Türkler iddia edildiği gibi Anadoluya geldiklerinde çok kalabalık değillerdi. 11. ve 12. yüzyıllarda yaklaşık 4-5 milyon insanin yaşadığı tahmin edilen Anadolu topraklarına bir kaç binlik gruplar halinde gelen Türklerin büyük çoğunluğunun, Anadoluyu Türkleştirip burada bir devlet kurma amacı taşıdıklarını söyleyemeyiz. Anadoluyu yurt edinmeye çabalayan bu halk, devlet kurumlarını ve kültür oluşturacak enstrümanlarını, elbette ki Bizans İmparatorluğunun mirasıyla tanıyıp, tanımlayabilecekti. Dolayısıyla Türkler, Bizans ile kurdukları bağı İslamiyetle kuramayacaklardır. Birçok tarihçi tespit etmiştir ki; Türkler İslami bir makyajla Bizansı, kültürünü ve devlet kurumlarını koruyup devam ettirmişlerdir. Ömer Lütfü Barkanın aktardığı dikkat çekici tespitlerinden birini hatırlatmak isterim; Bizanslı Rumlar ve diğer Balkan milletleri sadece isim ve din değiştirerek tarih sahnesine yeni ırk, millet ve üzerine yeni görevler almış olarak çıktılar. İslami renk ve cila altında eski Bizansı 1922den bu yana çıkmış çok sayıda ciddi araştırma bu iddianın yersiz olduğunu, aksine Anadolu halkının etnik yapısında Türkmen geninin azınlıkta olduğunu göstermiştir. Bu iddiayı tartışmak bir yana, Türkler Orta Asyadan Yakın Doğuya oradan Anadoluya, aileleri, sürüleri ve kültürleriyle milyonlarca kişilik gruplar halinde gelmediler. Ayrıca önceki yüzyıllarda batı İran ve Anadoluya gelen birçok Türk ve Türkmen boyları Balkanlara, Kuzey Karadeniz, Gürcistan ve Suriye topraklarına da yerleşmişlerdir. Yani hepsi Anadoluya yerleşmemişlerdir. Bu gün Karadenizin öte yakalarındaki Türk boylarının önemli bir kısmi bu bahsettiğimiz boylardan oluşur. Abartılı rakamlar verebilecek olsak dahi Anadoluya gelen Türkler, yerli halkın ancak onda birine yaklaşabiliyordu.
Türkler, Anadoluya gelirken bir kaç binlik gruplar halinde gelebilmişlerdir. Göçebelerin, aile ve hayvanlarıyla uzak mesafelere göçü oldukça zordur. Türkler Anadoluya geldiklerinde ortalama 4-5 milyon insan bu topraklarda yaşıyordu. Elbette ki Türkler, bir kaç yüzyıl içinde kendilerinden sayıca fazla olan
Türk erkekleri Orta Asyadan Anadoluya, pala bıyıklı, kara yağız görünüşlü delikanlılar olarak gelmediler. Çekik gözleri, basık burunları, ortadan kısa boyları, buğday tenleri, düz ve oldukça uzun saçlarıyla, Moğollara çok yakın bir görünüşe sahiptiler. Kadınlarsa bugünkü Türk kadınlarından çok, çekik gözleri, belirgin elmacık kemikleriyle Orta Asyadaki kadınlara benziyorlardı. Anadoluya gelen Türkler, bugünkü Anadolu halkına özgü görünüşlerine, bir kaç yüzyıl içinde Anadoluda oluşan etnik sentez yoluyla kavuşabildiler.
M.Balivetin Orta Çağda Türkler isimli eserinde, Türkler seyrek sakalları, örülmüş saçları, kırmızı ya da beyaz börkleri ya da koni şeklindeki şapkalarıyla, gönderlerin ucunda sancak olarak salladıkları at ya da dişi kurt kuyruklarıyla, yanları sıra ilerleyen boynuzlu başlıklar taşıyorlardı. Kemik gerdanlıklar ve zincirler asılı küçük çıngıraklar takmış Şaman Babalarıyla, göçebe olsun olmasın Türklerin pek çoğunun Orta Çağ Müslüman toplulukları arasında çok aykırı görüntü sergilediğini anlatır.
Bu nüfusun Anadolu halklarının ancak %10una denk geldiğini tespit eden araştırmacılar, Türklerin çok kısa sayılabilecek bir zamanda yerli halkla karıştıklarını yazarlar.
Türklerin Anadolu halkları ile kültürel etkileşimi kaçınılmaz olarak ırksal bir kaynaşmanın da ürünüdür. Anadoluda ki büyük etnik grupların, -Rumlar ve Ermenilerin- 20. yüzyıla kadar büyük kısmı İslamileşmiş, bir kısmı da İslami görünüm kazanmışlardır. Yakın zamanlardaki bilimsel araştırmalar, Anadoluda yaşayan Türklerin ırksal özelliklerinin Orta Asya Türklerinden oldukça farklı olduğunu kanıtlamıştır. Gerek Selçuklu gerek Osmanlı dönemlerinde ulus olarak Türk kavramı kabul edilmemiş, Türk sözcüğü göçebe Türkmen toplulukları için aşağılama amacıyla kullanılmıştır.
Anadoluda Türk olarak adlandırılan ırkın, karışık bir ırktan geldiğini Türk tarihini Türklerden daha iyi tanıyan ve inceleyen Avrupalılar çok iyi biliyordu. İngiliz Dışişleri Bakanlığının 20. yüzyılın başında periyodik olarak gizli (confidential) damgasıyla hazırlattığı Türkiye hakkındaki raporlarda, Türk ırkının bu özelliği ve tarihsel olarak nasıl bir senteze uğradığı çok açık şekilde anlatılmıştır.(*) Nisan 1919 da gizli ibaresiyle hazırlanan raporda Bizansın İslamiyet ve Türkler üzerindeki etkisi anlatılıyor. Bugünkü Türklerin fiziki yapısı ve görünüşlerinin Orta Asyadan gelen, Moğol görünüşlü Türklerle bir benzerliğinin kalmadığını, bunun da uzun yüzyıllar Anadoluda ki Hıristiyan yerli halklarla karışmaları, bugünkü görünümlerinin Anadoluda yerli Ermeni ve Rum kadınlarıyla evlilikler sonucunda olduğunu belirtir. Osmanlıda uzunca bir zaman Türklüğün küçük görüldüğünü, fakat 1918-1919a gelindiğinde İslami kimlik yanında Türk kimliği bilincinin kabul görmeye başladığına dikkat çekilir.()
İngiliz Gizli Servisi tarafından da fark edilen Türklüğün küçük görülmesi hadisesine bir örnek vermek isterim.
Bizans İmparatorluk ailesinden gelen Theodoros Spandounes (Spandugnino) 1453 yılında İstanbulun fethedilmesiyle Osmanlı idaresinde bir süre hizmet vermiştir. Türkçe de bilen Spandounes, Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar Osmanlı Sultanlarının kökenleri hakkında bir eser yazmıştır. Spandounesin Türklere bakışı olumludur. Eserinde Fatih Sultan Mehmetin Bizans ile Osmanlının bağlantısı konusundaki bir görüşü hakkında şöyle yazar; Fatih, Türk tarihçilerinin iddia ettiği gibi atalarının göçebe çoban kabileler olarak Tatarların-Moğolların-Oğuzların bulunduğu bölgeden [Orta Asya] geldiğine inanmıyordu. Fatih Sultan Mehmet, ailesinin Bizans İmparatorluk ailesi Komnenoslardan geldiğine inanıyordu.