kadar her biri ayrı bir âlemi ifâde eder.
Prof. Dr. Heyy’e Kur’ânî bilgiler gösterilince, birçok insaflı ilim adamı gibi hayret ve dehşetle şu cümleleri söyler ben, bu bilgileri Kur’ân’da görmekle çok şaşırdım! Bunların aslâ bir beşer sözü olmayacağı kanaatindeyim! Bu bilgiler, mutlakâ Allah tarafından bildirilmiştir
Prof. Dr. Heyy, Kur’ân’ı ve hadîs-i şerîfleri inceledi. Kur’ân’ın vahiy olması yanında birçok mûcizelerle dolu olduğunu görünce hadîs-i şerîfteki hakîkatin mûcizesini ifâde etti:
Allah Resûlü buyururlar: Gönderilen her Peygambere, insanların hidâyetine vesîle olacak bir mûcize verilmiştir. Bana verilen de Allâh’ın bana vahyettiği kelâm olan Kur’ân-ı Kerîm’dir kıyâmette ümmetimin diğer ümmetlerden sayıca çok olmasını ümit ediyorum.” 

Fizik ilmiyle meşgul olan ve Kur’ân’ı anlamaya çalışan âlimler şöyle demişlerdir: Fiziğin can alıcı esasları, noksansızca Kur’ân’da yer almıştır. bizden sonra da nice hikmetler kâinattan bilinip öğrenilecektir.”


COĞRAFYA NEDİR, NEYİ İNCELER?

Coğrafya, insan ve onun çevresiyle olan münâsebetlerini inceler Tabiat hâdiselerinin oluş ve dağılışını sebepleriyle anlatırken insana olan tesirlerini îzah eder. Ra’d Sûresi’nde, coğrafya ilmine temâs edilerek, Cenâb-ı Hakk’ın lutfu bildirilmiş ve her şeyi kullarına âmâde kıldığı hatırlatılmıştır: Görmekte olduğunuz gökleri direksiz yükselten Arş’a istivâ eden, Güneş’i ve Ay’ı emrine boyun eğdiren Allah’tır. her biri belirli vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklar
Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O’dur. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor. Şüphesiz düşünen toplum için ibretler vardır.
Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi su ile sulanır. yemişlerinde bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. akıllarını kullanan toplum için ibretler vardır.” (er-Ra‘d, 2-4)

Âyet-i kerîmeler, Allâh’ın azamet-i ilâhiyyesini gözler önüne serer sanat hârikalarından ibret almamızı ister. Cenâb-ı Hak, büyük nîmetleri biz kullarının hizmetine âmâde kılmıştır. âyet-i kerîmede buyrulur O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından lutuf olmak üzere size âmâde kılmıştır. düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (el-Câsiye, 13)

Siyâsî coğrafya ile alâkalı âyette şöyle buyrulur: Andolsun peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adâleti yerine getirmeleri için kitabı ve mîzânı indirdik. demiri de indirdik ki büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allâh’ın, dînine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri ortaya çıkarması içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, dâimâ üstündür.” (el-Hadîd, 25)
Âyette zikredilen kitabı, ilim adâlet demir ve teknolojiyi düşündüğümüzde, ilme ve teknolojiye hâkim milletlerin güç ve kuvveti ele geçirip insanlar arasında hükmettikleri görülür.

DÜNYANIN EN ALÇAK BÖLGESİ

deniz seviyesinden aşağıda bulunan Dünyâ karalarının en derini âyette tespit edilmiştir: Elif. Lâm. Mîm. Rumlar en yakın ve seviyesi en düşük yerde yenilgiye uğradılar…” (er-Rûm, 1-3)
Lût Gölü ahlâksız  Sodom-Gomore’nin yerin dibine geçtiği yerdir. Deniz seviyesinden 400 metre daha aşağıdadır. Lût Gölü’nün yüzeyi, deniz seviyesinin 400 metre altındadır gölün en derin kesimi 300 metre civârındadır. göl tabanı, deniz seviyesinden 700 m aşağıdadır. On dört asır evvel, Dünyâ coğrafyası tam olarak tespit edilememişken Kur’ân-ı Kerîm’in seviyesi en düşük yerden bahsetmesi, Kur’ân mûcizesidir.

Jeoloji uzmanı Prof. Dr. Balmar, âyeti duyduğunda îtirâz etmiş, tetkiklerin ardından demiştir ki Hayret! Hayret! Bu Kitap, hem mâzîyi hem istikbâli anlatıyor!.. Buna hiçbir beşerin gücü yetemez! bu Profesör, Mısır’da «Jeoloji Alanında Kur’ân’ın İ’câzı» adlı bir teblîğ sundu. dedi ki Ben Hazret-i Peygamber’in yaşadığı asrı ve hayat husûsiyetlerini bilmiyorum! Ancak sâde bir hayat yaşadığı husûsunda bilgim var erişilmez bilgilere bakınca anlıyorum Kur’ân’ın o döneme âit bir kültür ve eser olabileceğini düşünmek çok yanlış! Bu kitap, semâvî bir eserdir!..”akl-ı selîm, ilimle birleştiği zaman ilâhî hakîkatleri kabûlden başka çâre yoktur insanlara gerçekleri anlatan parlak ilim aynalarına ihtiyaç vardır. kıyâmete kadar bütün zamanlarda keşifler olacak ve Kur’ân mûcizeleri, ilim adamlarını hayretler içinde bırakacaktır.
Bunu ilk beğenen sen ol.
General
RE: İlim ve bilim
Kaynak ilber ortaylı kitablarından

YEMEN

Osmanlı'nın sınır vilayetlerindeki sıkıntıları anlatan iki türkümüz vardıt Birisi Estergondur bu kale halen hafızamızdadır İkincisi, yani "Havada Bulut Yok dediğimiz Hint Okyanusunun Kızıldeniz ağzındaki çileli yemen
Havada bulut yok, bu ne dumandır Mahlada ölüm yok, bu ne figandır 
Adı Yemen’dir gülü çemendir 
Giden gelmiyor, acep nedendir

Osmanlı'yı uğraştıran Yemen aşiretleri 20 milyon nüfuslu ülkede halen iktidar için en büyük sorun. Milli gelir ortalaması 900 dolara yaklaşan Yemenin bazı yerleri vah vah dedirtiyor, bazı yönleri iç açıcı Tabiat gibi şehirlerde özgün bir güzellik var burada çirkinliği örflerin sağlamlığı önlüyor. Yemende sadakat ve hayatın her safhasında örfler yaşatılıyor şehrin en güzel yerinde ayda 150 dolara güzel bir daire kiralayabilirsiniz, evlerin camların vitray ve duvardaki alçı süslemeleri zarafetle yapılmış mani Başkent San’a’nın "Bab-ı Yemen" denen eski kesimi, UNESCO korumasında

Yemen'in nüfusu 20 milyon, yüzölçümü 500 bin kilometre kare, ekili arazi çok kıymetli arazi aldığınıda alıcısının yanında mal sahipleri de ortaya çıkıyor ve mahkemelik olabiliyorsunuz Bütün hatunlar peçeli namus cinayetleri ve arazi Cinayetleri işleniyor. Dünyanın en nadide bitkileri ve ağaçları Yemende. Sedir denen vücudu ve dişi temizleyen misvakın çıkarıldığı ağaçlar, çöl bitkileri ve mango, muz, karpuz, narenciye türlerinin rekabet edemediği kadar pahalıya satılan ürün ise "kat" yaprağı.
Kat yaprağının karaciğerde tahribat yapabiliyor ve nar suyu tüketiliyor çok şekerli tatlı ve helvalar tüketiliyor. bir torba kat yaprağın fiyatı üç dolardan başlayıp 150 dolara kadar çıkıyor ve yemende genellikle Öğle valti altı-yedi saat kat yaprağı çiğneniyor Büyük tüccarlarla ahbaplık eden, Rus sefiri kat çiğnemeye alışmış ve votkayla karıştırınca işin tadını kaçmış Çiğneyince keyfe ulaşmış ama şuur açık, alışkanlık yapmıyor senelerini Amerika'da kat çiğnemeden geçiren Yemenli ülkesine döndüğünde anasının köftesini özlemişçesine kat seansına oturuyor. İşler kat çiğneyerek yapılıyor. Dışarıda çalışıp dönen Yemenlinin ülkesinden vazgeçemeyeceğinin en iyi örneği kat yaprağı çiğnemek

İb şehri; yurtdışında kazanılan paralarla zenginleşmiş Yemen çok sıcak, kış ve bahar pek yaşanmıyor. Güney ile kuzey yemen 1990 anlaşması ile birleşti ama kuzeyli aşiretlerin cumhurbaşkanı Abdullah Salih'in örgütlemesi ve güneye kitlelerle hücum etmesiyle 1994'te gerçekleşti. Gorbaçov'dan beri heryerde çekilen Sovyet sosyalizmi Yemen'de iç savaş ile geri çekildi.
Dünyada "Mesut Arabistan" veya "Yemen-i Saide" denen bu ülke köylüleri zahmet çektiği coğrafi konumu ve iklimi yemen sakinlerine ihanet etmiyor. Ektiğin kadarını biçiyorsun Mart-nisan ve ağustos yağmurları tabiatı besliyor.

Yemen turizmi dünyaya açılıyor ülkenin mimari birikimin etkisinden Sana'a'daki Mövenpick ve Taiz'deki Sofitel otelleri klasik ve modern Yemen mimarisi Eskinin ortasında ülkenin tarihi ihtişamına hürmetle yükselen yapılar. Var Petrol gelirleri ülkeyi canlandıracak, sanayi yavaş kuruluyor. ticarete yetenekliler Yemen'in Türkiye ile olan ticareti yıllık 200 milyon dolar ve Türkiye dördüncü sırada. Çin, ABD, Almanya, Britanya gibi elçilikleri var Türkiye Cumhuriyeti nin sadece iki elçilik memuru var.Türk diplomatları zor hayatlar yaşıyor

Aden Yemen'in okyanus kapısı ve Fil Burnunda okyanus sefası doyumsuz burada mart ayından itibaren sıcak ve rutubet dayanılmaz oluyor. bu güzel kıyıya çirkin bir Sheraton oteli yapılmış Güney Yemen'in eski başkenti Ingiltere'nin okyanusdaki ilk üssü, ancak Aden'in Aden cennetle alakası yok. Tepede Portekiz kalesi var. Aden Osmanlı'nın girmediği, ancak civarında konakladığı bir bölge. yerel mimari yapıya ve XIX. asrın İngiliz koloni binası şehrin çekirdeğini oluşturuyor. Sovyetler Birliği ve sosyalist cumhuriyet başkenti Moskova'da kinin tersine tüm Orta Asyaya çirkin lojmanlar inşa etmiş Adende rutubeti binalar var ve dökülüyorlar çünkü İngiliz sömürgesi çok cimri binalar inşa etmiş Sovyetler'in plansız inşaatları bıraktıkları çürük malzemeden anlaşılıyor.

Yemenin güneyindeki halk Şafii, orta ve kuzeydeki halk ise Şii ve Zeydi Zeydi imamlar beğenmediği hayırla yad etmediği bir tarihi dönem; İmam Yahya ve oğlu imam Ahmet iyi hatırlanmıyor. çarşaf çok yaygın ama kadınların idare ve eğitimde ilerlemişler Aden yabancı okullarla dolu, Türk okulları ise San'a, Taiz ve Aden'de, ilerlemiş Küba büyükelçisinin çocukları da bu okullarda Halk Cumhuriyet zamanında Macaristan'ın (Raab) şehrindeki Komünist Parti yöneticilerinin en çok çocuk yolladıkları yerdi.

Taizin , ilginç bir doğası var burada Yemen; muz ve mango bahçelerinden sonra çöl başlıyor, sonra yeşillik. Taiz yüksekte bir şehir, tepede Osmanlı kalesi var Taiz'den Huş Dağına tırmanmak ise ilginç bir deneyim.
Burası Huş'tur Yolu yokuştur" burada
Türk askerinin kanı dökülmüş ve çok sayıda şehidimiz var türkler burada en stratejik noktayı savunmuş Huş Kalesi tüm ihtişamıyla göğe yükseliyor. Rakım 3 bin metre, yemen kuzeye doğru 2 bin metre yükseklikte Yılda sadece iki ay yağmur alan, sıcak akşamları serin bir ülke, çöl ve çıplak tepelerde zümrüt gibi yeşillik ve başka yerde görülmeyen ağaç cinsleri var bunların en ilginci sadir denen, ağaç Yemen’in en ilginç rengi Yemen Yahudiliği. Bugün çok az kalmış İsrail kurulduğunda bu Yahudileri topluca göç ettirmiş ve büyük kuş motifine başvurup Uçaklara bindirilip leriçerde ocak yakıp, ekmek pişirmişler İbranca konuşup Yemende gümüş kaplamacılık yapıyorlar. Yemen Yahudiliği İbrani Kültürünü korumuş. Dil ve Ananeler kaybedilmemiş. zor zamanlarda da bizdeki Sabetay Sevi’ye gibi sahte Mesihler türemiş. hayatları ne İsrail’de ne Yemen’de kolay değil renkli bir topluluk ve hem İsrail’de hem Yemen’de cemaat halindeler

San'a'daki en büyük yapı Osmanlı'nın askeri kışlası, bugün müze olup eski vilayet konağı imparatorluğun kalıntıları... İmam Yahya'nın Dar'ül Hacar (Taş Ev) denen yazlık sarayı, onun osmanlıya bağlı bir yönetici olduğunun göstergesi; XVIII. ve XIX. asırlarda Osmanlıda mahalli derebeyi ve hükümdarların küçük sarayları vardı. Lübnan'ın Dürzi emirinin Muhtara'daki konağı Beytuddin'deki sarayı Topkapı'nın taklididir. Yanya'daki Tepedelenli Ali Paşanın da sarayı vardı. Aden'in etrafındaki Kevkeban ve Tura gibi yazlık köyler mimari ve doğasıyla nefis.

Osmanlılar Yemen’i 1517'de Memluklardan devraldı uzun cenglere rağmen Hint Okyanusunda kıyılarında Portekizliler yenilemedi Yemen Kızıldeniz'i kontrol etti buradaki Hudeyde limanından San'a'ya sevk edilen askerin çilesini bilmek lazım. XVII. asırda aşiretlerin isyanıyla Yemende kontrol kaybedildi fakat Kızıldeniz kıyıları hala elimizdeydi 19'uncu yüzyılda Yemen Mehmet Ali Paşa ve Mısır'ın elindeydi. İngiltere, Mısır gibi Yemen'i de işgal etti kıyamet koptu. 70 yıl boyu 1918'de imparatorluğumuza veda edene kadar insanımızın kanını, canını hâzinemizdeki altınları Yemene döktük.

Yemen Osmanlıya çok pahalıya mal oldu imparatorluk sembolüydü ancak Bugünün Yemenliler Türkleri diş gıcırdatarak değil sevecenlikle hatırlıyor Ticaret ve kültürel ilişkilerimiz gün geçtikçe artıyor. tespih taşı ve Yemene özgü taş ve ağaç arayan türklere rastlayabilirsiniz

Biz Yemen'i unutmadık, Veysel Karani’yi ve torunlarını saygı ile anıyoruz. Yemen kahvesi dilimizde kalmış ancak Brezilya kahvesini tercih ediyoruz. Bunu yadırgıyoruz kısaca alın bir yemen kahvesi pişirin ve kakulesini katın dedelerimiz gibi Yemen kahvesini  ve yemeni sevin


Kudüs,

Barış şehri, her zaman savaşın ve gerilimin yeri olmuştur. Kilise rahipleri bile birbirlerine husumetinden burada silahla gezerlerdi. Bugün bile ne kadar dostlar şüpheli burada Her mezhep ve tarikat birbirini dışlıyor ve kudüsteki Din kavgası dünya barışını tehdit ediyor
1516 Aralık’ında Sultan Selim kendine Yıldırım gibi yaptığı savaşlar ile Filistin'i Osmanlıya kattı Kudüs, Mekke ve Medine ile birlikte Osmanlı mülkünün gözdesiydi. Museviler ve Hristiyanlar gibi Müslümanların da kutsal yeriydi. Dört asır Kudüs şehri ve halkı üstün statüsünü korudu. XVI. asırda önemli vakıflar kuruldu. Köylülerden hafif vergi alındı. Memluklar devri eserleri tamir gördü; çeşmeler, mescitler, çarşı ve hanlar hanedan tarafından yaptırıldı. Sultan Süleyman devrinde 1532-1539 da yeniden inşa edilen Kudüs surları bütün haşmeti ile şehri çevreliyor ve surların etrafındaki cadde Sultan Süleyman Caddesi olarak anılıyor. Üstelik bu ismi kullanan İsrail yönetimi.

Memluklar döneminde Kudüs'te yaşayan ve haklı olarak iftihar eden Hristiyan ve Müslüman dengesi iyi kuruldu 100 yıllık Haçlı Seferleri ve batılı terörden Müslümanlar ve Hıristiyanlar çok çekti osmanlı devri kudüsün en verimli çağıdır XVI. asırda İspanyol engizisyonundan kaçan Ya-hudiler Osmanlının Kudüs'üne sığınmıştır kutsal topraklar hac mevsiminde Avrupalı Hıristiyanlara kapılarını açmış. Hıristiyan hacılar güvenlik içinde hacc etmiştir Osmanlının kudüsünde bütün dil ve dinlere mensup halk yaşamış Kudüs tam 400 yıl boyu I. Dünya Savaşının sonuna kadar sakin dengeli ve adaletli bir hayata sahip olmuştur 1917 de kutsal şehir İngiliz topçuları tarafından harap edilmiştir Kudüsü Almanlar yalnız bırakmıştır. savaş şehrin her tepesinde aylarca sürmüş osmanlı geri çekilmek zorunda kalmıştır Bugün İbrani Üniversitesinin bulunduğu tepedeki İngiliz mezarlığında şehit Türk subay ve erlerin mezarları da yer alır ve bugün kudüsün altını oyuyorlar ciğerler feryad ile yanıyor Yeruşalayim: Sulh selamet yeri anlamındadır; ama şehrin üç bin yıllık tarihinde ne sulh ne selamet kaldı

Bugünkü kudüs kavgası Yahudiler ve Arap kardeşlerimiz arasında tüm şiddetiyle sürüyir Hıristiyan cemaatler taraf tutuyor Rum ve Ortodokslar Filistin Araplarını destekliyor; kalabalık bir Ortodoks Arap cemaati var. Ermeniler İsrailden yanalar. Kudüs Babil ,İran, İskender  ve Selevkosların hükmünde kalmıştır. İbranca sadece ibadet ve edebiyatta kullanılıyordu. Tüm Yakındoğu’yu Aramca istila etti Hazreti isa Aramca konuşuyordu. Süryaniler, İsa’nın konuştuğu dille ibadet etmekten gurur duyarlar. İki bin yıl evvel bölgeye hükmeddiler Arami halkın tek kalıntısı bugün süryani

Ortadoğudaki savaş, dilleri ve etnik grupları yutuyor Ama dini etkileyemiyor. Üç semavi din mezhepler ve ibadetlerini koruyor. Üç din Kudüs’te çatışma içinde bugün Filistin ve İbraniler arasında kopukluk var Müslüman fetihleri Araplaşmayı getirmiştir. dil arapça olmuş ancak, ırk fazla etkilenmemiş

Kudüs, Haçlıları görünce mahzun oldu sur içindeki halk 100 yıl boyunca eziyetler çekti Batı Avrupalı ve inatçı halk. Müslümanlar kadar Hristiyanlara da dikenlerini gösterdi
Kudüs inançların şehridir bu inanç etrafında şiddetli kavgalar vermiştir israililer, Araplar’dan "İsmail’in kaba saba oğulları" diye bahseder nefret duyarlar Avrupanın ırkçıları gibi tez vakitte sulh mukadder. Olmalı Biz Türkler gibi halden anlayanların görevi sulha aracı olmakdır.

Kudüs 1517’de Osmanlıya katıldı; Mısır Memlüklerin elindeydi. Memlûk, Kafkasyalı-Türk soyudur köle asker ve komutanların devletidir Mısır Filistin ve Suriyeye mesafeliydiler... Filistin’in tarihi, sınırları nı? münakaşasız çizen coğrafyacı görülmemiştir. Roma devri Antakya ve Suriye İslam coğrafyasının Bila-düsşam eyaletlerini içerirdi. İsrail milliyetçisinin, Arz-ı İsrail Sorularına verdiği cevap hep değişir; 400 sene yetmiş çeşit cemaat ve etnik grubu tutan osmanlı imparatorluğumuz dünya harbinde yıkılınca ortadoğudaki sınırlar büyük kavgalara neden olmuştur

Osmanlının, Kudüs’ünü ve bugünkü görünümünü dört asır önce Süleyman Han yaptırdı; kudüs caddeleri büyük padişahın ismini taşır "Hameleh Ha Şlome", Mescidü’l Aksa, Kubbetü’s Sahra; şehrin sebil ve mescitleri, mahkeme binası hepsinde Osmanlılığın izleri görülür. Filistinde en sakin dört asır. Osmanlı asrıdır zenginlik ve eğitim yükselmiş Kudüs-ü Şerif büyük bir saygı ile yönetilmiştir tamir edilen surlar eski camiler, Halidiye Kütüphanesi, mahkeme binası Osmanlı çağının sembolüdür şehri Yafaya bağlayan istasyon binası osmanlı manzarasını tamamlar osmanlıdan çıktıktan sonra şehirde klasik mimari ile uyumsuz Katolik ve Protestan kiliseler, çan kuleleri Kudüs'e ait manzaralardır. Şüphesiz dört asır mukaddes Mezar Kilisesi Kamame mescidi Mescidü'l Aksa gibi inananlar için çok önemli kurumlar hala devam etmektedir. 1516-1517 kışında başlayan Türk yönetimi, 1917 Aralıkında bitti. Ve savaşlar başladı Osmanlı Kudüs'ü eski ve yeni şehirde her köşede tüm kalıntılarıyla göze çarpıyor.

Modern Yafa Caddesi’ndeki eski Osmanlı imparatorluk armalı Kudüs Belediyesi, 1917 Aralıknda biten Türk Osmanlı hakimiyetinin tanığıdır bina "ölü güveyinin evi" diye bilinir düğün günü ölen bir zengin Arap oğlu  için yaptırmış. Uğursuzluğundan kimse kullanmayınca osmanlıya kalmış ve belediye binası olarak kullanılmış. Ancak Kudüs ve Halil Yolu bize de uğur getirmedi. Burası 1947'ye kadar zengin Arapların konaklarıydı Araplar 1917’de ingiliz desteğiyle bağımsızlık bekliyorlardı ama cevap Kudüs’ün Yahudi yurdu olduğunu müjdeleyen "Balfour" bildirgesi oldu. 30 yıllık Britanya mandası beceriksizlik, ikiyüzlülük ve merhametsizliklerle dolu Tek hayırlı yanı şehrin mimarisini koruyan beyaz taş kullanımıdır Yahudiler ve Araplar çatıştı. Müfti Hüseyni’nin adamları Almanlara yanaştı Yahudiler ingiltere’yi var güçleriyle destekledi. Savaşın sonunda İngiltere, Arapların feryatlarını yatıştırmak için, toplama kamplarından çıkan hasta ve aciz çocuklarla dolu bir gemiyi Filistin’e sokmadı çocuklar telef oldu Filistin’e gemiler israillileri getirmeye devam ediyordu.

1948’de İsrail ilan edildi ve bu filistinin kara günüydü 1947 savaşında eski Kudüs, doğusundaki topraklar ve Selahaddin Caddesi, Ürdündeydi 1967 Martında surlardan karşıya yani Yeni Kudüs’e bir ıssız sınır şeridi iki tarafı ayırıyordu şimdi çirkin bir otopark ve David şehri denilen apartmanlarla doldurulmuş Karşısında ünlü King David Oteli ve yeni Kudüs uzanıyor 6 gün savaşıyla sınır kalktı. Batı Şeria ve Kudüs ilhak edildi. Kudüs’te cumartesileri İsrailli görürdünüz. ve İsrail bu bölgeye yerleşemedi Eski Kudüs’e adım atamıyor. Yahudi yerleşmeleri  1967 den beri yürürlükte. Selahaddin Caddesi vee Ermeni mahallesinde İsrail taraftarları protesto ediliyor

Sakin Filistinliler israilden intikam istiyor intikam komandoları yetiştiriliyor çünkü Fakir ve yurtsuz. Bırakıldılar Çatışma tarihteki 100 yıl savaşları gibi sürebilir uzlaşma ve barışı istemeyenler var bu savaşta. Filistin aç ve susuz kaldı Ekilecek arazileri az. Filistin güzel ama Yahudiler Kudüs’ten hiçbir şey vermiyor ve
paylaşmanın yolu bu olmamalı.
Yahudiler kutsal kutsal şehrini kontrol edemiyor sivil İsrailli halk kudüsü terk etmeye hazır Filistinliler 1,5 milyon israillinin eski topraklarına İsrail’e dönmesini talep ediyor. İsrail hayır diyor çünkü her taraf Rus dolu. Rusların sadece bir kısmı hakiki Yahudi. Filistin ise kurumuş toprakta milyonluk  nüfusuyla nasıl geçinecek Yahudiler bu topraktan vazgeçmek istemiyor

gençler ölüyor. Biz kudüs yangınını söndürelim Kudüs halkına İskandinav ve Avrupa gibi bakamayız. Şarklılar ne de Garplılar bu coğrafyayı insanları anlamıyor; sorunu en doğru biz anlayabiliriz. Ortaçağ İslam medeniyetinde Yahudi-Arap kültürel birliğini olmuştu. Büyük Arap yazarları vardı. Endülüs Ispanya’sı Batı dünyasını hayran bıraktı ve ezdi. Bizans Roma’sı felsefede ve ilimde ilerleyemedi kaydedemedi. Yahudi-Arap nefreti, son zamanlarda oluştu Araplar çatışmaya askeri değil, fikri olarakta hazırlıksız yakalandı Bugün AvrupalIlar filistinden söz etmiyor kudüs sadece Filistinlilerin davası değil sözcüler bulmalı, aydınlarımız bu işi görmeli Arap dünyasını tanımalı ve çözüm aramalı. "Filistin hiçbir zaman Osmanlı sulhü kadar uzununu yaşamadı" bu söz basit bir imparatorlukçu slogan değil Her aklı başında Türk Ortadoğu’ya en akıllı ve adilane bakanr Türkler filistinle ilgilenmeli ortadoğu sadece Dışişleri’nin ve gazetecilerin ilgi alanında kalmamalı.

Yahudi-Arap çatışmasını anlamalı eksiklikler görülmeli Kudüste kimse korkmadan gezemiyor Felafel ve Humus, Filistin Araplarının milli yemeğidir. Kudüs’ün elli yıllık meşhur felafelcileri var bir zamanlar Yahudilerede kazan kaynar ve bu yemekten ikram edilirdi Otuz beş yıldır kudüste gerilim yaşanıyor sinir harbi bitmiyor Filistinliler zamanı kendi lehlerine çevirmeyi beceriyor. Sağlam aile ve sülale yapıları var. Müzikleri, aileleri ve mutfaklarıyla yaşıyorlar. Okumuşu cahili, ihtiyarı genciy dillerini konuşmaktan zevk alıyor On yaşındaki çocukların nutuklarına şahit oluyorsunuz; latife geleneği yaygın,

Kudüs’ün doğusunda nüfusun yüzde 30’u fakir fakirlikten dolayı Arap tarafında hizmet ve fiyatlar daha ucuz; ikinci bir dünya... israil tarafında teknoloji, elektronik, ecza sanayii zenginliği artmış ne hikmetse İsrail’de ve Kudüsün Yahudi tarafında fakirlik artıyor. Kudüste Meaşearim semtinin fakirleri yanında, İsrail şehirlerinde  hizmetlerden yararlanamayan işsizler ordusu büyüyor. Asıl beteri İsrail halkı fakirliğe sürüklüyir fakirleşme artmakta. Kudüs’te Ramazanlar çok renkli geçerdi, şimdi ortalık sönük karanlık korku, ve fakirlik ürpertiyor. Fakirlik en zengin mülklere sahip Rum-Ortodoks kilisesinede yansımış. Gençler ümitsiz. Filistinli Arap öğrenciler okulu terk etmiş savaş israil ve filistin halkına yansıyor en gayretliler kız çocukları azimli ve umutlular

Ortadoğu toplumlarında üst tabaka ile altı arasında uçurum büyüyor. İnsanlar karamsar İsrailin Gerilimi yaratan taleplerin yerine getirilmesi zor... taviz verilemez. Filistinlilere ibranca zorlan öğretiliyor. Yahudiler Arapçada uzmanlaşmış her iki toplum birbirine yabancı Kudüs toplumların birbirine yabancılaştığı bir yer Kudüs XX. yüzyılda gelişmiş, Yahudi kesimi Doğu Kudüs’te ki Arapları yok sayıyor bir filistinli için dünyası suriçi Kudüs ve Şam kapısı ve Selahaddin Caddesi Filistin bölgesinde sıkı bir denetim var.

İsrailde (Mesih) gelmesini beklemeden devlet kuran Siyonistlerle barışmayan yüzde 15’lik bir kitle var Küçük şehirlerdeki kalabalık ailelerin eğitimsiz çocukları işsizler ordusuna katılıyor kudüs yahudileri. Kuyumculuk ve elmasla uğraşıyorlar Ananeler zorunluluk. XVII. yüzyıl Doğu Avrupa’sının kıyafetleri ve kürk şapkalarıyla Kudüs ve Tel-Aviv’de altı adet çocuklarıyla geziniyor, iki İsrail var. "Uygungiyinmeyenler bu mahalleye girmesin, bizim ibadet ve kullukla geçirdiğimiz hayatımızı rencide etmeyin" gibi afişlerle donanan Meaşearim, Rehov ve Buhara Yahudilerinin sokağı gibi semtler Her cemaatin başındaki haham dünyayıkendine göre açıklıyor; bu açıklamalar hiddet çekiyor...

Kudüsde Yahudiler çoğunlukta yüzde 67 ler. Araplar yüzde 5 oranında Yahudiler yüzde 1 oranında artıyor. Kudüs’teki 210 bin Arap nüfusun ancak 5 bini İsrail yurttaşlığına geçti bunu Yahudi basını bildiriyor. İki grubun kaynaşmaya hiç niyeti yok. Filistin Arapları İslami yaşıyor Mescidü’l Aksa'nın bulunduğu Harem-i Şerif’e kimseyi sokmamaya çalışıyorlar Türkler din bilgisi sınavından geçiriliyor. bu sınavı yapanlar bazen Filistinli Hıristiyan muhafızlar. Kudüste Hiddet ve mantıksızlık yaşanıyor Arap Müslümanlara sataşılıyor manasız yasaklar ve prensibsizlikler deşilmeli. Kudüs’e ne İsrail nede Filistin  hakim olabiliyor . Bir milyon göçmen Rus var musiki , matematik ve bilgisayarcılıkla uğraşıyorlar hepsi Yahudi değil İsrail’de Arap oranı düşürülmeye çalışılıyor israilin arzuladığı tek amaç... Yahudi nüfusu müzik biliyor, sanatçı, hekim, ressam, kuyumcu, ve  yazıyorlar. Ortadoğuya hükmetmek istiyorlar İsrail’in hastane ve üniversiteleri gelişmiş israilde Tiyatrolar orkestralar kazı yerleri var yarısı Şarklı, yarısı Doğu Avrupalı bir ülke İsrail. Filistinli Araplar dünyaya yayılıyor. Bilim ve ticarette tutunmaya başladılar. Eğitim artıyor. 30 yıl öncesinden daha çok tanınıyorlar siyonist İsrail e göre Türkiye dağ gibi ülkemiz ve halkımız onları aşmak için çok çalışıyor. Kudüs ecdadımızın kokusunu taşıyor. Surlar Sultan Süleyman adını taşıyor. her köşesi Osmanlı kokuyor. Surların dışındaki her taş osmanlının izini taşıyir Zeytindağı imparatorluğun son asrının bir resmi . Ortadoğu’yu koklamak, Türkiye’yi anlamak için şart. Ortadoğunun her köşesini kokladıkça, ne kadar çileli bir tarihten geçtiğimizi ve ne büyük ıztırablara tahammül ettiğimizi anlıyor ebedi yurdumuza daha sevecen ve saygıyla bakıyoruz
Bunu ilk beğenen sen ol.

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren İslami Forum sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.